27 Nisan 2009 Pazartesi

Bana gizli haber gelmez



İşte Saygı Öztürk’ün Turktime muhabirleri Nihan Sevdin ve Özge Atalay’a yaptığı çok özel açıklamalar…


TURKTIME: Emin Çölaşan’ın da ifade ettiği gibi Türkiye’de araştırmacı gazeteciliğin önde gelen isimlerinden birisiniz. Neden başka bir meslek değil de gazetecilik?


SAYGI ÖZTÜRK: Ben aslında araştırmacı gazeteci sözünü hiç kullanmam. Gazeteciler içerisinde de kullananı yadırgarım. Çünkü gazeteci zaten araştıran insandır. Araştırmadan, soruşturmadan, olayların peşine düşmeden haber bulunabilir mi? Yani siz araştırmıyor, soruşturmuyor, ilgili insanlarla konuşmuyorsanız, zaten bu gazetecilik değildir. Öbür türlü ‘demeç’ gazeteciliğidir. Bunların hepsini ‘gazetecilik’ potası içerisinde görmemiz lazım. Gazeteciyi araştıran, soruşturan gibi sıfatlarla ayırmak bence çok da doğru değil. Gazetecide zaten bu özelliklerin hepsinin bulunması gerekir. Bu özellikler yoksa zaten o kişiye gazeteci denilmez. Ama insanlar beni bu şekilde görüyorlarsa veya kamuoyu bana bunu yakıştırıyorsa bundan memnuniyet duyarım. İşimi, mesleğimin gerektirdiklerini iyi yapıyorum izlenimi doğuyor. Bu da bizim sorumluluğumuzu daha çok artırıyor diyebilirim.



TURKTIME: Peki sizce gazetecilik ne kadar hakkıyla yapılıyor?


SAYGI ÖZTÜRK: Türkiye’de çok iyi gazeteciler var. Ama bazı gazetelerde çalışma ortamları, yayın politikaları da önemli. İstediğiniz kadar çok iyi bir haber bulun, gazetenizde çıkmadıktan sonra, siz görevinizi yapmamış gibi algılanırsınız kamuoyunda. Gazeteciliği gazeteci gibi yapanların sayısı az değil ama yayın politikaları sebebiyle belki bunlar çok görülemiyor. Ancak gazeteci camiası kimin ne yaptığını iyi kötü bilir. Yani bir kişinin aylarca haberi çıkmasın, o gazetecinin mutlaka önemli işler bulduğunu ve boş oturmayacağını tahmin ederler.






HÜRRİYET’TEKİ TEK SÜTUN HABERİ İNTERNETTEKİ MANŞETE TERCİH EDERİM!



TURKTIME: Uzun süredir geleneksel medyanın yanında Hürriyet.com.tr’de de yazılar yazıyorsunuz. Geleneksel medya ile internet medyasının etki alanlarını birebir yaşayan biri olarak, hangisini daha etkin buluyorsunuz?


SAYGI ÖZTÜRK: Ben yıllardır gazetecilik yapan biriyim. O gazetenin kağıdı, kokusu, boyası bizlere ayrı gelir. Dolayısı ile o koku, o boya, o heyecanla internet gazeteciliği ya da haberciliği çok farklı şeyler. Bana sorarsanız ‘Hangisini tercih edersiniz?’ diye, ben tabii ki gazetede tek sütun çıkan haberin internette manşet olan haberden daha önemli olduğunu söyleyebilirim. Biz o kuşaktan geldik, yani interneti biz daha yeni yeni öğrenen veya öğrenmeye çalışan gazetecileriz. Benim için her zaman o gazeteyi ele almak, açıp baktığınızda isminizi görmek farklı bir duygu. Ama Türkiye’de internet gazeteciliği çok gelişti. Ve belki de haberciliğin şekil değiştirdiği bir dönemdeyiz. Şunu da görüyoruz ki, internette haber yazdığınız zaman anında haberlerinizin tepkisini görüyorsunuz, anında o haberle ilgili diğer sitelerin alıntılarını görüyorsunuz. Hoş bir duygu tabii ki. Benim için gazetecilik önemli, Hürriyet grubundaki haberler önemli. Bazı olaylar oluyor ki, şöyle düşünüyorsunuz. Ben bunu gazeteye versem, biliyorum ki bu haber iki saat sonra duyulacak. O yüzden bazı haberleri internete veriyorum ki, iki saat sonra duyulacak haberi, başka internet siteleri ya da televizyon kanallarından önce, çalıştığım grubun internet sitelerinde çıkmasını tercih ediyorum. Mesela, Türkiye’de sansasyon yaratan bir olay. Dağlıca’da askerlerimizin karakolunun basılması. 12 askerimiz şehit olmuş, 15 askerimiz yaralanmış, 8 askerimiz yasadışı örgütün militanları tarafından sınır ötesine kaçırılmış. Şimdi böyle bir olay duyuyorsunuz. Ben bunu bekleyeyim de yarın gazetede çıksın demenin bir anlamı yok. İnternet gazeteciliği varken, bu tür haberleri de internette değerlendirebiliyoruz. Veya bakıyorsunuz, Ergenekon olayının kilit ismi ile Kanada’da bulmuşsunuz, konuşmuşsunuz. Gazetenizde de diyelim ki, bu haber çıkmamış. Bunu başka bir yolla değerlendirebiliyorsunuz. Bazen radyoda, bazen internette bazen de televizyon kanallarında değerlendiriyorum. Böylece de, boşa kürek çekmemiş oluyorum.



TURKTIME: Bu bahsettiğiniz haberler, ‘özel haber’ diye tanımlayabileceğimiz haberler mi?


SAYGI ÖZTÜRK: Tabii… Benim zaten gazeteciliğimde ‘rutin habercilik’ yoktur. Genelde ‘özel haber’ yaparım. Herhalde habercilik de odur. Yani rutin habercilik yapılmaz diye bir şey yok. Yıllarca ben de rutin haberleri izledim ama rutin bir habere gittiğim zaman, rutin görevimin yanı sıra her zaman o haberin içinde mutlaka özel bir yön vardır. Gazetecinin o anda, o haberle ilgili, aklına bir soru gelir. Herkesin içerisinde sorusunu yöneltir, haberi herkesle paylaşmış olur. Ben, kafamdaki soracağım soruya, iyi bir cevap alabileceğimi düşünüyorsam, genelde basın toplantılarında sormam. Niye soracağım? Soracaksam, kapının önüne çıktığımız zaman sorarım. Veya arkasından giderim, odasında sorarım. Dolayısıyla ne yapmış olurum? Rutin habere gitmişken, rutin haberin içerisinden özel bir haber çıkartmış olurum. Veya açıklamanın içinde öyle bir unsur vardır ki, o an dikkat çekmeyecek bir unsurdur. Gazeteci duyarlılığı ile olaya farklı bakıyorsanız, oradan farklı bir haber de çıkartabilirsiniz. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Rutin haberle gittiğimde mutlaka bir ya da iki özel haberle dönüyorum.





ERGENEKON İLE İLGİLİ İLK HABERLERİ BEN VERDİM!




TURKTIME: Hazır ‘özel haber’lerden konuşmuşken, bazı çevrelerde Ergenekon operasyonu ile ilgili haber kaynaklarınızın azaldığı ve bu yüzden son zamanlarda “Özel haberden ziyade görüş alarak haber yapmak zorunda kaldığınız” şeklinde değerlendirmelerde yapılıyor. Bu yaklaşım sizi sinirlendiriyor mu?


SAYGI ÖZTÜRK: Asla... Gazetecilikte öyle sinirlenmek falan yok. Ben öncelikle yazdığım hiçbir haberde taraf olmam. Ben haberi nereden bulursam oradan haberimi yaparım. Kimsenin suçuna ortak olmuyorum. Olaylarda kimsenin yanında ya da karşısında olmayız. Biz, gazeteciliğimizi yaparız. Ama yazdığınız haber birilerinin hoşuna gider, birilerinin hoşuna gitmez, o beni ilgilendirmez, ben sadece gazeteciliğimi yaparım. Dolayısı ile bugüne kadar yaptığımız habercilikte ‘Aman şurada yenilgiye uğradık! Aman şurada haksızlık yaptık!’ diye bir olay yok. Ergenekon’la ilgili ilk haberlerin büyük bir bölümünü ben yaptım. Tuncay’ın ‘Haham’ olduğunu ilk ben ortaya çıkardım. Ben onun açıklamalarını yazdım. Baktığınız zaman sürekli ‘ben’ demek de hoşuma gitmiyor ama bir yerde zorunlu olarak böyle demek durumunda kalıyorum. Şimdi Ergenekon olayı nedir? 27 adet bombanın bulunması değil miydi? Bombaların içinin boşaltıldığını ilk ben duyurdum. Ergenekon ile ilgili birçok gözaltı haberini ilk ben yaptım. Veya Ergenekon ile ilgili cezaevinden çıkan kişilerle televizyon programlarında saatlerce, ayrıntılı olarak röportajları ben yaptım. Ergenekon ile ilgili çok sayıda belgeyi, gerek kitaplarımda gerek televizyon programlarında göstermeye çalıştım. Dediğim gibi, bunları yaparken de yasaları delme ya da yasaların dışına çıkma gibi çalışmalarım da olmadı. Dediğim gibi kimsenin yanında ya da karşısında değilim.



TURKTIME: Özellikle Ergenekon bahsinde bazı gazeteciler çok iştahlı çalışırken bazıları haberleri görmeme yoluna gidiyor gibi bir hava var. Siz bu iki uçtan hangisine yakınsınız?


SAYGI ÖZTÜRK: Haber nereden geliyorsa gelsin, ‘Bu haberi istemem! Bu haber bana lazım değil’ deme gibi bir lüksüm yok. Her haber benim için kutsaldır, her habere saldırırım, her haberi gazetecilik ahlakı ve namusu gereğince elimden geldiğince yazarım. Gazetede ya da internette çıkar çıkmaz, o benim elimde olan bir şey değil. Ama yaptığım açıklamalar, kitaplarımda ve yazdığım dergilerde görüşlerimi kendi çapımda anlatmaya çalışıyorum. Ben gazeteciliğin gerektirdiklerini yapıyorum.



TURKTIME: Neyi gerektiriyor gazetecilik?


SAYGI ÖZTÜRK: Cezaevindeki kişilerden haber almaya çalışıyorum, hastanede yatan kişilerden haber almaya çalışıyorum. Onların dışarıda bulunan yakınları, çocukları var. Bunları da unutmamak lazım. Örneğin, bazı gazetelerde deniliyor ki, “Şener Paşa cezaevindeki koğuş arkadaşı, Tolon Paşa, tarafından itildi”. Mesela ilk günden itibaren ben hem sayın Tolon’un hem de sayın Şener’in eşleri ile konuştum. Bunu en iyi eşleri bilir. Hastanede ziyaretlerine gidiyorlar. O yüzden eşlerinden de dinlememiz gerekiyor. Dinlediğiniz zaman da olayı her yönüyle, bütünüyle vermiş oluyorsunuz. Hem olayı doğru veriyoruz, hem de tarafların görüşlerini.





ERGENEKON ARTIK TUNCAY GÜNEY’İ AŞTI



TURKTIME: Ergenekon soruşturmasının kilit ismi Tuncay Güney ile röportaj yapan gazetecilerden biri de sizsiniz. Size göre Tuncay Güney’in iddiaları Ergenekon soruşturmasının sağlıklı yürümesine katkı mı sağlar, soruşturmayı kilitler mi?


SAYGI ÖZTÜRK: Tuncay Güney’in çok doğru söylediğini düşünmüyorum. Her şeyi kendisine göre konuşuyor. Örneğin, “Beni falanca kişi sorguladı” diyor. O falanca kişiye ulaşıyorsunuz, belgelere bakıyorsunuz ama o kişinin olayla hiç alakası yok. Tuncay doğru söyleyebilir, eğri söyleyebilir. Ben onun tarafında değilim, hatta onunla da ben bu konuyu tartışmam. Siz sorularınızı, kafanıza takılanları sorarsınız. İnsanlara iki tarafın da söylediklerini vermeniz lazım. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. O yüzden Tuncay Güney’in ne dediği, ne demediği çok önemli değil.



TURKTIME: Bu kadar önemsiz biri mi yani Tuncay Güney? O zaman etrafında kopan gürültü niye?


SAYGI ÖZTÜRK: Tam öyle değil… Tuncay Güney’in sıradan bir isim olmadığını da düşünüyorum. Zaman zaman telefonla, internet aracılığı ile görüşüyoruz, iletişim kuruyoruz. Bir gün bana dedi ki: ‘Veli Küçük’ün ifadeleri vardı, okumaya fırsat bulamadım, o yüzden size de cevap veremiyorum.’ İnanmadım ben başta. Veli Küçük’ün ifadesini daha biz burada bulamıyoruz, o nasıl bulur? Varsa ‘Bana da gönderir misiniz?’ diye rica ettim. Ertesi gün gerçekten bana gönderdiler. Bakıyorsunuz, gönderdiği tarih Nisan ayının başı. Daha iddianame çıkmamış ortaya. Bu ifadelerin, belgelerin normalde emniyette, avukatında ve doğrudan savcıda bulunması gerekiyor. Ama adamın eline, Kanada’ya gitmiş ve dolayısıyla belgeler Kanada’dan geldi. Şimdi Kanada’dan geldi diye ben bu belgeyi almayacak mıyım? Nerden gelirse gelsin, benim için önemli değil. Önemli olan bilgilerin doğru olması ve birilerine alet olmadan işinizi yapmanız. Tabii Ergenekon olayı karışık bir süreç. O kadar çok şey söyleniyor, yazılıyor ki, ne, ne kadar doğru, onu da bilemiyoruz. Olay zaten artık Tuncay Güney’i aşmış durumda.






GAZETECİLİĞİME LAF ETTİRMEM!



TURKTIME: Bazı çevreler sizin derin devletin sözcülüğü görevini üstlendiğinizi iddia ediyor. Devlet-mafya ilişkileri hakkında kitaplarınız da mevcut. Gerçekten sizin için “derin gazeteci” tanımı uygun mudur?


SAYGI ÖZTÜRK: Aşkolsun yahu... Gördüğünüz gibi ben gazeteciyim. Türkiye’nin en büyük gazetesinde başladım. Halen de bu gazetedeyim. Daha önce Sabah ve Star’a kendi isteğimle gittim. O gazetelerden de yine kendi isteği ile ayrılmış bir gazeteciyim. Böyle bir şeyi asla kabul edemem, çünkü benim gazetecilikten başka bir kimliğim olmadı. Gazeteci her şeyi yazabilmeli. Kendinizi kısıtlamanıza gerek yok ki. ‘Aman şu ne dermiş? Derin devlet mi derler?’ böyle düşünürseniz, gazetecilik yapmamanız lazım. Ben herkesle konuşmak durumundayım. Sadece işimi, gazeteciliğimi yaparım. Gazeteciliğime de kusura bakmayın ama laf söylettirmem. Eğer birtakım gazetecilik dışı ilişkiler içinde olmuş olsaydım, ben herhalde 30 yıl Türkiye’nin en önemli gazetelerinde çalışmamış olurdum.



TURKTIME: Ama insanın kafasında soru işareti oluşuyor.


SAYGI ÖZTÜRK: Ama bu olayları yazdığım için en azından kafanızdaki soru işaretlerini gidermiş oluyorum. Derin devlet neymiş? Var mı, yok mu? Nedir, ne değildir? Ben herkesle konuşuyorum. Çekinecek bir şeyim olsa konuşamam ben. Her şeyimiz açık olduğu için ben bunları yazabiliyorum. Şeffaf olduğum için birçok meslektaşımın giremediği ya da girmek istemediği konulara ben girebiliyorum. Çekindiğim bir şey yok yani. Gazetecilikten başka bir şey yapmadığımı ben çok iyi bildiğim için, birileri bir şey diyecek diye, ben gazeteciliğimi mi yapmayacağım? Onların ne dediği beni hiç ilgilendirmez.






ÇOCUKLARIMIN ÜZERİNE YEMİN EDİYORUM, TEK HABER ALMADIĞIM KİŞİLER AĞABEYLERİM...



TURKTIME: Ağabeyiniz Manisa valisi. Devletle bu kadar yakın bir ilişkiniz var. Size gerçekten devletten bilgi sızdırılmadığını nasıl kanıtlarsınız?


SAYGI ÖZTÜRK: Size çocuklarımın üzerine yemin ediyorum. Hayatımda belki de tek haber almadığım kişiler ağabeylerimdir. Bir ağabeyim İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı’na gittiği günden itibaren ben o bakanlığa adımımı atmadım. Bütün meslektaşlarım bilir. Benim ağabeylerimden alacak bilgiye ihtiyacım yok ki. Onlar sonra her zaman görevde olan insanlar değildi. Ben ağabeylerim görevde bulundukları süre yanlarına gitmem. Bayramlar hariç, telefon bile etmem. Bu kadar mesleki hassasiyeti olan birisiyim.



TURKTIME: Yani dolaylı yoldan da devletten bilgi almadığınızı söylüyorsunuz.


SAYGI ÖZTÜRK: Asla, asla... İhtiyacım yok. Gidip ağabeyden bilgi almak gazeteciliğin en kolay yolu. Ben akrabalarımla asla haber konuşmam. Öyle gazetecilik olmaz. Meslek ahlakına çok saygılıyım. Mesleğim de gerçekten başımın tacı. Gazeteciliğime o yüzden laf söylettirmek istemiyorum. Birçok haberi de ben ağabeylerim var diye atlamışımdır. Belki onlar o görevdeler diye, onlara sormayacağımdan ötürü, başka kaynaklardan habere ulaşmaya çalışmışımdır. Belki ulaşacağım ya da daha kolay ulaşacağım bilgiye ulaşamamışımdır. Zaten iki ağabeyim de şu an aktif görevde olan insanlar değiller. Meslektaşlarım gider ağabeyimle görüşürlerdi. Tabii ki görüşecekler ama ben hiç gitmezdim. Hatta orada ağabeyimin olduğunu bile bazı kesimler bilmezdi. Lütfen siz de samimiyetle bu sözlerime inanın. Az önce ettiğim yemini de dikkate alın. Çok gizlisi saklısı bir gazeteci olmadığım için bana zaten çok da gizli haber vermezler.



TURKTIME: Korkut Eken’e “Efsana Yarbay” lakabını siz taktınız. Hatta sizden esinlenerek medya birçok askere de “efsane asker” dedi. Sizce Korkut Eken gerçekten bu lakabı hak ediyor muydu, yoksa anlık bir yakıştırma mıydı?


SAYGI ÖZTÜRK: Ben hak ettiğini düşünüyorum, çünkü onun devre arkadaşları falan hep o şekilde anlatıyordu kendisini. Daha önce ben Korkut Bey’le tanışmazdım. Bir de şu var, genellikle öbür insanlar beni bulur. Kamuoyunda şöyle bir imajım var; Yalan yazmaz, sorumlu gazetecilik yapar, söyleneni çarptırmaz. Hakikaten insanlar ne söylüyorsa onu çarptırmam, ne söyleniyorsa iyi anlar, iyi dinler, anlamadığım bir şey olduğunda da sorarım. Mesela, kitap yazıyorsunuz. Ben Haluk Kırcı’ya cezaevinde ulaşmışımdır. Diyelim ki, kitabın birinci baskısı çıktı. O insanla konuşmuşsanız, o insana da saygınız olması lazım. Apar topar avukatına kitabı gönderdikten sonra, düzeltilmesi gereken yerleri ikinci baskıda hemen düzelteyim diye duyarlılık gösteririm. Korkut Eken’e ‘Efsane Yarbay’ ben dedim ama benim bunu demem tek başına yeterli değil ki. Sonuçta gazetenin bir yazı işleri vardır, genel yayın yönetmeni vardır. Onların da bu konu ile ilgili izinleri gerekmektedir. Verdiğiniz başlığı beğenmeyebilir, değiştirebilir. Bu sıfata layık bir subay mıdır? Arkadaşlarının anlattıklarına göre, evet öyle.






HABERTÜRK’TEN TEKLİF GELDİ Mİ? GİDECEK Mİ?



TURKTIME: Ciner Grubu Haberturk Gazetesini yayına soktu. Fatih Altaylı’nın sizi Ciner Grubu’na transfer etmek için teklifte bulunduğu yönünde medyada haberler çıktı. Bu bilgiler doğru muydu?


SAYGI ÖZTÜRK: E biz gazeteciyiz. Ben geçmiş dönemde de, Hürriyet’te çalıştığım dönemde Sabah’a geçtim, Sabah’ta çalıştığım dönemde de Star’a geçtim. Sonra tekrar Hürriyet Grubu’na döndüm. Gazetecilikte her şey olabilir. Ama mutlaka gideceksin diye bir şey yok.



TURKTIME: Peki böyle bir transfer olsa, Hürriyet Grubu’nda sıkıntı yaşar mısınız?


SAYGI ÖZTÜRK: Hiç düşünmedim. Şu an Hürriyet’teyim. Gidip gitmeyeceğim diye birşey söyleyemem. Ama güzel bir gazete yayınlıyorlar. Yeni bir gazetenin çıkmasını biz gazeteciler olarak yürekten destekleriz. Başarılı olmalarını yürekten alkışlarız. O yüzden her gazetenin çıkması basın için, Türkiye için önemli. Bu yüzden Haberturk Gazetesi’nin kamuoyunca desteklenmesi bizi mutlu eder.






SAYGI ÖZTÜRK’ÜN SEDAT PEKER İLE İLİŞKİSİ NE?



TURKTIME: Bazı kesimler tarafından Sedat Peker'e fazla yakın bulunuyorsunuz. Gerçekten gazeteciliği aşan bir yakınlığınız var mı?


SAYGI ÖZTÜRK: Hayır hayır, asla… Ben başında da söyledim. Her şeyi yazabilmelisiniz, her şeyi. Bir kişi ile ilgili lehinde de aleyhinde de yazabilmeliyiz. Gazetecinin bu yönü ile korkusu olmamalı. Gazetecilik ahlakını aşan birşey varsa o ortaya konmalıdır diye bakarım ben olaya. Korkut Eken’e Türk basınından kimse ulaşamadı. Bugün bile Korkut Eken’le ikinci bir röportaj yapan birisi yok. Demek ki buna bir gazetecilik başarısı diye bakmak lazım. Sedat Peker’i biz bir televizyon programına aldık. Bir buçuk saat ve üç arkadaş. Hepsi basının saygın kalemleri: Sezai Şengün, Ömer Faruk Günel. Bu adama askerlik yapmadığını, uyuşturucu kullandığını da söyledik. Yani inanınız, haberler o insanı büyük ölçüde rahatsız etmiştir. Beni niye rahatsız etsin? Ben soru soran insanım. Siz nasıl soruyorsanız, biz de onlara soruyoruz. Ben belgeli çalışırım. Kişilerle ilgili bir şey söyleyeceğim zaman mutlaka belge gösteririm. Mesela, “Milliyetçiyim” diyorsunuz ama buyurun belgesi: ‘Askerliğinizi bile yapmamışsınız!’. Veya uyuşturucu düşmanıyım diyorsunuz ama belgeye baktığınız zaman ‘daha once uyuşturucu kullanıyormuşunuz!’. Ne konuşursam ben belge ile konuşurum. Dolayısı ile böyle bir yakınlık yok. Diyelim ki meslek büyüğümüz Uğur Mumcu, ‘Karases’ olarak bilinen Cemalettin Kaplan ile röportaj yaptı. Yapmayacak mı? Veya birisi gitti Abdullah Öcalan’la İmralı Adası’nda, Kuzey Irak’ta, Lübnan’da gitti röportaj yaptı. Yapmayacak mı o meslektaşımız röportaj? Bunlar mesleki başarı olarak görülmeli. Önemli olan kendinize güven, bende de o güven var. Kime ulaşılamıyor, kimle röportaj yapılması gerekir? Ben onlara giderim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

gallery

Gölge Adam