Eğer bu belge gerçek olsaydı, söylenecek tek kelime bulamazdı hiç kimse.
Ancak belgenin aslı olmadığı, fotokopi üzerinden de imza araştırması yapılamayacağı için Askeri Savcılık “takipsizlik” kararı verdi. Zaten eski yargı mensupları bu belgenin aslı bulunmadıkça konuyla ilgili bir netice alınamayacağını ya da hukuk dilinde belgenin “hukuki” hükmünün bulunmadığını defalarca belirttiler.
Konuyla ilgili Genelkurmay Başkanı gerekli açıklamayı bizzat kendisi yaptı. Askeri Savcılık kararını göz önüne alarak belge için “kağıt parçası” tabirini kullandı.
Elbette bunun Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilmesi, aslında belgenin çıktığı ilk tarihten bu yana “hukuki delil” olamayacağı yönündeki görüşü teyit etmiş oldu.
Ancak haberi yayınlayan Taraf Gazetesi anlaşıldığı kadarıyla Askeri Savcılığın ve Genelkurmay Başkanı’nın belgeyle ilgili açıklamalarını “tatmin edici” bulmamış olacak ki, konuyu ısrarla manşetlerine taşımaya devam ediyor.
Bakın gazetenin yazarlarından Rasim Ozan Kütahyalı 27.06.2009 tarihli yazısında neler söylüyor:
“İlker Başbuğ dün biz aciz Türkiye halkına gerçekleri açıkladı... Türkiye’de bir askerî darbe olması konusunda hassas olanların TSK’ya karşı örgütlü olarak asimetrik psikolojik harekât yürüttüğünden bahsetti Başbuğ... Bir darbe ortamının yaratılmasını amaçlayan bu tip planlar Genelkurmay bünyesinde asla yer almazmış... Bu rapor birileri tarafından “TSK’yı yıpratmak amaçlı” hazırlanmış... TSK içinde böyle şeyler asla ve asla olmazmış. TSK mensupları demokrasi ve hukukun dışına çıkmazmış...”
Kütahyalı’nın bu alaycı üslubu aslında belge vesilesiyle Askeri Savcılık ve Genelkurmay Başkanı nezdinde TSK’ni bizzat Genelkurmay Başkanı’nın “TSK’ne karşı medya üzerinden başlatılmış asimetrik psikolojik harekât” dediği organizasyonun içinde yer aldığının açık bir göstergesi. Kütahyalı’nın bırakın Genelkurmay Başkanı’nın verdiği kişisel ama Genelkurmay adına olduğu tartışmasız “TSK’nin içinde darbeciler ba-rı-na-maz” garantisini, Askeri Savcılığın verdiği karara da ne denli güvendiği ve saygı gösterdiği de ortada.
Zaten Genelkurmay Başkanı’nın şahsi teminat veremeyeceğini de belirtiyor yazısında;
Ancak belgenin aslı olmadığı, fotokopi üzerinden de imza araştırması yapılamayacağı için Askeri Savcılık “takipsizlik” kararı verdi. Zaten eski yargı mensupları bu belgenin aslı bulunmadıkça konuyla ilgili bir netice alınamayacağını ya da hukuk dilinde belgenin “hukuki” hükmünün bulunmadığını defalarca belirttiler.
Konuyla ilgili Genelkurmay Başkanı gerekli açıklamayı bizzat kendisi yaptı. Askeri Savcılık kararını göz önüne alarak belge için “kağıt parçası” tabirini kullandı.
Elbette bunun Genelkurmay Başkanı tarafından dile getirilmesi, aslında belgenin çıktığı ilk tarihten bu yana “hukuki delil” olamayacağı yönündeki görüşü teyit etmiş oldu.
Ancak haberi yayınlayan Taraf Gazetesi anlaşıldığı kadarıyla Askeri Savcılığın ve Genelkurmay Başkanı’nın belgeyle ilgili açıklamalarını “tatmin edici” bulmamış olacak ki, konuyu ısrarla manşetlerine taşımaya devam ediyor.
Bakın gazetenin yazarlarından Rasim Ozan Kütahyalı 27.06.2009 tarihli yazısında neler söylüyor:
“İlker Başbuğ dün biz aciz Türkiye halkına gerçekleri açıkladı... Türkiye’de bir askerî darbe olması konusunda hassas olanların TSK’ya karşı örgütlü olarak asimetrik psikolojik harekât yürüttüğünden bahsetti Başbuğ... Bir darbe ortamının yaratılmasını amaçlayan bu tip planlar Genelkurmay bünyesinde asla yer almazmış... Bu rapor birileri tarafından “TSK’yı yıpratmak amaçlı” hazırlanmış... TSK içinde böyle şeyler asla ve asla olmazmış. TSK mensupları demokrasi ve hukukun dışına çıkmazmış...”
Kütahyalı’nın bu alaycı üslubu aslında belge vesilesiyle Askeri Savcılık ve Genelkurmay Başkanı nezdinde TSK’ni bizzat Genelkurmay Başkanı’nın “TSK’ne karşı medya üzerinden başlatılmış asimetrik psikolojik harekât” dediği organizasyonun içinde yer aldığının açık bir göstergesi. Kütahyalı’nın bırakın Genelkurmay Başkanı’nın verdiği kişisel ama Genelkurmay adına olduğu tartışmasız “TSK’nin içinde darbeciler ba-rı-na-maz” garantisini, Askeri Savcılığın verdiği karara da ne denli güvendiği ve saygı gösterdiği de ortada.
Zaten Genelkurmay Başkanı’nın şahsi teminat veremeyeceğini de belirtiyor yazısında;
“Genelkurmay içinde olacak şeyler için garanti benim” diyemez bir devlet memuru... İstanbul Başsavcılığı’na “Belge gerçek mi, değil mi, sizden öğrenmek istemiyoruz, eğer ek bilgi gelirse dosya yine burada açılır” diye “kükreyemez” bir devlet memuru..."
Ortak asimetrik harekâtın nasıl yapıldığına dair bir ipucunu da burada belirtmek istiyorum: Ne diyor Kütahyalı yazısında Genelkurmay Başkanı’nın Sivil Savcılıktan isteği olan, “Belge gerçek mi, değil mi, sizden öğrenmek istemiyoruz, eğer ek bilgi gelirse dosya yine burada açılır” ifadesi için ; “kükreyemez” bir devlet memuru...”
Peki, AKP Hükümeti ne yaptı Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı konuşmadan 10 saat önce?
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini, bir gece yarısı muhalefet partilerinden habersiz, herhangi bir komisyonda tartışılmadan verdiği önergeyle, değiştirdi. Yapılan bu değişiklikle askere sivil mahkemede yargılanma yolu açılmış oldu.
Böylece Genelkurmay Başkanı’nın bu yasal isteğini “kükremek” olarak nitelendiren yazar bizzat AKP tarafından desteklendi. O da bu yazıyı bu destekten kuvvet alarak yazdı.
Yazarın son cümlesi aslında bu asimetrik, psikolojik harekâtın “derin”lerinde ne olduğunu çok güzel anlatıyor:
“TSK’yı bir Patagonya ordusu seviyesine indiren, TSK’yı madara eden bu zihniyettir... Bu ülkenin güçlü ve ciddi bir orduya ihtiyacı var...”
Bu güçlü ve ciddi ordu, Türkiye’de sızmayı başaramadığı tek kurum olan TSK’nin içine sokulmaya çalışan F tipi yapılanmanın elemanları tarafından oluşturulacak olmasın sakın?
Kütahyalı’nın 24.06.2009 tarihinde yazdığı yazıda ise ciddi bir iddia var.
“Yaptığım bazı görüşmelerden sonra kesine yakın bir kanaat sahibi olarak söylemeliyim ki İlker Başbuğ’un bu eylem planının hazırlandığından doğrudan haberi yok... Fakat anladığım kadarıyla Genelkurmay karargâhında kimi üst düzey isimlerin haberi dahilinde bu plan yapılmış...”
Genelkurmay bu iddiayı dikkate alıp o yönde bir araştırma yapmış mıdır bilmiyorum, ama yeri gelmişken “haber kaynağının açıklanmaması” durumuna da değinmek istiyorum.
Gazetenin “AKP ve Gülen’i Bitirme planı olarak” lanse ettiği “İrtica Eylem Planı”nyla ilgili haberin sahibi muhabir savcılığa ifade vermiş ancak “haber kaynağını” açıklamayı reddetmişti.
Dünyanın her yerinde geçerli bir kuraldır, haber kaynağını açıklamama kuralı. Doğru.
Ancak ahlaki anlamda günlerdir belgenin durumunu konuşanlar, belgeyi gazeteye taşıyan muhabiri hiç konuşmadı. Belge üzerinden onlarca değişik senaryo üreten gazeteler belgenin sahte olma ihtimali olması durumunda izlenecek yolu anlattılar ama sahte belgeyle haber yapma olasılığı olan muhabiri hiç haber yapmadılar.
Bu konu tartışılmalı ve gazetecilik etiği gereği sahte belgeden haber üreten muhabirin haber kaynağını açıklayıp açıklamaması konusundaki durum netleştirilmeli.
Demokrasi yalnızca darbeleri önlemek için değil, sağlıklı ve üretken bir toplum oluşması için de gereklidir. Sağlıklı ve üretken bir kamuoyu da doğru bilgiyle eğitilir.
Yukarıda verdiğim Kütahyalı örneği sadece bir tanedir. Gündemi takip edenler elbette daha çok örnekler de bulabilir. Hatta burada şu anda bile onlarca örnek gösterebilirim size.
Ancak bu örnek bence durumu anlamak için haddinden fazla yeterli.
Özetle demokrasi ve darbecilere hayır teranesi okuyanların aslında bizzat bu ortamı oluşturacak huzursuzluğu organize etmeye çalıştıkları ortadadır.
Halk bu durumu anlamalı ve gereğini tepkileriyle dile getirmeli.
Yoksa Atatürk’ün ordusunu revize etmeye çalışanların sayısı sadece söz konusu yazarla sınırlı değil.
Benden söylemesi.
Ortak asimetrik harekâtın nasıl yapıldığına dair bir ipucunu da burada belirtmek istiyorum: Ne diyor Kütahyalı yazısında Genelkurmay Başkanı’nın Sivil Savcılıktan isteği olan, “Belge gerçek mi, değil mi, sizden öğrenmek istemiyoruz, eğer ek bilgi gelirse dosya yine burada açılır” ifadesi için ; “kükreyemez” bir devlet memuru...”
Peki, AKP Hükümeti ne yaptı Genelkurmay Başkanı’nın yaptığı konuşmadan 10 saat önce?
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendini, bir gece yarısı muhalefet partilerinden habersiz, herhangi bir komisyonda tartışılmadan verdiği önergeyle, değiştirdi. Yapılan bu değişiklikle askere sivil mahkemede yargılanma yolu açılmış oldu.
Böylece Genelkurmay Başkanı’nın bu yasal isteğini “kükremek” olarak nitelendiren yazar bizzat AKP tarafından desteklendi. O da bu yazıyı bu destekten kuvvet alarak yazdı.
Yazarın son cümlesi aslında bu asimetrik, psikolojik harekâtın “derin”lerinde ne olduğunu çok güzel anlatıyor:
“TSK’yı bir Patagonya ordusu seviyesine indiren, TSK’yı madara eden bu zihniyettir... Bu ülkenin güçlü ve ciddi bir orduya ihtiyacı var...”
Bu güçlü ve ciddi ordu, Türkiye’de sızmayı başaramadığı tek kurum olan TSK’nin içine sokulmaya çalışan F tipi yapılanmanın elemanları tarafından oluşturulacak olmasın sakın?
Kütahyalı’nın 24.06.2009 tarihinde yazdığı yazıda ise ciddi bir iddia var.
“Yaptığım bazı görüşmelerden sonra kesine yakın bir kanaat sahibi olarak söylemeliyim ki İlker Başbuğ’un bu eylem planının hazırlandığından doğrudan haberi yok... Fakat anladığım kadarıyla Genelkurmay karargâhında kimi üst düzey isimlerin haberi dahilinde bu plan yapılmış...”
Genelkurmay bu iddiayı dikkate alıp o yönde bir araştırma yapmış mıdır bilmiyorum, ama yeri gelmişken “haber kaynağının açıklanmaması” durumuna da değinmek istiyorum.
Gazetenin “AKP ve Gülen’i Bitirme planı olarak” lanse ettiği “İrtica Eylem Planı”nyla ilgili haberin sahibi muhabir savcılığa ifade vermiş ancak “haber kaynağını” açıklamayı reddetmişti.
Dünyanın her yerinde geçerli bir kuraldır, haber kaynağını açıklamama kuralı. Doğru.
Ancak ahlaki anlamda günlerdir belgenin durumunu konuşanlar, belgeyi gazeteye taşıyan muhabiri hiç konuşmadı. Belge üzerinden onlarca değişik senaryo üreten gazeteler belgenin sahte olma ihtimali olması durumunda izlenecek yolu anlattılar ama sahte belgeyle haber yapma olasılığı olan muhabiri hiç haber yapmadılar.
Bu konu tartışılmalı ve gazetecilik etiği gereği sahte belgeden haber üreten muhabirin haber kaynağını açıklayıp açıklamaması konusundaki durum netleştirilmeli.
Demokrasi yalnızca darbeleri önlemek için değil, sağlıklı ve üretken bir toplum oluşması için de gereklidir. Sağlıklı ve üretken bir kamuoyu da doğru bilgiyle eğitilir.
Yukarıda verdiğim Kütahyalı örneği sadece bir tanedir. Gündemi takip edenler elbette daha çok örnekler de bulabilir. Hatta burada şu anda bile onlarca örnek gösterebilirim size.
Ancak bu örnek bence durumu anlamak için haddinden fazla yeterli.
Özetle demokrasi ve darbecilere hayır teranesi okuyanların aslında bizzat bu ortamı oluşturacak huzursuzluğu organize etmeye çalıştıkları ortadadır.
Halk bu durumu anlamalı ve gereğini tepkileriyle dile getirmeli.
Yoksa Atatürk’ün ordusunu revize etmeye çalışanların sayısı sadece söz konusu yazarla sınırlı değil.
Benden söylemesi.
GÜNÜN SORUSU:
TSK'nin İç Hizmet Kanununa göre "Cumhuriyeti korumak ve irticaya karşı koymak" gibi asli bir görevi olduğu halde, niçin yasa kaynaklı bu haktan vazgeçip bu tip provakatif bir belgeyle plan yapmayı tercih etmiş olabilir?
Avni KANTAN
asşmetri ie simetrinin ne demek olduğunu anlamayan insanlar yazar olmuş
YanıtlaSilYazar biliyor da, acaba okur mu bildiğini saklama ihtiyacı hissediyor onu tartışmak lazım.
YanıtlaSilSimetri-Asimetri karşıtlığının geometrideki hikayesi bellidir. Onu burada yeniden anlatmayalım. Ancak Genelkurmay Başkanı orada hepimizin bildiği ancak özellikle bizim toplumumuzda birilerinin anlatmasıyla "anlama" adeti olduğu için biri açıklamadan anlayamıyoruz.
Ben bu durumu bir örnekle anlatayım daha anlaşılır olur:
Bir ülke ordusu başka bir üke ordusuyla savaşır. Uluslararası hukukta burada kullanılacak silahların ve davranış usullerinin ilkesel olarak altı çizilmiştir. İki devletin savaşının teknik adı: Nizami harptir.
Öte yandan TKS PKK ile yıllardır süren bir mücadelenin içindedir. Bölücü örgütün bilindiği gibi toprak müdafaası yaptığı görülmemiştir. Bu sadece PKK için geçerli bir durum değildir, bütün terör örgütleri için geçerlidir. PKK eline geçen her türlü silahla size saldırabilir. Çoluk çocuk dinlemeden katledebilir, nitekim yapmıştırda. Terör eyleminde hedef gözetmek diye bir kavram yoktur, olamaz. Hedef devlettir ve devlete bağlı olan herkes düşmandır. Burada düşmanın yaklaşımını kavrayarak yapılan operasyonlar yerleşik devlet ordularına göre taktiksel olarak daha değişiktir. Buna da Gayrı-nizami harp denir.
İlk örnek bu tarife göre simetriktir. Usulleri belli olan bir sistem dahilinde yapılır. İkinci örnekse asimetriktir. Bir kalıba, bir ölçüye uydurmak mümkün değildir.
Düzenli orduların çarpışmasında kimin kimi yeneceği gidişata göre tahmin edilebilse bile, terör örgütleriyle olan mücadelede kimin kimi ne şartlarda nasıl mağlup edeceğini kestirebilmek mümkün değildir.
Bölücü örgütün kendi medya organında "Türk ordusu köy bastı, çocukları, masumları öldürdü" yalan haberi bu asimetrik eylemin psikolojik şeklidir.
Şimdi bu örnekten yola çıkarak yukarıdaki yazı değerlendirilirse, daha net anlaşılacaktır. Yazı da hedef gösterilen kurum TSK'dir. Söz konusu yazarın yukarıda alıntılanan yazısı eğer iyi niyet gibi algılanıyorsa tek sözüm yok. Ama değilse, o zaman yeniden okumanızı tavsiye ederim.
Dün kanal 24 televizyonunda yapılan bir tartışma programında AKP'nin aldığı bu geceyarısı kararını Mustafa Karaalioplu "bir şeref kararı" olarak değerendirdi. yani AKP benim olmadığı kesin, birilerinin şerefini kurtarmıştı ona göre.
Soruyorum, muhalefet partilerinin bu yasanın son halinden haberleri var mıydı? Her hangi bir komisyonda tartışıldı mı? Gece yarısı neden tercih edildi? Neden böyle önemli bir yasadan genelkurmay konuşmasının öncesinde haberdar edilmedi?
Bir gazeteci acaba bu yasaya "şeref kararı" demeden önce bu soruları sormaz mıydı? Siz bu durumu TSK'ni yıpratmak olarak görmüyor musunuz?
Bilmem anlatabildim mi?