30 Nisan 2009 Perşembe

Bu nasıl baba?


Öz kızını 4 yıl boyunca tecavüz edip başkalarına sattığı iddiasıyla A.G. tutuklandı

DHA





Tekirdağ'ın Aydoğdu Mahallesi'nde oturan 22 yaşındaki G.G. polise başvurarak babasının kendine 4 yıldan beri tecavüz ettiğini ve son dönemde de para karşılığı erkeklere sattığını söyleyerek şikayetçi oldu. Şikayet üzerine 46 yaşındaki baba A.G. polis tarafından gözaltına alındı.

Tekirdağ Emniyet Müdürlüğü'nde ifade veren G.G., babasının son dönemde sigara ve içki parasını bulmak için kendisini para karşılığında erkeklere de pazarladığını gözyaşları içinde anlattı. Yaklaşık 4 yıldır istememesine rağmen babası ve sattığı erkeklerle birlikte olduğunu anlatan G.G. yaşadığı hayattan kurtulmak için polise sığındığını söyleyerek, "Bu zamana kadar babam olanları anlatırsam beni öldüreceğini söylüyordu. Ama hayatım yaşanmaz bir hal aldı. Daha fazla dayanamadım" dedi.

Genç kızın şikayeti üzerine harekete geçen polis ekipleri işsiz olan baba A.G.'yi evinde yakalayarak gözaltına aldı. Poliste sorgulanan baba A.G., kendisinin suçsuz olduğunu bütün suçun kızında olduğunu söyleyerek, "Kızına zorla tecavüz etmedim. Kızım ile kendi isteği ile birlikte oldum. Benim bir suçum yok. Bütün suç kızımın" dedi.

Polisteki ifadesinden sonra savcılığa ardından da Sulh Ceza Mahkemesine sevk edilen baba A.G. tecüavüz suçundan tutuklanarak Tekirdağ Kapalı Cezaevi'ne konuldu.

'Delillerin karartılmasına ortam hazırladı'


CHP Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin hakkında gensoru önergesi verdi.

ANKA





Önergede “İletişimin ülke genelinde sınırsız tespiti, yargıç-savcıların iletişimin tespiti ve dinlenmesi ile Deniz Feneri olarak adlandırılan davanın Türkiye’deki asıl faillerine ulaşılması konularında görevini kötü kullanan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin hakkında gensoru açılması” istendi.


CHP Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin hakkında gensoru önergesi verdi. Önergede “İletişimin ülke genelinde sınırsız tespiti, yargıç-savcıların iletişimin tespiti ve dinlenmesi ile Deniz Feneri olarak adlandırılan davanın Türkiye’deki asıl faillerine ulaşılması konularında görevini kötü kullanan Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin hakkında gensoru açılması” istendi.

CHP Grup Başkanvekilleri Kemal Anadol, Hakkı Süha Okay ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun imzasını taşıyan gensoru önergesinin gerekçesinde, iletişimin izlenmesi ve dinlenmesi, özel hayatın gizliliğinin Anayasa, yasalar ve uluslar arası insan hakları belgeleri ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile güvenceye alındığı belirtildi. Yargıtay 9’ncu Ceza Dairesi’nin 4 Haziran 2008 tarihli “Amacı ne olursa olsun hiçbir kuruma demokratik hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan insanlar şüpheli görülerek ülke genelini kapsayacak şekilde yetki verilemeyeceği” kararına da vurgu yapılan gensoru önergesinde şöyle denildi:
“İletişimin ülke genelinde sınırsız tespitine ilişkin karar 4 Haziran 2008 tarihinde ortadan kaldırılmasına karşın, Adalet Bakanlığı CMK ve Bakanlık genelgelerinin gereğini yerine getirmemiş, 24 Nisan 2008 tarihlerinde verilen ve 24 Temmuz 2008 tarihine kadar geçerli olan izleme kararlarına karşı, kanun yararına bozma isteminde bulunmamıştır. Adalet Bakanlığı bu kararı ile Anayasa ile güvenceye alınmış temel hakların ihlaline göz yummuş, 70 milyon yurttaşımızı şüpheli konumuna sokmuş ve güvenlikten sorumlu kamu birimleri arasında ayrımcılık yapmıştır. Bu girişimleri örgütleyen ve zemin hazırlayan kişinin Adalet Bakanlığı bürokrasisini yöneten Bakan olduğuna kuşku yoktur.”

-“YARGIÇ VE SAVCILAR ÜZERİNDE BASKI UNSURU…”-

Adalet Bakanı Şahin döneminde bakanlık bürokrasisinin bugüne kadar görülmedik ölçüde yargıç ve savcılar üzerinde bir baskı unsuru olarak kullanıldığı kaydedilen gensoru önergesinde, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği’nin değiştirilerek adalet müfettişlerine iletişimin tespiti ve dinlenmesi konusunda yetkiler verildiği belirtildi. 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda adalet müfettişlerine tanınmayan yetkilerin yönetmelikle verilmesinin hukuksuzluğun ulaştığı noktayı gözler önüne serdiği savunulan önergede, “Adalet Bakanının onayı ile harekete geçen, yöneticilerini Adalet Bakanının belirlediği Teftiş Kurulu’na inceleme aşamasında bile iletişimi dinleme ve tespit isteminde bulunma yetkisinin verilmesinin yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini ortadan kaldırdığı bir gerçekliktir. Bu şekilde alınan yetkilerle kaç yargıç ve savcının telefonunun dinlendiğinin bile bilinmediği bir ülkede yargı bağımsızlığından ve kişi özgürlüklerinden söz etme imkanı yoktur. Yönetmeliği dayanak alan uygulamalar bu tespitleri doğrulamaktadır. Adalet müfettişlerinin suç ve fail hanesi boş olan istem belgesiyle 25 yargıç ve savcının telefonlarının dinlenmesini talep etmesi, yargıç güvencesi ilkesinin ayaklar altına alındığı olaylardan sadece birisidir.


-“DENİZ FENERİ DAVASINDA BAKAN DELİLLERİN KARARTILMASINA ORTAM HAZIRLADI”-

Gensoru önergesinde Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’ne ilişkin davanın 17 Ağustos 2008 tarihinde sonuçlandığı belirtilerek dava dosyasının 24 Şubat 2009 tarihinde Türkiye’ye getirtilebildiği ve 2 ayı aşmasına rağmen halen tercümesinin tamamlanamadığına dikkat çekildi. Önergede şu görüşlere yer verildi:
“Adalet Bakanı söylem, üslup ve özel ilgisi nedeniyle bu davada taraf görüntüsü vermiş, delillerin karartılmasına zaman ve ortam hazırlamıştır. Adalet Bakanı, Almanya Deniz Feneri Davasına ilişkin olarak Alman makamları nezdinde girişimde bulunarak davayı yönlendirmeye çalışmış, Almanya’dan adli yardım çerçevesinde gelen talep konusunda kamuoyunu yanlış bilgilendirmiş, Türkiye’deki asıl faillerin ortaya çıkarılması noktasında himayeci bir yaklaşım sergileyerek yargı üzerinde baskı oluşturmaya çalışmıştır. Almanya’a asrın dolandırıcılık davası olarak nitelendirilen ve Türkiye ayağı siyasetin finansmanı ve bir ideolojiyi yaymak için medya yaratılmasına kadar varan, mütedeyyin yurttaşlarımızı sömürme üzerine kurulu bu önemli davaya ilişkin olarak Bakanlığına gelen belgeler konusunda yurttaşlarımızı yanıltıcı açıklamalarda bulunulması, basit bir hata olarak değerlendirilemez.”

Şehitler burada...




Sözcü Gazetesinden haklı manşet: "Şehirler burada kalleşler mecliste"


Diyarbakır-Bingöl karayolunu Lice mevkiinde dün sabah saat 06.00 sıralarında mayın patladı, 2'si uzman çavuş, 7'i er 9 asker şehit oldu. 9 eve yine ateş düştü. Türkiye'nin en büyük gerçeği terör yine kanlı yüzünü gösterdi.

Gazete bu günkü sayısında,"DTP'li vekiller terörü ranta çeviriyorlar, bir de saldırıdan sonra pişkince ÜZGÜNÜZ açıklaması yapıyorlar" dedi.

'Karşı Taraf’' diye kimleri işaret etti?


Köşe yazarları, Başbuğ'un dünkü açıklamalarını nasıl değerlendirdi?

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un dün Ankara'da Genelkurmay Karargahı'nda medya mensuplarıyla yaptığı iletişim toplantısı yazarlar tarafından farklı şekillerde yorumlandı. İşte o yorumlardan bazıları:

Komutana kulak verin

Güngör Mengi - VATAN


Gücü elinde bulunduranların ve tasarruf hakkını kullananların mutlaka bir tarafı mutsuz edecek şekilde bu eylemi gerçekleştirdiğini sonuç olarak bazılarının mutlu bazılarının tatmin olmadığını ifade ediyor ve ekliyor: “Evet, Orgeneral Başbuğ ‘Biz TSK olarak demokrasiye bağlıyız. TSK bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz. Buna müsaade etmeyiz’ demiştir ama sebebi vardır. Bu sözleri İtalya’nın veya Fransa’nın Genelkurmay Başkanı sarfetseydi garip olurdu. Burası Türkiye ve bu ülkenin ordusu bir darbe soruşturmasının merkezi olarak her gün üretilen şüphe, iddia ve dedikoduların hedef tahtasındadır. O bakımdan bir ayıp varsa ‘Biz demokrasiye bağlıyız’ diyen Başbuğ değil, onu böyle bir güvence vermeye mecbur eden şartları yaratanlar utanmalıdırlar!”

‘Karşı Taraf’ diyerek Başbuğ kimleri işaret etti

Mehmet Tezkan - VATAN


Başbuğ’un açıklamalarında kullanılan ‘karşı taraf’ kelimenin açıklığa kavuşturulması lazım ifade ediyor ve ekliyor: “ Karşı taraf kim? Adresi ne?Bu soruya yanıt vermedi.. Boğaz’ın karşı yakası esprisiyle geçiştirdi..Karşı taraf; askerleri yıpratma kampanyası düzenleyenler mi? Medyaya çarpıtılmış bilgi sızdıranlar mı? Bu konuda koskoca bir soru işareti var.. Samimi olmalarını beklediği ‘karşı’ şimdilik sır perdesi.. konuşulacak!”

‘Demokratik rejime aykırı davrananlar TSK’da barınamaz’

Bilal Çetin - VATAN


Demokratik rejim üzerindeki asker gölgesi iddialarının, darbeler ve darbe girişimlerinin Türk siyasetinin önceden beri en önemli en hassas tartışma konularından biri olduğunu, Ergenekon operasyonları ile başlayan süreçte de en çok tartışılan konunun darbe girişimleri olduğunu söylüyor. Bu soruşturma kapsamında ortaya çıkan bazı yasa dışı faaliyetlerle Türk Silahlı Kuvvetleri arasında bağ kurulmaya çalışılmasını, ele geçirilen silah ve mühimmatların TSK’ya ait olup olmaması konusuna açıklık geldiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Özetle varolduğu iddia edilen darbe girişimleri ve darbe günlükleri işi karışık. Ama Genelkurmay Başkanı şu teminatı net olarak veriyor: ‘Hiçbir darbe heveslisi TSK bünyesinde barınamaz...”

Genelkurmay Başkanı konuşmuş gibi yaptı!

Mustafa Mutlu - VATAN


Dünkü Genelkurmay konuşmasının tam bir savunma metni olduğunu fakat açıkladığı metinlerde savunma yapmasının zaten çok iyi olduğunu belirtiyor. Çünkü TSK şeffaflığının sağlandığını ifade ediyor ve ekliyor: “Sakın yanlış anlamayın; Başbuğ; bu kadar çok savunma yaparak, demokrasiye ve hukuka ne kadar bağlı olduğunu gösterdi... Çok iyi yaptı! Tüm soruları açıkça yanıtlayarak, saydamlığa verdiği önemi kanıtladı; çok iyi yaptı! Karşısındaki gazetecileri ‘benden olan, olmayan’ diye ikiye ayırmadı ve herkese eşit mesafede durdu; çok iyi yaptı!”

Orgeneral açıkladı şimdi sıra savcıda

Necati Doğru - VATAN


Orgeneral’in hiçbir şüpheye mahal vermeyecek şekilde demokrasi ve hukuka bağlılığını bildirdiği ve bu erdemlerin karşısında duranların TSK’nın da karşısında duracağını içinde barındırılmayacağını aktardığını ifade ediyor ve ekliyor: “ Tarihiydi. Orgeneral’in söylediklerini bence şöyle anlamak mümkündü: Üç darbe (1960-1971-1980) ve 1 ittirme (28 şubat) yapmış ordu, değişmişti. Bundan böyle ‘orduyu yönetenler halkın ve Meclis’in bilgisinin dışında hiçbir girişimin, çabanın, niyetin’ destekçisi olmayacaklardı. Demokrasi esastı. Hukuk vazgeçilmezdi.”

Sanki biri düğmeye bastı

Okay Gönensin - Vatan


Genelkurmay Başkanının açıklama yapacağı gün ülke gündemine giren ve hepsi büyük yankı yaratan olayların olmasının tesadüf olmadığını büyük komplo teorileri üretmeye çalışmanın da bir anlamı olmadığını toplumun böyle bir korku ve dehşet ortamına girmesini önlemenin, bunun koşullarını yok etmek sorumluluğunun siyasi iktidarlara ait olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “Hiçbir toplum art arda bu kadar travmayı kaldıramaz. Bu olaylar yan yana konulduğunda ortaya adeta adı konulmamış bir savaş manzarası çıkıyor. Bu manzarada hiçbir toplum moralini düzgün tutamaz”

Bir vesayetten diğerine

Ruşen Çakır - VATAN


Herhangi bir etkili siyasetçinin, Başbakan Erdoğan’da dahil olmak üzere ne zamandan beri böylesine geniş çaplı bir basın toplantısı düzenlemediğini hatırlatıyor. Org. Başbuğ’un dünkü 2.5 saatlik basın toplantısının değerinin bu bağlamda daha iyi anlaşılacağını ifade ediyor ve ekliyor: “Bu ‘açıklık’ ve ‘şeffaflık’ bizi nereye götürebilir? Siyaset ve bunun üzerinden sivil toplum üzerindeki askeri vesayetin kalkması, en azından gevşeyip azalmasına... Çok iddialı olduğunun farkındayım fakat göreve geldiği andan itibaren Org. Başbuğ’u yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak onun adım adım TSK’yı olması gereken yere doğru çekmeye çalıştığını gözlüyorum.”

Askerimiz fakirdendir

Bekir Coşkun - Hürriyet


Hürriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ'un dün yaptığı konuşmadaki "terörle mücadele sürerken bedelli askerlik olmaz" sözünü destrekleyen bir yazı yazdı. Coşkun'un yazısından bir bölüm;

"BEDELLİ askerlik şöyle oluyor:

Parası olanlar, bedel olarak para verip askere gitmiyorlar.

Asker olup da arkası "er mektubu-görülmüştür" damgalı zarflarda "Evvela büyüklerin ellerinden öperim..." diye başlayan mektuplar yazmak fakirlere düşüyor.

Karanlık dağlarda beklemek onlara kalıyor, o eski türküyü söyleye söyleye:

"Yemen yolu çamurdandır / Karavana bakırdandır / Zenginimiz bedel öder / Askerimiz fakirdendir..."

ASKER BU KADAR KONUŞMAMALI

Mehmet Yılmaz Hürriyet


Demokratik bir ülkede, en üst düzey komutanların ülke gündemine ilişkin açıklamalarda bulunmalarının normal bir şekilde karşılanamayacağını belirtiyor ve TSK’nın, dış politika konusundaki görüşlerini açıklayacağı yerin de Milli Güvenlik Kurulu olduğunu söylüyor ve devam ediyor: “Genelkurmay Başkanı’nın, demokratik rejim üzerinde asker vesayeti görüntüsünden hoşlanmadığını, TSK’nın demokrasiye bağlılığından kuşku duyulmamasının bilinmesini istediğini biliyoruz. Bu imajı yaratan önemli hususlardan biri de askerin her konuya müdahilmiş gibi görünmesidir, hatırlatmak isterim.”


ASKER ÇEKİLİYOR, KİM GELİYOR?

Can Dündar Milliyet


İş adamlarının ekonomik gidişattan memnun olmadıklarını fakat AKP’nin nasılsa yüzde 50’nin üstüne oy almasını beklediklerini söylediğini aktarıyor. Bunu söyleyen iş adamının 3 darbeyi de yaşamış biri olduğunu söylüyor ve ülkenin hangi durumda olduğunun sorgulanması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “İşte bu ortamda Genelkurmay Başkanı, ‘Demokrasiye bağlıyız. Farklı düşüncedekileri TSK’da barındırmayız’ dedi. Bu, çok önemli bir tavır... Askerin darbe niyetine, siyasi vesayete son vereceğinin işareti...Demokrasi için gerekli adım; ama yeterli değil... Çünkü işadamından işçisine, işsizine kadar herkes tedirgin. Başı sıkıştığında ‘Asker gelsin çözsün’ refleksine alışmış bir toplumun paniğini kim yatıştıracak? Askeri vesayetin boşluğunu hangi otorite, nasıl dolduracak? Alternatifin ‘cemaat’ olması nasıl önlenecek?”

Hukuk adına balans ayarı…

Yalçın Bayer - HÜRRİYET


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un düzenlediği basın toplantısında, Ergenekon davasına ilişkin olarak yargıya yardımcı olmaya hazır olduklarını ve demokratik hukuk devleti sınırları içinde, hukuk’un işlemesini istediklerini, süreç içinde hukuka bağlı kalmanın herkesin sorumluluğunda olduğunu ifade ettiğini aktarıyor ve devam ediyor: “Genelkurmay bu davanın mahiyeti ve seyri hakkında kendi konumunu Hukuk Devleti konsepti çerçevesi içinde belirlemiş ve yakın takibine almış olduğunu ortaya koydu. Yürümekte olan dava ile ilgili olarak, usule ve yasalara riayet etmenin gereksizliğinden dem vurup, sayfalarında, ekranlarında kaba kompas yayın yapanlara hukuk adına sağlam bir ‘balans ayarı’ yaptı.”


İç barış

Derya Sazak - MİLLİYET


Başbuğ’un açıklama yaptığı saatlerde ülke iç barışına ilişkin bir çok olumsuz gelişme yaşandığına dikkat çekerek neticede Başbuğ’un bu gelişmeler karşısında soğukkanlılığı kaybetmeme konusunda ısrarcı davranılması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Başbuğ, orduyu yakın geçmişin hatalı işlerinden arındırmaya, AB ile üyelik müzakereleri yapan bir ülkede olması gereken demokratik ve anayasal çizgisine çekmeye çalışırken, ‘Gladio’ tarzı yapılanmaların da hukuk yoluyla tasfiyesine karşı çıkmayacağını gösteriyor. Güvenlik ve iç barış konusunda asıl siyasetin çözüm üretmesi gerekiyor. Başbuğ Lice’de şehit olan askerlerle ilgili ‘Acılarımızı içimize gömeceğiz ve terörün üzerine kararla gideceğiz’ derken PKK’nın tasfiyesi konusunda tarihsel bir fırsat olduğundan söz etti. Bu fırsatı kimler, nasıl kullanacak işte asıl mesele.”

Başbuğ, demokrasiye bağlı, darbeye karşı, Ergenekon’a mesafeli

Fikret Bila - MİLLİYET


Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yaptığı açıklamaların önemli mesajlar taşıdığını belirterek hukuka bağlılık, demokrasi ve Ergenekon ile ilgili konulara açıklık getirdiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Org. Başbuğ, basın toplantısı sırasında ve sonrasındaki kapanış konuşmasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin demokrasiye bağlı ve saygılı olduğunu sık sık vurguladı. Demokratik rejime aykırı faaliyetleri anımsatarak kavramların tartışılmasından bile rahatsızlık duyduğunu ifade etti. Org. Başbuğ, ‘darbe’ ve ‘darbeci’ sözcüğünü kullanmadı ama demokrasi dışı faaliyetlere yönelmiş olanların TSK bünyesinde bulunamayacağını, barındırılmayacağını ifade etti. Bu sözleri TSK’nın içine yönelikti. TSK mensuplarına ‘Aklınızdan bile geçirmeyin’ mesajını verdi. Demokrasi dışı faaliyetlere yönelen olursa, ‘TSK’da barınamaz’ diyerek, buna izin vermeyeceğini vurgulamış oldu.”

Genelkurmay Başkanı burada, Başbakan Erdoğan nerede?

Hasan Cemal - MİLLİYET


Genelkurmay Başkanının yaptığı açıklamada sık sık demokratik hakların ve hayatın korunmasına önem verildiği, hukukun üstünlüğüne dikkat çektiğini ve bunu bir iyi niyet sayılabileceğini belirtiyor. Diğer konularda da hassasiyet gösteren Başbuğ’un Kürt politikasında değişime adapte olması gerektiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Başbuğ Paşa bu açılardan ne yazık ki yanlış bir rotada. Hem dağdan indirme, hem de DTP konularında hatalı bir yolda...Ama Genelkurmay Başkanı burada...Peki Başbakan Erdoğan nerede?..Böyle basın toplantıları düzenleyip, gazeteci milletinin karşısına çıkıp milleti neden aydınlatmıyor? Demokrasilerde genelkurmay başkanlarının işi değil ki bu!”


Sivillere ders!

Melih Aşık - MİLLİYET


Başbuğ’un demokrasi ve hukuk kelimesini açıklamalarında ağzından düşürmediğini belirterek mantıklı çözümlemeleri ile bu kavramların içini doldurduğunu söylüyor. bu anlamda demokrasi, hukuk kavramının içini boşaltan sivillere de güzel bir ders vermiş olduğunu aktarıyor ve ekliyor: “Başbuğ, hukuk ve demokrasi laflarını ağızlarından eksik etmeyen ama bu iki kavramın Ergenekon kapsamında ayaklar altında çiğnenmesini inatla görmezden gelenlere hukuk ve demokrasi dersi vermiştir...”

Asker ve hukuk


Taha Akyol - MİLLİYET


Bugüne kadar hiçbir komutanın meclise dahi konuşmadığını darbe planlarını meclis komisyona dahi açıklamadığını belirterek Başbuğ’un hukuka olan vurgusu ve Genelkurmay eski Başkanı Hilmi Özkök’ün savcıya ifade verişinin alışıla gelmişin dışında olduğunu ifade ediyor ve ekliyor: “Bu örnekler TSK’da bir ‘dünya görüşü’ değişiminin göstergeleridir. Elbette vatan savunması, terörle mücadele, vatanseverlik, bayrağın kutsallığı, kahramanlık gibi değerler asla ihmal edilmeyecek üstün değerlerdir; ordu bu uğurda şehitler verir. Son şehitlerini dün vermiş, dokuz vatan evladı terörle mücadelede hayatını kaybetmiştir; Yunus’un deyimiyle, ‘yaş ekini biçer gibi...’ Bu üstün değerler sarsılmadan devam ederken, TSK’da hukuk ve demokrasi fikrinin de gelişmesi, ‘Türkiye’de askeri düşünce tarihi’ bakımından son derece önemlidir.”


Apoletli başbakan

Emre Aköz - SABAH


Her ne kadar Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı konuşmanın olumlu yanlarının olduğunu söylese de bu basın toplantısının yanlışlığına değiniyor. Böyle bir basın toplantısının daha önce Kadınlar Günü’nde afiş asmak gibi her şeye karışmak olduğunu, silahlı kuvvetlerin hükümetin yetki alanında olan bir konuyla ilgili fikir beyan ederek her şeyi kendilerine mal etmeye çalıştığını söylüyor ve ekliyor: “Dünkü konuşma da bunun bir örneğiydi. Org. Başbuğ, ikinci başbakan, adeta apoletli başbakan gibi konuştu. Daha önce yapıldığı gibi Meclis'in ve Hükümet'in yetki alanına giren kimi konularda net ve kesin cevap verdi. Nerede kaldı kuvvetler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü?”

Vizyon birliği

Erdal Şafak - SABAH


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı basın toplantısından yola çıkarak Türkiye’de devletin zirvesindeki isimlerin yaptığı konuşmalara değiniyor. Genel bir sonuca vararak, hepsinin yabancı muhataplara karşı Türkiye’nin çok büyük ve özgüveni olan bir ülke olduğunu vurgulamalarını vizyon birliği olarak adlandırıyor ve ekliyor: “Çankaya, Hükümet ve Genelkurmay, tüm platformlarda, tüm yabancı muhataplarına karşı Türkiye'nin gücünü hissettiriyorlar. Zaten önce bölgesel, sonra da küresel oyuncu olmak hedefine giden yol da büyük düşünmekten, gücünü bilmekten ve kabul ettirmekten geçiyor.”

Bazı açıklamalarla soruların cevapsızlığı artabilir

Mehmet Barlas - SABAH


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı basın toplantısı sonucunda bedelli askerlik dışında hiçbir konuya açıklık getirmediğini belirtiyor. Başbuğ’un bedelli askerliğin Türkiye gündeminde olmadığını açıkça belirttiğini ancak özellikle Poyrazköy’de ortaya çıkan silahların kime ait olduğuyla ilgili soruların cevapsız kalması soru işaretlerini devam ettirdiğini söylüyor ve ekliyor: “Kamu görevlilerinin toplumun gündemindeki konuları aydınlatmak için yaptıkları açıklamalar, bazen o konuları daha yoğun karanlıklara sürükleyebilir. Örneğin Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ'un dünkü basın toplantısı da böyle oldu.”

Asker ve demokrasi

Nazlı Ilıcak - SABAH


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı basın toplantısından hem demokrasi adına çok şey öğrendiklerini vurguluyor. Başbuğ’un daha önceki konuşmaları gibi darbe karşıtı konuşmalar yapmasının demokrasiye bağlılığını ortaya koyduğunu ancak Ergenekon davasında ordunun yıpratılmak istendiği düşüncesinin yanlış olabileceğini vurguluyor ve ekliyor: “Başbuğ'un, Ergenekon davasının, orduyu yıpratma amacıyla kullanıldığını düşünüyor. Oysa bazı TSK mensuplarının katıldığı, hatta başını çektiği rejime yönelik bir yapılanma söz konusuyken, niçin hedef, yıpratma olsun? Aksine, yozlaşan unsurların tasfiyesiyle, ordunun daha sağlıklı bir yapıya kavuşması amaçlanıyor olamaz mı?”


Zincirli gölgeler

Umur Talu - SABAH


Bir ülkede kısa sürelerde neler olabileceğinden yola çıkarak Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı basın toplantısına değiniyor. Özellikle bedelli askerlikle ilgili yapılan açıklamanın demokrasiye aykırı olduğunu çünkü İlker Başbuğ’un, yanlış veya doğru, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üzerinde karar verdiğini belirtiyor ve ekliyor: “Bütün meselelerin birbirinin ayağındaki pranga halinde dolandığı ve dolaştığı memlekette benim için basın toplantısının özü buydu: Demokrasiye, hukuka, yargı bağımsızlığına bağlı olduğunuzu ne kadar beyan ederseniz edin; bir şey var işte, kendini tutamıyor, yerinde duramıyor; orada söz ve mana bitiyor!”

Dünkü Başbuğ

Rauf Tamer - POSTA


Başbuğ’un dünkü toplantısında demokrasi ve adalete olan inancını sık sık vurgulamasının kendisinden takdir topladığını ve bu duruşla içini rahatlatan ‘tam bir Türk Komutanı’ iltifatını hak ettiğini ifade ediyor ve ekliyor: “Ne var ki, tek konu eksik kaldı.

Ne kadar çok ilk var…

Hüseyin Gülerce - ZAMAN


Ergenekon davasıyla birlikte Türkiye’de, hiçbir zaman yargı önüne çıkmayacağını düşünenlerin bile yargı önüne çıkmasından, eski Genelkurmay Başkanı’nın savcılara ifade vermesine; toprağın altından çıkan silahlardan, demokrasiyi engelleyen hukuk dışı yapılara kadar birçok ilkin yaşandığını belirterek darbecilerle birlikte hareket edenlerin hesap verme zamanının geldiğini söylüyor..

Cumhuriyetin genelkurmay başkanlarını düşündüm; Başbuğ'u dinlerken

Hakkı Devrim - RADİKAL


Kenan Evren’e kadar gelen Genelkurmay Başkanları’nın, Fevzi Çakmak’ın halefi olarak görüldüğünü; ancak 12 Eylül ve ertesinin Genelkurmay Başkanları’nın, bir başka neslin temsilcileri olarak kabul edildiğini söylüyor ve devam ediyor: “İnadım inat, adım Hacı Murat vezninde söylemek gerekirse, bizde ortam hâlâ genelkurmay başkanlarını gerçekten olmaları gereken yerde ve anlamda tutacak kıvamda değil. Bunun sebebi biraz da onların kişiliğidir, demiyorum. Ama makamın kıvamını bulmasında kişiliğin de etkisi olacaktır, diye düşünüyor ve yeni gelenleri biraz da bu ümitle seyrediyorum.”

TSK’nın duruşu

Hikmet Çetinkaya - CUMHURİYET


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un, düzenlediği basın toplantısında, TSK’nın, hukuka, demokrasiye ve anayasaya bağlı olduğunu vurguladığını ve açık açık TSK’nın, darbelere karşı duruş gösterdiğini ifade ettiğini; ancak tarikatçı, dinci AKP medyasının bu önemli ifadelere yayın organlarında yer vermeyeceğini ve ikinci plana atacağını belirtiyor ve devam ediyor: “Amaçları çok açık: Bilgi kirliliği yaratıp devletin öteki kurumlarında olduğu gibi TSK içinde de örgütlenmek...”

Başbuğ’un medyaya verdiği ders…

İlhan Selçuk - CUMHURİYET


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un düzenlediği basın toplantısında medyaya ders verdiğini; Başbuğ’un toplantı süresince medyanın yalan dolan üzerine nasıl yayın yaptığını somut örnekleriyle anlattığını; darbe edebiyatıyla ortalığı allak bullak eden medya temsilcilerinin ise anlatılanları sessiz bir şekilde dinlediğini ifade ediyor ve ekliyor: “Başbuğ’un yüksek düzeyde kavrayışı ve konulara egemenliğiyle süregelen basın toplantısından sonra ortaya bir gerçek çıkıyor... Genelkurmay Başkanı’nın açık seçik gerçeği dile getirmesine karşın, RTE ile FETO ortaklığına dayanan cemaat iktidarının çöküşü darbe sayıklamasıyla sürecek...”

Orgeneral Başbuğ Taraf’a akreditedir

Ahmet Altan - TARAF


Genelkurmay’ın bazı basın ve yayın organlarına akredite uygulamasında bulunmasının mahallevari bir davranış niteliği taşıdığını; buna karşın Org. Başbuğ’un istediği an Taraf gazetesini ziyaret edebileceğini; kapılarının herkese açık olduğunu söylüyor. Bununla birlikte Org. Başbuğ’un düzenlediği basın toplantısında bazı sorulara cevap vermezken, sorulmayan soruları cevapladığını belirtiyor ve devam ediyor: “Ben genelkurmay başkanlarının bu kadar ‘askerî’ toplantılar yapmasının pek demokrasiyle ve hukukla uyuşmadığını düşünüyorum doğrusu. Bizim ordu biraz normalleşse artık, sakinleşse, politikayla, hukukla uğraşmayı bırakıp askerlikle uğraşsa, herkes İçin daha iyi sonuç verecek.”

Bir vesayetten diğerine



Ruşen Çakır
Yazara ulaşmak için : rcakir@gazetevatan.com
Increase text size
Bir vesayetten diğerine

Herhangi bir etkili siyasetçinin, mesela Başbakan Erdoğan’ın ne zamandan beri böylesine geniş çaplı bir basın toplantısı düzenlemediğini hatırlarsak Org. Başbuğ’un dünkü 2.5 saatlik basın toplantısının değeri daha iyi anlaşılacaktır. Dünkü toplantının ardından öncelikle, TSK’da, Org. Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olmasıyla birlikte bir değişim, hatta dönüşüm yaşandığını daha emin bir şekilde ileri sürebiliriz. Bu dönüşümün anahtar kavramları hiç şüphesiz “açıklık” ve “şeffaflık”tır. Ve yine hiç şüphesiz, yıllardır içine kapanmış olan Türk ordusu söz konusu olduğu için bu “açıklık” ve “şeffaflık” süreçlerinin tamamlanabilmesi pek kolay olmayacaktır. Bu noktada TSK’nın uyum sorunu kadar, ordunun açılmasını istemeyen “sivil” çevrelerin direnç ve tahriklerinin de epey etkili olacağını öngörebiliriz. İşin ilginci, TSK’nın kendi kabuğunda yoluna devam etmesini sadece bütün varlarını yoklarını ona bağlamış çevreler değil, onu her geçen gün daha fazla devre dışı bırakmak isteyen odaklar da arzuluyor. Çünkü 21. yüzyılda izole bir TSK’nın daha kolay kolay etkisizleşebileceğini; buna karşılık açıklığı şiar edinen Türk ordusunun toplumla ilişkisini rehabilite edebileceğini çok iyi biliyorlar ve bu yüzden onun eskisi gibi yoluna devam etmesi için dua ediyorlar.

Bu “açıklık” ve “şeffaflık” bizi nereye götürebilir? Siyaset ve bunun üzerinden sivil toplum üzerindeki askeri vesayetin kalkması, en azından gevşeyip azalmasına... Çok iddialı olduğunun farkındayım fakat göreve geldiği andan itibren Org. Başbuğ’u yakından izlemeye çalışan bir gazeteci olarak onun adım adım TSK’yı olması gereken yere doğru çekmeye çalıştığını gözlüyorum. Tabii Aktütün saldırısı hakkındaki yayını üzerine Taraf Gazetesi’ne yönelik haşin ve asla onaylanamaz çıkışlarını unutmuş değilim, fakat önceki Genelkurmay başkanlarından birçok açıdan olumlu olarak farklı bir asker var karşımızda. Org. Başbuğ, 14 Nisan konuşmasında da gördüğümüz gibi görüş, tez ve önerilerini kamuoyuna “tek doğru”ymuş gibi sunmuyor, daha doğrusu dayatmıyor. Bazı hassas durumlarda “kırmızı çizgiler” çizmeye kalkıyor fakat aynı zamanda ülkenin temel meseleleri etrafındaki varolan tartışmalara katılmak, onlara katkı sunmak veya yeni tartışmalar başlatmak isteyen bir kişi gibi davranıyor.

Savunma psikolojisi

Dünkü basın toplantısına dönecek olursak: Org. Başbuğ kamuoyuna Ergenekon hakkında çok önemli bilgiler verdi ve konuyla ilgili değerlendirmeler yaptı. Şahsen bazı konularda, özellikle geçmişteki darbe girişimleri hakkında söylediklerinden tatmin olduğumu söyleyemem. Ayrıca Ergenekon kapsamında epey sayıda muvazzaf subayın tutuklanmış olduğu gerçeği üzerinde de pek fazla durmadı. Buna karşılık rejim aleyhtarlarının kesinlikle TSK’da barınamayacağını söylemesi; demokrasiye ve hukuk devletine bağlılıklarının altını defalarca çizmesi takdire şayandı. Ele geçirilen silah ve mühimmatla ilgili söylediklerinin de tamamını olmasa bile birçok karanlık noktayı aydınlattığı açık.

Özetle artıları ve eksileriyle dünkü basın toplantısı TSK’nın şeffaflaşması sürecinde olumlu bir aşama olarak kayıtlara geçti. Eksilerin başında Org. Başbuğ’un özellikle Ergenekon ile ilgili bölümlerde “savunma yapıyor” görüntüsü vermesi geliyor. Normalde bunu onun samimiyetinin kanıtı olarak görür, geçerdik. Fakat TSK’nın belli bir süreden beri sistemli ve organize bir karalama kampanyasına maruz kaldığını düşündüğümüzde, o meşhur “karşı taraf”ın dünkü toplantıyı ellerini oğuşturarak izlemiş olduğunu düşünebiliriz. Ordu zayıfladıkça kendilerinin güçlendiğini düşünüyor olmalılar. Haksız da sayılmazlar.

Ama unuttukları iki çok hayati husus var: 1) Kendileri bir zamanların TSK’sına benziyorlar ve tıpkı onun gibi kendilerini tabu haline getirip siyasi yaşamımızı vesayet altına almaya çalışıyorlar; 2) Türk demokrasisi nasıl bir şekilde TSK’nın vesayetinden kurtuluyorsa, onlarınkinden sıyrılmayı da muhakkak bilecektir.

Orgeneral açıkladı şimdi sıra savcıda


Dün acı dolu gündü. 10 asker şehit olmuştu. Orgeneral, toplantıyı ertelemedi, soruları cevaplayarak “ordunun darbelere bakışına ve toprak altından çıkan silahlarla bağlantısına” ışık tutan açıklamalar yaptı.

Önemliydi açıklama.

Tarihiydi.

Orgeneral’in söylediklerini bence şöyle anlamak mümkündü: Üç darbe (1960-1971-1980) ve 1 ittirme (28 şubat) yapmış ordu, değişmişti. Bundan böyle “orduyu yönetenler halkın ve Meclis’in bilgisinin dışında hiçbir girişimin, çabanın, niyetin” destekçisi olmayacaklardı.

Demokrasi esastı.

Hukuk vazgeçilmezdi.

Ordu, demokrasi dışı hiçbir arayışın içinde değildi. Avrupa Birliği’ne tam üyeliğe de karşı çıkmıyordu. Silah zulalarında, yeraltı sığınaklarında, ormanlarda, Dalan’ın arsalarında falanın ya da filanın tarlalarında gömülü silahlar ordunun malı değildi. Bugüne kadar gömüden çıkartılan 45 silah, ordunun envanterinde yoktu.

***


Türk ordusu; CIA, MI 6, GLADIO türü, “kötülükten yana eli kanlı aşırı sağcı katillerle işbirliği yapıp, gizli askeri tedhiş yaratarak, suçu solcuların üzerine atan ve darbelere ortam hazırlayan” eylemler için kullanılmış olan gömülü silahlara da sahip değildi. NATO’nun, “sahra talimatnamesi” doğrultusunda 1950’li yıllarda gömülen silahlar; Belçika, Hollanda, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve diğer 22 ülkede yapıldığı gibi Türkiye’de de ordu tarafından 1986’da topraktan çıkartılmış, ordunun depolarına alınmış ve bu işlem 1996 yılında tamamlanmıştı. Orgeneral açıkça, samimiyetle, temiz Türkçeyle, hiddetlenmeden, bağırmadan, vücut dilini kullanmadan bunları söylüyordu.

İlk kez açıklanıyordu.

Bu yüzden tarihiydi.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, dün tam 2.5 saat süren açıklamasında dedi ki; Türk ordusu darbe ortamı yaratmak isteyenlere izin ve destek veriyor yakıştırması yapanlar ayıp ediyorlar ve tutuklu emekli generallerin GATA’ya tahliye için getirildiğini söylemek de ahlaksızlıktır. Cihan Haber Ajansı muhabiri Müslüman biri olduğu için ordu onu dağ başında soğuktan donmaya terk etti diye 29/04/2009, 18:43:19 çamur atanlar da yalancıdırlar.

***


Şimdi sıra savcıda.

Gömüden çıkan bu silahlar ordunun olmadığına göre kimindir? Kimler gömdü ve ne için kullanılacaktı. Bunun cevabını vermek, belgeleri, kanıtları ve tutarlı bağlantılarıyla sunmak Ergenekon savcısının tarihi görevidir.12 dalga operasyonla tutuklanan ve şimdi hapiste olan toplam 105 kişi, haklarında dava açılıp yargılanan 142 kişi ve tutuklanmış, dava açılmasını bekleyen 100’e yakın kişinin “ordunun olmayan, ordudan da çalınmamış 45 silah ve mühimmatla bağlantısı” nedir?

Orgeneral açıkladı.

Savcıdan bekliyoruz.

Ayrıca şunu bilmek istiyoruz: Bugüne kadar yapılan 12 dalga operasyonla tutuklanan, gözaltına alınan, tutuksuz yargılanmak üzere haklarında dava açılan yaklaşık 350 kişinin arasında rektörler var. Profesörler, yazarlar, gazeteciler, parti başkanları, TV sahipleri, bilim adamları, “Baba Beni Okula Gönder” ciler bulunuyor. 350 kişinin hepsinin özelliği; cumhuriyetçi, Atatürkçü, laiklik savunucusu olmaları.

Bu 350 kişinin arasında neden “cumhuriyetçi, Atatürkçü olmayan ve laikliği savunmayan bir tek kişi” bile yok?

Orgeneral açıkladı.

Şimdi sıra savcıda!

Sanki biri düğmeye bastı


Okay Gönensin
Yazara ulaşmak için : ogonensin@gazetevatan.com

Türk toplumu bir anda, bir kez daha ağır bir gerilim ortamına sokuldu. Son birkaç günün olayları öyle bir arka arkaya yığıldı ki, “ne oluyor” diye sormaya bile zaman kalmadı.

İstanbul’da bir tek teröristin 6 saat polisle çatışması; 9 kişiyi vurarak 7’sini yaralaması, bir polisi şehit etmesi ve bir vatandaşın da ölümüne yol açması yeterince dehşet verici bir olay olarak kayıtlara geçti.

Daha bu olayın gerilimini üstümüzden atamadan 9 askerimizin mayınla şehit edildiği haberi geldi. Hemen ardından bir canlı bombanın eski Adalet Bakanı Prof. Hikmet Sami Türk’ü öldürmeye kalktığını, sonra bir başka canlı bombanın daha yakalandığını öğrendik.

Biraz sonra da Şemdinli’de 1 askerimizin daha vurularak şehit edildiği duyuruldu.

Yine şehit cenazelerinde içimiz burkulacak...

Hiçbir toplum art arda bu kadar travmayı kaldıramaz.

Bu olaylar yan yana konulduğunda ortaya adeta adı konulmamış bir savaş manzarası çıkıyor. Bu manzarada hiçbir toplum moralini düzgün tutamaz.

***


Sanki birileri bir düğmeye bastı ve birden bombalar, mayınlar çıktı, adı duyulmamış terör örgütleri faaliyete geçti...

Üstelik sağa sola gömülü silahların nereden geldiğini, kimler tarafından gömüldüğünü, ne için kullanılacaklarını da bilmiyoruz.

Böylece Türk halkı korku içinde, tedirgin, geleceğini göremeyen bir topluma dönüştürülmüş oluyor.

Bundan kimin, ne çıkarı olabilir? Herhalde bu toplumda yaşayan, kendisini bu ülkenin vatandaşı olarak gören hiç kimse ülkesinin böyle bir savaş alanına dönüşmesini istemez.

Bunu açıklamak için büyük komplo teorileri üretmeye çalışmanın da bir anlamı yok. Ama toplumun böyle bir korku ve dehşet ortamına girmesini önlemek, bunun koşullarını yok etmek sorumluluğu siyasi iktidarlara aittir.

Siyasi iktidar gerçek bir önderlik sorumluluğu duyuyorsa, toplumuna bu travmaları yaşatmamak için her şeyi yapmak durumundadır. Oysa siyasi iktidarlar 25 yıl boyunca terörü durdurmayı başaramamıştır.

***


“Durdurma”yı sadece askeri yöntem olarak algılayınca, terörü “yok etmeyi” bütün teröristleri öldürmek olarak anlayınca ülkenizi bir 25 yıl daha terörün kucağına itersiniz. İşte bizim siyasi iktidarların yaptığı da bu olmuştur.

Terörü, her türlü terörü, her türlü terörist düşünce besleyen bataklıkları demokrasiyle kurutmayı başaramayan, bunun yollarını düşünmek ve aramak zahmetine girmeyen siyasi iktidarlar bugünkü manzaranın, son birkaç gündür yaşadığımız kanlı olayların koşullarını yok etmemek suçunu işlemişlerdir.

Genelkurmay Başkanı konuşmuş gibi yaptı!


Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un dün düzenlediği “İletişim Toplantısı”nı nefes bile almadan dinledim. Tabii; televizyondan!

“O konuşmayı bir cümleyle yorumla” derseniz, yanıtım hazır:

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepesindeki komutan savunma yaptı!”

***


Beykoz Poyraztepe’de bulunan silahların ve mühimmatın Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait olmadığını söyledi, SAVUNMA YAPTI!

“Demokrasiye, demokratik rejime, hukuk devletine bağlıyız ve saygılıyız” diyerek, TSK’nin bugünkü yönetimini darbeci olarak göstermeye çalışanlar karşısında SAVUNMA YAPTI!

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturma kapsamında tutuklu bulunan emekli ve muvazzaf askerlerin İstanbul GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi’ne sevk edilmelerini “şaibeli”ymiş gibi gösterenler karşısında; SAVUNMA YAPTI!

PKK’yı “kardeş” ilan eden DTP’lilerle aynı çatı altında olmamak için Meclis’e gitmediklerini söyledi; SAVUNMA YAPTI!

***


Sakın yanlış anlamayın; Başbuğ; bu kadar çok SAVUNMA yaparak, demokrasiye ve hukuka ne kadar bağlı olduğunu gösterdi... ÇOK İYİ YAPTI!

Tüm soruları açıkça yanıtlayarak, saydamlığa verdiği önemi kanıtladı; ÇOK İYİ YAPTI!

Karşısındaki gazetecileri “benden olan, olmayan” diye ikiye ayırmadı ve herkese eşit mesafede durdu; ÇOK İYİ YAPTI!

***


Ama o bu savunmaları yaparken onlarca soru üşüştü beynime:

Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin ordusu; siyasetteki, hukuktaki, toplumdaki çarpıklıklar karşısında hissettiklerini ANLATAMIYORSA...

Askeri bölgeye polis sokup kazı yaptıracak kadar yetkisi olan savcıların, İstanbul’un göbeğindeki Şeriat Üniversitesi’ni görmemelerini nasıl değerlendirdiğini ANLATAMIYORSA...

Adalet Bakanlığı’nın Deniz Feneri dosyasını savcılara göndermemek için çırpınmasını nasıl yorumladığını ANLATAMIYORSA...

Bazı tarikatların ve cemaatlerin, devlet kadrolarını hızla ele geçirerek, bizi sürüklemek istedikleri maceraları ANLATAMIYORSA...

Anayasa Mahkemesi’nin, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olmaktan suçlu bulduğu iktidar partisiyle çalışırken zorlanıp zorlanmadığını ANLATAMIYORSA...

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın temel ilkelerinin içinin boşaltılmasından rahatsızlık duyup duymadığını ANLATAMIYORSA...

Tüm bunları “demokrasi gereği” yok saymak zorunda bırakılıyorsa...

Bunda bir “sakatlık” yok mudur?

***


Yasa yetmiyorsa...

Hukuk avuçlarının içine geçmişse...

Siyasiler ihanet içindeyse...

Asker de konuşamayacaksa...

Demokrasiyi kullanarak ülkeyi bölmek ya da din devletine dönüştürmek isteyenlere; hangi demokratik kurum, nasıl engel olacak?

Yoksa; bu durumda, “Hayırlı osssssun” diyerek, “86 yıllık defter”i kapatmamız mı gerekecek?

***


Tamam; Genelkurmay Başkanı konuşmasın... Maazallah darbe falan olur!

O zaman bu sorulara, “demokrasi gereği” Cumhurbaşkanı ve Başbakan yanıt versin!

*****


GÜNÜN SORUSU

Bazı “takkeli liboşlar” ve tarikat şarlatanları yukarıdaki yazıyı okuyunca, “Demokratik bir ülkenin Genelkurmay Başkanı siyasete, yargıya müdahale etmez” diyecekler ve beni “darbecilikle” suçlayacaklar. Sorum onlara:

Bir ülke, demokrasi yoluyla din devletine dönüşürse; o din devleti, demokrasi isteyenlere de aynı özgürlüğü tanır mı?

*****


10 şehit ve gayretli DTP!

Eli kanlı bebek katilleri dün sabah Lice’de 9 askerimizi daha şehit etti... Yetmedi; Şemdinli’de 1 askerimizi şehit etti, yetmedi; Viranşehir’de bir ilköğretim okulunun bahçesindeki anaokuluna molotoflu saldırı düzenleyerek çocukları yakmaya kalkıştı.

PKK’nın “kardeş”i DTP’nin Genel Başkanı da bir mesaj yayınlayarak, ölümlerden büyük üzüntü duyduğunu açıkladı, “Partimiz, ülkenin sorunlarının diyalog yöntemi ile barışçıl bir şekilde çözülmesi için elinden gelen bütün gayreti göstermeye devam edecektir” dedi.

***


Aman; gayret etmeyin Ahmet Türk... Çünkü siz “gayret” ettikçe, katil “kardeş”iniz de gayretleniyor!

Eğer yüreğinizde tırnağınızın ucu kadar “insan sevgisi” kaldıysa (ki; ihtimal bile vermiyorum) köşenize çekilin...


“Demokratik rejime aykırı davrananlar TSK’da barınamaz”


Başbuğ’un darbe iddialarına yanıtı:

Demokratik rejim üzerindeki asker gölgesi iddiaları, darbeler ve darbe girişimleri Türk siyasetinin öteden beri en önemli en hassas tartışma konularından biri. Ergenekon operasyonları ile başlayan süreçte de en çok tartışılan konu darbe girişimleri. Bu soruşturma kapsamında ortaya çıkan bazı yasa dışı faaliyetlerle Türk Silahlı Kuvvetleri arasında bağ kurulmaya çalışılması, ele geçirilen silah ve mühimmatların TSK’ya ait olup olmaması...

Dün Ankara’da bir basın toplantısı düzenleyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Ergenekon soruşturması, ele geçirilen silah ve mühimmat ile darbe iddiaları konusundaki bütün sorulara açık ve net cevaplar verdi.

Aslında Ergenekon soruşturmasının ana çıkış noktalarından biri 2003 ve 2004 yıllarında yaşandığı iddia edilen “Yakamoz,” “ Sarıkız ”, “Ayışığı”, “Eldiven” gibi kod isimler verilen darbe girişimleri ve eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu öne sürülen darbe günlükleri idi...

Darbe iddiaları doğrudan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik olduğu için soruşturma ve operasyonlar sırasında ele geçirilen silah ve mühimmatla ilgili dikkatler de hep TSK’nın üzerinde oldu.

Dünkü toplantıda bu konularla ilgili sorular açık açık soruldu ve Orgeneral Başbuğ da çok açık ve net yanıtlar verdi.

Örneğin darbe günlükleri ve darbe iddiaları. Darbeyi emekli generaller yapamayacağına göre iddialarla ilgili bir araştırma yapılmış mı? TSK içinde darbe yapmaya hazırlanan bir birim saptanmış mı?

Yanıt için söze başlarken “Darbe kavramının tartışılması bile bizi rahatsız ediyor” diyen Orgeneral Başbuğ, son derece kesin ve net bir ifade ile şunları söyledi:

“TSK olarak biz demokrasiye, demokratik rejime ve hukuk devletine bağlıyız ve saygılıyız. Dolayısıyla TSK bünyesinde mevcut demokratik rejime aykırı faaliyette bulunan kimse barınamaz. Buna da müsaade etmeyiz. Bu konulara ilişkin olarak şu anda TSK’nın kendi bünyesinde böyle bir sorun yoktur. Bu soruna yönelik herhangi bir araştırma inceleme ihtiyacı da yoktur...”

Orgeneral Başbuğ, darbe girişimi iddialarını araştırmaya incelemeye gerek yok diyor ama öte yandan Özden Örnek’e ait olduğu ileri sürülen ve Ergenekon iddianamesinde de sözü edilen “darbe günlükleri” ortada duruyor. Ve Ergenekon savcılarının bu günlükleri çok ciddiye aldıkları da belli.

“Medyada çıkan günlükler” diyor Başbuğ ve ekliyor:

“Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Büyükanıt’a bu soru soruldu. Büyükanıt o gün demişti ki ’Genelkurmay Başkanlığı’nın elinde bununla ilgili hiçbir belge yoktur’. Ben de bu cümleyi bugün aynen tekrarlıyorum. Zaten günlüklerin sahibi olduğu iddia edilen emekli Oramiral Özden Örnek de bunların kendisine ait olmadığını iddia ediyor.”

Özetle varolduğu iddia edilen darbe girişimleri ve darbe günlükleri işi karışık. Ama Genelkurmay Başkanı şu teminatı net olarak veriyor: “Hiçbir darbe heveslisi TSK bünyesinde barınamaz...”

‘Karşı taraf’ diyerek Başbuğ kimleri işaret etti!


Genelkurmay Başkanı Org. Başbuğ’u dinlerken tuttuğum notlar.. Silahlar: Belli ki en çok rahatsız olduğu konuların başında bulunan silahlar meselesi geliyor.. Bulunan her silah hep orduyla ilişkilendirildi.. Ordunun toprağa gömülü silah depoları varmış izlenimi yaratıldı..

Başbuğ’un bu konuda söyledikleri netti: 45 silah bulundu, hiçbiri TSK’ya ait değil.. Ordu’nun 1998 yılından sonra yer altına gömülü silahı kalmadı..

Başbuğ bulunan el bombaları ve lav silahları için net ifade kullanmadı.. Açık kapı bıraktı.. Aynı kafile numaralı mühimmatın polisinde elinde olduğuna hatta yabancı ülkelere de satıldığına işaret etti..

Yani her şeyi orduya yüklemeyin demek istedi..

*


GATA’ya nakil: Sorulmadan değindiği noktalardan biriydi.. O konuda çok öfkeli olduğu gözden kaçmadı.. Bunu da sözleriyle belli etti.. GATA’ya sevklerle hiçbir ilgileri olmadığını söyledikten sonra bu iddialar için yalan, iftira dedi.. İddiayı ortaya atanları da ahlâksızlıkla suçladı..

O an aklıma Fethullah Gülen’in GATA-Kulli sözleri geldi..

Özellikle Vakit Gazetesi’nin kampanyası..

*


İddianame: Yumuşak bir tonda ama çok ağır eleştiriler yaptı.. Bir anlamda iddianameyi delik deşik etti.. İddianamede geçen bazı olayların sadece itirafçıların ve gizli tanıkların anlatımına dayandığına dikkat çekti..

Yani belge, bilgi yok!

Daha da önemlisi, bazı olayların anlatıldığını ama o olayların adı iddianamede geçen isimlerle bağlantısının kurulmadığını söyledi.. Havada bırakıldığını.. Örnek olarak da 1993 Bingöl olayını verdi.. Gizli bir tanığın sözlerine ne kadar güvenilir diyerek iddianamedeki hukuki sakatlığa işaret etti..

*


Darbe: Bu bölümün iki boyutu var.. Birincisi bugüne ait.. Başbuğ “demokratik sisteme aykırı olanları barındırmayız” sözleriyle net bir tavır sergiledi.. 2003 yılına ait darbe hazırlığına ve darbe günlüklerine ise girmedi.. Bizde böyle bir kayıt yok diyerek konuyu kapattı..

*


Karşı taraf: Org. Başbuğ’un “her konuda açık ve samimiyiz. Karşıdan da açıklık bekliyoruz.” sözü güne damgasını vurdu..

Karşı taraf kim?

Adresi ne?

Bu soruya yanıt vermedi.. Boğaz’ın karşı yakası esprisiyle geçiştirdi..

Karşı taraf; askerleri yıpratma kampanyası düzenleyenler mi?

Medyaya çarpıtılmış bilgi sızdıranlar mı?

Bu konuda koskoca bir soru işareti var..

Samimi olmalarını beklediği ‘karşı’ şimdilik sır perdesi..

Ama çok konuşulacak!

*****



Başbakan bu sefer izin verecek mi?



Sonunda bir iddia.. Ortada mahkeme kararı yok.. Yok ama Alman savcının iddiası yenilir yutulur gibi değil..

RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın ifadesinin alınmasını kuru kuruya talep etmiyor..

“Meslek edinmiş şekilde dolandırıcılık yapmaktan soruşturulan Zahid Akman” diyor..

Parmak izini..

Avuçiçi izini istiyor ..

Suçlanan kişi şu anda televizyonların ahlak polisi..

Bu konuda hükümetin söyleyeceği tek bir cümle yok mu?

Akman ne kadar güçlüymüş! Her konuda konuşan bakanlar ağzını açmıyor.

*


RTÜK Başkanı koltuğundan niye kalkmıyor biliyor musunuz?

Dokunulmazlık zırhı var da ondan!

Soruşturma açılması için Başbakan’ın izin vermesi gerekiyor..

Biliyorsunuz.. Bir başka soruşturma için Başbakan Erdoğan izin vermemiş, kararı Danıştay kaldırmıştı..

Bakalım bu sefer ne olacak!

*


Akman’ın işi zor.. Tüm medya ‘yandaş’ olsaydı, belki yırtardı..

Onlar bu olayı yok sayıyorlar da!

Komutana kulak verin


Gücünü kontrol etmek zorunda olan devin değişmez kaderdir:

Ne İsa’ya yaranır ne Musa’ya...

Genelkurmay Başkanı’nın açıklamaları üstüne yapılan yorumları izlerken siz de farketmişsinizdir; bir grup komutanın sürekli savunma konumunda olduğunu eleştirirken bir grup da ordunun demokrasiye bağlılığını vurgulamasını bir zaaf ve kompleks gibi değerlendirdi.

Evet, Orgeneral Başbuğ “Biz TSK olarak demokrasiye bağlıyız. TSK bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz. Buna müsaade etmeyiz” demiştir ama sebebi vardır.

Bu sözleri İtalya’nın veya Fransa’nın Genelkurmay Başkanı sarfetseydi garip olurdu.

Burası Türkiye ve bu ülkenin ordusu bir darbe soruşturmasının merkezi olarak her gün üretilen şüphe, iddia ve dedikoduların hedef tahtasındadır.

O bakımdan bir ayıp varsa “Biz demokrasiye bağlıyız” diyen Başbuğ değil, onu böyle bir güvence vermeye mecbur eden şartları yaratanlar utanmalıdırlar!

Türkiye’yi uzaktan seyredenler, Silâhlı Kuvvetler’in bir darbe soruşturması baskısı ile rehin alındığı kanaatine sahip oluyorlar.

TSK’yı şüphe altına sokan iddialar karşısındaki pasiflik siyasi amaçlı bir komplonun yaygın işbirliğine dayandığı inancını besliyor.

Orgeneral Başbuğ dün bu şüpheleri göğüsleyen açıklamalara ağırlık verdi. Bulunan silâh ve mühimmatın TSK’ya ait olmadığını belirtirken, çöplüğe atılması gereken kullanılmış LAW silâhlarının niçin gömülü cephanelikler arasına konulmuş olabileceğini sordu.

Komutan, orduya yönelik tertiplere karşı hukukun koruyucu ve caydırıcı etkisi niçin kendini göstermiyor; bunu sorarken özellikle savcılara mesajlar göndermiştir.

Umarız farkederler.

TSK’nın hukuk sürecine saygı beyanını kimse çaresizlik saymamalı demokrasinin gelişimine işareti sayarak selâmlamalı ve destek olmalıdır.

*****


Katillere lânet!

Kış bitti ya, nefret kozasından çıkan yaratıklar yeniden öldürmeye başladı!

Allahım, bu toplumun bin yıllık kardeşliğini küçük menfaatleri uğruna kurban edenlerin tutsaklığından ne zaman kurtulacağız?

Dün 10 askerimiz şehit oldu. Fedakâr evlâtlarımıza Allah’tan rahmet, yakınlarına ve ulusumuza sabır diliyoruz.

Sicilinde “bebek katili” yazan cinayet örgütünü de lânetliyoruz.

Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un dediği gibi yılgınlığa düşmeden terörle yaşamaya alışmak zorundayız. Aksi görüntü terör örgütüne ümit ve cesaret verecektir çünkü.

DTP milletvekillerini de ettikleri yemini unutsalar bile insan hayatına saygı göstermeye davet ediyoruz.

Dün partiden yayınlanan açıklamada “olaydan üzüntü” duydukları belirtiliyordu.

Kaza mı oldu ki üzüntü?

Ortada pusu kuran bir terörist canavarlık var. Katiller lâneti hak etmiyor mu?

DTP teröre destek vererek partiyi kapattırmanın tahrikini mi yapıyor?

HAİNLERE ANINDA DERS !



Genelkurmay Başkanlığı, Irak’ın kuzeyinde Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerinde tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait hedeflerin, Türk Hava Kuvvetlerine mensup savaş uçaklarınca dün akşam saatleri ile bu sabah etkili bir şekilde ateş altına alındığını ve tam isabetle vurulduğunu bildirdi.


Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan bilgi notunda, konuya ilişkin şunlar kaydedildi:


’’Irak’ın kuzeyinde Zap ve Avaşin-Basyan bölgelerinde tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait hedefler Türk Hava Kuvvetlerine mensup savaş uçaklarınca 29 Nisan 2009 akşam saatleri ile 30 Nisan 2009 sabah saatlerinde etkili bir şekilde ateş altına alınmış ve tam isabetle vurulmuştur.


Görevini başarıyla tamamlayan uçaklarımız emniyetle üslerine dönmüşlerdir.


İcra edilen harekatta, her zaman olduğu gibi sadece PKK/KONGRA-GEL terör örgütü hedef alınmış, sivil halkın olumsuz etkilenmemesi için gerekli hassasiyet gösterilmiştir.’’

ZİRVE YAYINEVİ DAVASINDA ERGENEKON İZİ



Zirve Yayınevi baskınıyla ilgili kabul edilen 2’nci iddianamede Veli Küçük’ün misyonerlik faaliyetlerini yönlendirdiği iddia edildi.

Malatya’da Zirve Yayınevine yapılan baskında öldürülen 3 kişiyle ilgili kabul edilen 2’nci iddianamede, Ergenekon davasında tutuklu bulunan emekli tuğgeneral Veli Küçük’ün misyonerlik faaliyetlerini yönlendirdiği iddiasını kapsayan bir ihbar da yer aldı.
Malatya’da 18 Nisan 2007 tarihinde 3 kişinin öldürüldüğü Zirve Yayınevi baskınıyla ilgili, bir süre önce tutuklanan Varol Bülent Aral ile Hüseyin Yelki hakkında hazırlanan 2’nci iddianamede yer alan 2007/383 soruşturma numaralı dosyada, müdahil vekillerin 21 Kasım 2008 tarihinde verdiği bir dilekçede, İstanbul 13’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde terör örgütü yöneticisi olmak suçundan yargılanan Veli Küçük tarafından, Mersin’de faaliyet gösteren Kayra Yayınevi’nin yöneticisi olan Martin De Lange’nin yanında çalıştırılmak üzere, Levent Ercan Gelegen ve Abdullah Arıkan adlı kişilerin Hıristiyanlık ve misyonerlik konusunda izleme ve yönlendirme yapmak amacıyla yerleştirildikleri ve bu olayın da bir gazeteye ihbar olarak elektronik posta yoluyla gönderildiği yer aldı. Aynı dilekçede İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün söz konusu elektronik postayı gönderen kişinin tespit edilemediğini, ancak gazeteye ihbar yapıldığının doğru olduğu bildirdiği de belirtildi.

Gazeteye gönderilen ihbar mesajıyla ilgili yapılan araştırmada adı geçen Abdullah Arıkan’a ulaşılamadığı, ancak Mersin İl Jandarma Komutanlığı’nda çalışan Abdullah Atılgan adlı kişi olabileceğinin değerlendirildiği ifade edildi. Dilekçede Atılgan’ın ve Levent Ercan Gelegen’in telefon kayıtlarının alındığı da vurgulandı.

Cumhuriyet savcısının ifadesine başvurduğu ihbar mailinde adı geçen Abdullah Atılgan’ın, Veli Küçük’ü tanımadığını ve Kayra Yayıncılığa da hiç gitmediğini söyledi. Atılgan, ifadesinde Mersin İl Jandarma Komutanlığı personeli olduğunu, Levent Ercan Gelegen’in Kayra Yayınevi’nden ayrıldıktan sonra haber elemanları vasıtasıyla bilgi aktarmak istediğini, bu nedenle Gelegen’le istihbarat amaçlı olarak birkaç kez görüştüğünü iddia ettiği belirtildi.

Levent Ercan Gelegen ise Cumhuriyet Savcısına verdiği ifadesinde, Hıristiyanlıkla ilgili kitapların pazarlamasını yapan yayınevinde 2 yıl çalıştığını belirterek, “Veli Küçük ile tanışmıyorum. 2003 ve 2005 yılları arasında Mersin’de bulunan Kayra Yayınevi’nde çalıştım. 2005 yılı Temmuz ayı sonu itibariyle kişisel mazeretlerimden dolayı yayınevi ile ilişkimi kestim. Abdullah Atılgan ile görüşme talebini ben yapmadım, belki talep Abdullah Atılgan’dan gelmiş olabilir” dediği öğrenildi.

Bu arada Levent Ercan Gelegen’in, Zirve Yayınevi cinayetinin azmettiricisi olduğu iddiası ile hakkında dava açılan Hüseyin Yelki ile Kayra Yayınevinin Malatya şubesinde birlikte çalışmalarda bulundukları belirtildi.

Zirve Yayınevi davasında kabul edilen 2’nci iddianamede, Levent Ercan Gelegen ile jandarma görevlisi Abdullah Atılgan’ın aralarında yapmış oldukları telefon görüşmelerinin olduğunun da tespit edildiği belirtildi.

BAKÜ’DE KORKUNÇ SALDIRI !


Azerbaycan’da iki saldırganın bir üniversitede rastgele ateş açması sonucu en az 17 kişi öldü. 15 kişinin de yaralı olduğu belirtiliyor. Ölenler arasında öğretim görevlileri olduğu ve rehineler bulunduğu açıklandı.

Azerbaycan televizyonu Azerbaycan Petrol Akademisi’ne iki kişinin saldırı düzenlediğini açıkladı. Saldırganların üniversite kampüsünde rastgele ateş ettiği belirtildi.


Saldırının gerçekleştirildiği üniversite polis tarafından kordon altına alındı. Saldırganlardan birisinin intihar ettiği belirtiliyor. Diğer saldırgan ise hala binada. Azerbaycan polisi saldırganların kimliğinin tespit edilemediğini açıkladı. Resmi bir açıklama olmamasına rağmen saldırganların üzerinde Gürcistan kimliği çıktığı belirtiliyor.


Azerbaycan televizyonları olayda 15 kişinin yaralandığını ve rehineler bulunduğunu da belirtiyor.


İÇİŞLERİ BAKANI OLAY YERİNDE


saldırganlar Petrol Akademisi’nin ilk katında rastgele ateş açarak altıncı kata kadar çıktı. Azerbaycan İçişleri Bakanı Ramil Usubov’un da olay yerine gittiği kaydedildi. Olay yerine 20 ambulans sevk edildi.

ANSPRESS ajansının haberine göre ise İçişleri Bakan Yardımcısı Vilayet Eyvazov, gazetecilere, saldırganın etkisiz hale getirildiğini ve güvenlik güçlerinin olay yerinde çalışmalarını sürdürdüğünü kaydetti.


ÖLENLER ARASINDA TÜRK ÖĞRENCİ YOK


Azerbaycan Petrol Akademisi’nde okuyan Türk öğrenci Bekir Beleş, CNNTÜRK televizyonuna yaptığı açıklamada 3 sınıf arkadaşının gözleri önünde öldüğünü söyledi. Beleş ölenler arasında Türk öğrenci olmadığını belirtti. Bekir Beleş olay sonrası Azerbaycan’da sağlık kontrolü için hastanede olduğunu söyledi.

Çiçek’in Gökçek’ten arsa ricası









Çiçek’in Gökçek’ten arsa ricası
İddianamede Çiçek’in, Gökçek’ten Lütfullah Kayalar’ın arsası için “aracı” olduğuna ilişkin telefon dinleme kaydı çıktı

Kemal GÖKTAŞ






Ergenekon’da avukatlara verilen ikinci iddianamenin eklerinde telekulağa takılan bazı AKP’lilerin telefon görüşmelerine de yer verildi. Bu dinlemelerden biri, dönemin Adalet Bakanı, Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ile Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasında geçen görüşme oldu. Ergenekon klasörlerinde bu görüşme dökümü şöyle:

Çiçek: Ziya Kahraman ile de görüştük. Lütfullah Kayalar beylerin bir arsasının imarı ile ilgili durum var. Havaalanı yolu üzerinde Fruko fabrikasının orada. Nazar marketi geçiyorsun sağdaki benzin istasyonunu da geçiyorsun Fruko tesislerine gelmeden sağda. Ada düzenlemesi falan yapıyorlar, size göndermişler, imar için tasdiki gerekiyor. Gönderdikleri gibi geçmesi halinde sorun halloluyor. Yani bir iki kişi için düzenleme yapılmıyor, belediye ihtiyaç duymuş düzenleme yapılıyor, o da işin içine giriyor. Bunun bir an önce çıkması gerekiyor.

Gökçek: Abi gelsin çıkaralım.

Çiçek: Evrak zaten sizde Ömer Faruk biliyor onu bir şey yaparsan...

Gökçek: Tamam abi. Çankaya’yı ne yaptınız?

Çiçek: Fransız bakan vardı, iki dakika evvel ayrıldı adam.

Gökçek: İyi peki tamam abi. Bugün görüşeceğim demiştin de..

Çiçek: Görüşeceğim dedim ama öğleden sonra demedim. Hem o (Başbakan) İstanbul’a gitti. Galiba Kanal D’nin yıldönümü var.

Gökçek: Gece gelecekmiş.

Çiçek: Yarın görüşürüz onunla.

Erdoğan ile komutanın atışması iddianamede


İkinci iddianamenin ek klasörlerinde gazeteci Balbay’ın notları da bulunuyor

Ergenekon davasının ikinci iddinamenin ek 204. klasörü Mustafa Balbay’ın notları ve bilgisayara yazdığı belgelerin dökümünden oluşuyor. 4 Ocak 2006’da Başbakanlık’ta yapılan ve dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt, Hava Kuvvetleri Komutanı Faruk Cömert ve Jandarma Genel Komutanı Fevzi Türkeri’nin de katıldığı güvenlik zirvesinin notlarının da Balbay’ın bilgisayarında yer aldığı ileri sürülüyor. Bu notlara göre güvenlik zirvesine katılan Başbakan Erdoğan, dönemin kuvvet komutanlarıyla şöyle tartışıyor:

Başbakan: İrtica konusu hassastır. Sizinle hemfikirim. Bu konuda ortak dil geliştirilmelidir. Cumhuriyetin ilk döneminde irtica vardı. Fakat bugün yok.

Genkur. Başkanı: Kutlu doğumun mülki amirlerle ilgisi yok. MEB yönetmeliğinde böyle bir konu yok. Kendi yönetmeliğinde yer almamasına rağmen internet sitesine bu konuyu koymuştur. Sunumda İmam Hatiplere karşı bir tavır yok. İmam Hatip okullarını farklı açılara çekmek isteyenler var.

KKK: Elimde bir araştırma var. Bilimsel olduğu iddia edildiğinden bilimseldir diyebiliriz. (TESEV’in raporu) Soru şu: Kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz? Yüzde 44.6’sı öncelikle Müslüman olarak tanımlıyor. (...) Sizce Türkiye parti sistemi içinde temelinde din olan parti yer almalı mı sorusuna 1999’da yüzde 25 evet derken 2006’da bu oran yüzde 41’e çıkmıştır. (...) 2003 yılında yüksek öğretim kurulu ve diyanet işleri başkanlığından alınan rakamlara göre diyanet işleri başkanlığının kadro ihtiyacı 5500’dür. İmam Hatip Lisesi mezunlarının sayısı ise 25.000’dir.

Başbakan: Bu mümkün değil

KKK: Kimse İHL ve ilahiyat fakültelerine karşı değil.

Başbakan: Bu sayıları Milli Eğitim Bakanlığı ile bir check edin. Bu rakamları nereden aldınız?

KKK: Bekir Kalyoncu Paşa’dan.

Başbakan: Bekir Bey nereden aldıysa yanlış almış.

Korg. Bekir Kalyoncu: RTÜK’ten aldım.

Başbakan: Sıkıntı zaten orada

Genkur. Başkanı: Bu rapor TESEV’in bunun bilimsel bir tarafı yok.

Başbakan: Kendisinin tarikat şeyhi apaçık belli olan, sakalı olan bir kişinin başkanlığını yaptığı partiye karşı bir uygulama yapıldı mı?

KKK: Biz hukuk devleti diyoruz. Siz tavır alırsanız birileri etkilenir.

Başbakan: Savcılar niçin müdahale etmiyorlar.

HKK: Hukuk devletinde savcı yasa neyse onu yapar. Siz hangi kanunu çıkarırsanız savcı onu uygular.

Başbakan: Sayın Cömert! Yoruma göre değişiyor.

HKK: Biz hukuk sistemini de suçlamayalım.

Başbakan: Ama şunu da bileceğiz. Hukuk matematik değildir. Bana şeytan diyorlar. Bütün bunlara rağmen savcılık birşey yapmıyor.

HKK: Bizim her söylediğimize siz karşı çıkıyorsunuz.

Başbakan: Dinle! Ben bu kurulun başkanıyım. Siz üye olarak benim sizinle aynı şeyi düşünmediğimi söylüyorsunuz. Ben de başkan olarak kendi düşüncemi söylüyorum.

HKK: Açık olarak söylüyorum. İktidarınızda öyle şeyler yaşanıyor ki büyük değişimler var ülkemizde. Okullar, TV’ler din ağırlıklı. TRT dini yayınlar yapıyor.

Başbakan: Siz hangi dünyada yaşıyorsunuz. Nerede yaşanıyor bunlar.

HKK: TRT 2’de her sabah dini program yayınlanıyor. Bir milli Eğitim Bakanlığı var ki bütün meselesi İHL, dini konular vesaire vesaire.

Başbakan: Katılmıyorum.

HKK: MEB’in o kadar sorunu varken Millilikten uzaklaştırılan bir eğitim sistemi var. Kısacası, hükümet başı olarak partinizin hassas olması, üniter devlet yapısına sahip çıkmasını istiyoruz. Ümmetçi yaklaşım sergiliyorsunuz.

Başbakan: Dinle o zaman beni. Siz başka bir dünyada yaşıyorsunuz. Size birileri birşeyler getiriyor, onlarla konuşuyorsunuz. Biz okullara bilişim teknolojilerini getiriyoruz. Doğuda, Güneydoğu’da şunları şunları yapıyoruz. Tabii siz oralarda fazla dolaşmıyorsunuz. Siz bunları takip etmiyorsunuz.

2006’DAKİ TARTIŞMA

Tartışmanın yaşandığı dönem Yaşar Büyükanıt Kara Kuvvetleri Komutanı, Faruk Cömert ise Hava Kuvvetleri komutanıydı. İddiaya göre aynı toplantıda askerler DTP’li başkanlardan rahatsızlıklarını da dile getirdi.


‘İlhan Bey, 9 Mart’ı iyi ki yapamadınız!’

Ek klasörlerdeki notlara göre 1 Ekim 1999’da Mustafa Balbay, İlhan Selçuk, MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ve MİT Müsteşar Yardımcısı Miktad Alpay yemek yiyor. Yemeğin bir anında Atasagun, 1970’lerde İlhan Selçuk’a bir anısını anlatıyor: “Erenköy’de bir gece nöbetçiyim. Sizi bir odada tutuyorlar. Gözleriniz bağlı. Sanıyorum yatağa da hiç olmayacak biçimde bağlı tutuyorlar. ’Buna gerek yok’dedim. Çözdüler, siz bir ilaç istediniz, verdim.”

Bu konuşma sırasında Miktad Alpay söze giriyor: “İlhan bey, eğer 9 Mart kazansaydı bir de 10 Mart olacaktı. Çünkü siz de kendi içinizde parçalıydınız. İçinizde Kemalizmi daha ileri götürmek isteyenler vardı, Marksist - Leninist kişiler de vardı. Kazanınca bir de kendi içlerinde kavga edeceklerdi. İyi ki kazanmadınız diyorum ben.”

9 Mart 1971’de Celal Madanoğlu, Doğan Avcıoğlu gibi isimlerin önderliğinde sol bir darbe planlanmış ancak başarısız olmuştu.

Münevver'in gizli günlüğü!


Bu günkü Gazete HABERTÜRK'te, Münevver Karabulut’un günlüğünün bazı bölümleri yayınlandı.

Habere göre günlüğe Münevver şu notu düşmüş: “Cem’in babası, annesini Gülşah diye biriyle aldatıyor”


İşte günlükten bazı başlıklar:


‘İNŞALLAH EVLENECEĞİZ’

Günlükte Münevver Karabulut, katil zanlısı Cem Garipoğlu’nun alkol bağımlılığını ve Lavren adlı genç bir kıza ilişkin kıskançlık duygusunu da gözler önüne seriyor. 27 Ocak Salı günü duygularını kaleme alan genç kız, “Cem, 00.00’da mesaj attı. Daha sonra dershane çıkışıma geldi. Bebek Koru Kahvesi’ne gittik. Cem’in alkolü
bir aylığına bırakacağına dair iddiaya girdik. Güzel bir gündü” diyor. Münevver’in günlüğündeki son yazı ise 19 Şubat Perşembe’ye ait: “Cem rüya görmüş. Biz 30 yaşındaymışız. Ben hamileymişim ve kızımız olmuş. Adını Sakine koymuşuz. İlk defa böyle bir rüya gördüğünü söylüyor. Etkisinde kalmış. 23’te benim, 24’te onun üniversitesi bitiyor. 23’ümde evleniriz inşallah. ‘Dünyanın neresinde olursam olayım ayda 20-25 bin Euro kazanırım. Senin çalışmana gerek yok” dedi’ ifadesini kullanıyor. İşte o günlüğün detayları:

‘YAŞAMAK LAZIM’

11 Ocak Pazar: “Cem’in abisi benim için ‘İyi kız’ demiş. Ela da, ‘Birbirinize
ketçaplamayonez kadar yakışıyorsunuz’ demiş. Cemde, ‘Anlatamam, yaşamak
lazım’ cevabını vermiş”

29 Ocak Perşembe: “Dün akşam otobüs yüzünden tartışmıştık. Cemgeldi,
birlikte Astoria’ya gittik. ‘Düzeleceğim, söz veriyorum’ dedi. ‘Haklısın, diyecek
hiçbir sözümyok’ dedi. ‘Böyle yaparak güvenimi sarsıyorsun’ dedim”

17 Ocak Cumartesi: “Fal baktırmaya gittik. Falcı, ‘İçinde e, r, m harfleri
olan biriyle duygusal anlamda beraberliğin var’. Efendi ama bazen seni yoruyor. Alttan alacaksın’ dedi. Lavren’i sordum; ‘Hiçbir şey hissetmiyor.
Zaten o kız başka biriyle beraber’ dedi. ‘Ailesi’ dedim; ‘Bazen sana çok küstahça,
farklı geliyorlar. Ama görüşleri olumlu’ cevabını verdi.

Almanya, Kanal 7’yi sordu












Zekeriya Karaman












Almanya, Deniz Feneri e.V. soruşturması kapsamında Türkiye’ye, aralarında RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın da bulunduğu 16 kişinin Kanal 7 televizyonu ile Türk ve Alman Deniz Feneri dernekleri arasındaki bağlantıyı sordu



Almanya, ikinci dalga Deniz Feneri e.V. soruşturması kapsamında Türkiye’ye gönderilen adli yardımlaşma talebinde, aralarında RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın da bulunduğu 16 zanlının Kanal 7 televizyonu ile bağlantısını sordu.
Mevzuat gereği yeminli mütercimlerce Türkçe’ye çevrilerek aslıyla birlikte Almanya’dan Türkiye’ye gönderilen ve geçtiğimiz cuma günü Adalet Bakanlığı’na ulaştığı açıklanan 84 sayfalık adli yardımlaşma talebinde, adları belirtilen 16 zanlıya ilişkin polisiye bilgilerin yanı sıra, bu kişilerin ticari, siyasi ve dinsel bağlantıları hakkında da bilgi istendi.
Frankfurt Bölge Mahkemesi Savcısı Martin Links imzalı adli yardımlaşma talebinde, “Bu kişilerin Kanal 7 televizyonu (İstanbul ve Frankfurt/Main) ile hangi iş ve organik irtibatı vardır” ifadesine yer verildi.
Savcı Links’in yetkili adli makama yönelttiği adli yardımlaşma talebinde, alınacak ifadeler ve yapılacak araştırma sonucu gerekli delillerin bulunacağının tahmin edildiği dile getirildi. Bu delillerle, Türkiye’ye havale edilen bağış paralarının nerede kullanıldığının ortaya çıkarılacağı ifade edilirken, özellikle Kanal 7 televizyonu yayıncısı Yeni Dünya İletişim A.Ş. yöneticileri ile çalışanlarının Türkiye ve Almanya’daki Deniz Feneri dernekleriyle bağlantıları üzerinde duruldu.



Milyonlarca euro buharlaştı
Almanya’da 17 Eylül 2008’de sonuçlanan ilk dalga Deniz Feneri e.V. davasında sanıkların ‘Türkiye’deki asıl karar vericilerin’ talimatıyla 2002-2007 arasında Almanya’da en az 42 milyon euro topladıkları belirtildi. Bu rakamın 17 milyon euro’sunun nakit olarak kuryelerle Zekeriya Karaman’a ulaştırıldığı, 8 milyon euro’nun Türkiye’deki Deniz Feneri’ne havale edildiği, 4 milyon euro’nun dava başlarken Almanya’daki Deniz Feneri hesaplarında bloke edildiği, kalan miktarın da idari ve cari giderlerle reklamlara harcandığı belirlendi.
Resmi muhasebe kayıtlarıyla yasa dışı muhasebe kayıtları arasında 11.7 milyon euro fark saptanırken, mali bilirkişi raporuna göre, kasada 2.8 milyon euro’nun eksik olduğu tespit edildi.




Soruşturma sürecinde Deniz Feneri ve Kanal 7 ile, bağlı kuruluşların tek elden yönetildiği bulgusuna ulaşan Frankfurt Savcılığı, Türkiye’ye Kanal 7 odaklı sorular yöneltti .



Alman savcılığının soruları
Alman savcılığının Türk adli ve polisiye makamlarından yanıtının bulunmasını istediği sorular ise şöyle:
- Deniz Feneri e.V.’ye yapılan bağışlar, (ayni ve nakdi) Türkiye’de hangi şekilde dağıtıldı?
- Deniz Feneri Derneği e.V. ile Kanal 7 yöneticileri arasında hangi iş, organik irtibat ve sözleşmeler bulunmaktadır? Bu sözleşmeler ne zamandan beri vardır ve hangi biçimdedir?
- Kanal 7 televizyon yayın kurumu (İstanbul ve Frankfurt/Main) ve zanlılar arasında hangi iş ve organik irtibat bulunmaktadır?
- Kanal 7 Televizyonu’nda resmi yönetim kurulu yanında fiili bir başka yönetim kurulu var mıdır?
- Zekeriya Karaman, Mustafa Çelik, İsmail Karahan ve Harun Kapıyoldaş’ın Türkiye ve Almanya’daki Deniz Feneri derneklerine etkisi var mı veya var mıydı?
- Deniz Feneri e.V. bağışçıları ve dernekten yardım alanlar hakkında ayrıntılı bilgi verilebilir mi? (Bağış belgelerinin Türkiye ve Almanya’da muhtemel çifte kullanımının denetlenmesi ve belgelerin karşılaştırılabilmesi için)
- Alman Deniz Feneri’nden Türk Deniz Feneri’ne havale edilen bağış paraları nasıl kullanıldı?
- 2002-2007 yılları arasında yurt dışındaki (Yemen, Bulgaristan, Kosova vb.) yardım projelerinin faturaları elde edilebilir mi?



Vakit küstahlıkta sınır tanımıyor




Vakit yazarlarından Hasan Karakaya'nın bu günkü yazı başlığı "Sanki Başbakan... Sanki İcraatın İçinden!" şeklinde.

Sarıkaya Genelkurmay başkanı Bağbuğ'un dün yaptığı konuşmasını eleştirirken her zaman olduğu gibi kantarın topuzunu kaçırmış Sarıkaya, Bağbuğ'un asker değil de, siyasetçi gibi konuştuğunu; konuşmayı Genelkurmay Başkanının değil de, Başbakanın yaptığını ima eden yazınsının başlıca bölümleri şu şekilde:

* “GATAkulli” olayına gelince... Sayın Başbuğ, adres olarak Adalet ve Sağlık bakanlıklarını gösteriyor ama sadece şu kadarını sorayım:
“Levent Ersöz, Haseki Hastanesi’ne kaç asker eşliğinde geldi, GATA’ya sevk kararını nöbetçi doktor mu verdi, yoksa başka bir doktor mu ayarlandı?!?”

Diğer baın mensuplarına da yüklenerek;
“Sivillere istifa çağrısı”nda bulunan “akredite”ler, acaba “askerî sorumlular”a niye “istifa” çağrısında bulunmazlar?..
O kadar “yürekli” mi değiller, “maça”ları mı sıkmıyor?


SALDIRILARIN ZAMANLAMASI İLGİNÇ!
Haa, bu arada “askere pusu” ve “Türk’e suikast girişimi” olaylarını ve bu eylemleri gerçekleştiren örgütlerin “zamanlama”sına dikkat etmek gerektiğini düşünüyorum!..
PKK ve DHKP/C’nin “taşeron” örgütler olduğu, bu örgütlerin “Ergenekon tarafından kullanıldığı” hem inkâr edilemez, hem de “belgeli gerçek”lerden!..
İşte bu “taşeron”ların, tam da “Başbuğ’un basın toplantısı”ndan önce Bostancı’da polisle çatışmaya girmesi, “askere pusu” düzenleyip 10 anakuzusunu şehit etmesi, siyaset sahnesinden çekilen Hikmet Sami Türk’e suikast girişiminde bulunması, son derece ilginç geldi bana!..
Bana öyle geliyor ki;
Bu “taşeron”lar bazı söylem ve eylemlere haklılık kazandırmaya çalışıyorlar!..

detayhaber.blogspot.com

29 Nisan 2009 Çarşamba

Özbekistan Nurcuları yasakladı


Özbekistan yönetimi, Nur cemaatine ait tüm faaliyetleri ülkede yasakladı.
Özbekistan yönetimi gerekçe olarak ‘Radikal unsurlar" taşıyan bazı dergi ve kitapları gösterdi.

Özbekistan, geçtiğimiz yıl yine Said-i Nursi’nin fikirlerine yer verdiği için iki gazeteyi kapatmış ve yazıları yazan gazetecileri ağır hapis cezasına çarptırmıştı. Yetti İklim Gazetesi Sahibi Şevket İsmailov ve İrmoq Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Davron Tojibayev, gazete ve dergilerinde Said-i Nursi’nin fikirlerine yer verdiği gerekçesiyle 8’er yıl ağır hapis cezasına çarptırılmıştı.

ŞEMDİNLİ'DE TACİZ ATEŞİ


Şemdinli'de askeri birliğe taciz ateşi açılması sonucu 1 askerimiz şehit oldu.

Ayrıntılar geliyor..

Yayın yönetmenine Ergenekon fırçası


Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Genelkurmay Karargahı'nda “İletişim Toplantısı”nda Başbuğ'un konuşmasının ardından soru cevap ksımına geçildi.
İlk soru Uğur Dündar'dan geldi. Dündar Poyrazköy'de bulunan mühimmat Emniyet Genel Müdürlüğüne verilenlerden olabilir mi bu konuda bir araştırmanız var mı?

Başbuğ: "Poyrazköy'deki mühimmatla ilgili olarak net dökümler yok ama dolu lavlardan biri sat komutanlığı envanterinde değil" dedi.

STAR'IN YAYIN YÖNETMENİNE ERGENEKON FIRÇASI
Mustafa Karaalioğlu: Ergenekon iddianamesinde Eski TSK personeliyle ilgili iddialar var. Özkök bu konuda ifade verdi. Kamuoyunda herkesin bir kanaati var. Sizin yaklaşımız nedir.


Başbuğ: İsim zikrediyorsunuz. Bu yanlış. Dava ile ilgili özel isim olmadığı yönünde mahkemenin kararı var. Bu davanıjn özel isimle anılmayacağı yönünde mahkeme kararı var. Hukuk devletiyiz, saygı göstereceğiz. İşimize gelince evet, işimize gelmeyince hayır. Hatırlıyorsunuz Harp akademilerinde yaptığım konuşmada biz TSK olarak demokratik rejime bağlıyız ve saygılıyız. Demokrasinin vazgeçilmez noktalarından bir tanesi de yargı bağımsızlığı ve hukukun sütünlüğüdür. Dolayısıyla herşeyden evvel mevcut yargı ve hukuk düzenine zarar verecek davranışlardan herkes kaçınmalı.





MASUMİYET KARİNESİ
Madem sordunuz söyleyelim. Mahkemeler kesin karar verinceye kadar herkes suçsuzdur. Bu davada masumiyet karinesine uyuluyor mu? Ben soruyorum cevap vermeyeceğim. Bu kişelere verilen moral açısından etik açısından verilen cavabı kim kapatacak. Medyaya da bu konuda çok görev düştü. Medya olarak siz de kendiniz sorgulayın.

SORUŞTURMANIN GİZLİLİĞİ
2. konu soruşturmanın gizliliği ilkesi Türkiye'de gerçekten var mı yok mu? Örnek vermek istemiyordum ama mecbur kaldım vereceğim. Bu poyrazköy'de bulunan mühümmat bir TV'de 50 dakika gösterildi. Gösterilen BANT 10 dakikalık. Ama defalarca verildi. Bunun 50 dakika gösterilmesinin amacı nedir ben de bunu soruyorum. Soruşturma ve yargılama yapılırken kurumların sagınlığına gölge düşürülmemeli.


Türkiye her sabaha kalktığında acaba kimin ses kaydıyla karşılacağız noktasına geldi. TSK'yı ilgilendirdiği için söylüyorum. 2. iddianamede Bingöl'de meydana gelen olayla ilgili bir gizli tanık ifadesi var. Gizli tanık kimdir? Bu gizli tanığın verdiği ifadeyi koymuşsunuz ordaki ismi geçen insanlarla organik bir bağ yok. Bazı olaylar sadece gizli tanık ve itirafçılaa dayanıyor.


SORULAR
Bir gazeteci:
Emekli Orgeneral Hilmi Özkök'ün ifadesinin alınmasını daha sonra mı öğrendiniz?
Başbuğ: Bu soruşturma sürecinin devam edeceği anlamına geliyor. Hepimize düşen bu soruşturmanın sonucunu beklemek. Sayın Özkök, bu konuyla ilgili kendisi de ifade etti; bizden salt hukuk boyutuyla ilgili bilgi talep etti, hukuk çerçevesiyle. Biz hukuk bazında danışmanlık görevimizi yerine getirdik.


DARBE GÜNLÜKLERİ
Mehmet Ali Birand / CNN TÜRK-Kanal D:
Emekli Oramiral Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen darbe günlüklerini sordu.


F. Altaylı: Özden Örnek'ten yola çıkarsak TSK'nın darbe yapmaya yönlendirdiği iddiaları var. Siz bu konuylas ilgili bir soruşturma yaptınız mı? Ordu içinde ayrı bir çalışma var mı?

Mehmet Ali Birand'ın kazılarla ilgili “topraktan fışkırma” ifadesini kullanması üzerine Başbuğ ile Birand arasında şu diyalog yaşandı: Başbuğ: Sayın Birand, siz en duayensiniz. Fışkırma lafı doğru mu? Bu kazmayı vur, fışkıracak demek.
Birand: Peki topraktan çıkacak diyelim o zaman.
Başbuğ: Gerçekten güzel bir tabir mi?
Birand: Peki, geri aldım.
Başbuğ: Bunu kamuoyunda korku, karamsarlık haline getirmek doğru mu?
Birand: Ama başka ülkede bulunmuyor bu kadar?
Başbuğ: Ne biliyorsunuz.


Erdoğan Aktaş: TSK yıllardır terörle mücadele ediyor. Terör örgütünü Ergenekon örgütünü kurduruduğuna dair bir iddia var. Sizler terörle mücadele ederken buna yaklaşımınız bir oldu mu? Böyle birşey mümkün mü?


Soru: Silah ve mühimmatlar bulundukça halkında tepkilerini alıyoruz. Ciddi bir endişe ortaya çıkıyor. "Bu silahlarla derbe mi yapılır" diyen var. "Bu silahlarla ülkede ciddi bir kaos yaratılabilir." diyenler de var siz ne düşünüyorsunuz?


Başbuğ soruların hepsini birlikte cevaplıyor:
-TSK olarak demokratik rejime bağlıyız ve saygılıyız. TSK bünyesinde farklı düşüncede olan kimse barınamaz. Buna müsade etmeyiz. Bu konulara ilişkin olarak TSK'nın kendi bünyesinde böyle bir sorun yoktur. Böyle bir araştırma inceleme ihtiyacı da yoktur. Medyada çıkan günlükler konusu.. Bu konuyla ilgili olarak 12 nisan 2007 tarihinde Org. Büyükanıt'a bu soru soruldu. O gün demişti ki Genelkurmay başkanlığının elinde bu konuda herhangi bir belge yoktur. Basında yayınlanan türde darbe planlarına ait resmi bir belge mevcut değil. Özden Örnek de o günlüklerin kendisine ait olmadığını iddia ediyor.


-PKK terör örgütü ile ilgili bağlantı konusuna gelince genellikle gizli tanıklara dayanarak yapılan beyanlara ilişkin. Bu iddialar itirafçılara dayanıyor. 93'te Bingöl'de 33 erin şehit edilmesinin bu olayla bağlantısı nasıl kuruluyor anlamakta güçlük çekiyorum.


-Hukuk devletinde bir kurumun yargı sürecine destek vermesi mümkün değildir. Önemli olan soruşturma süreci yasalar çerçevesinde yürütülüyor mu yürütülmüyor mu? Özel yetkili mahkemelerin görev ve yetkilerini iyi anlamazsanız yanlış yorumlar yaparsınız.


GATA'DA USULSÜZLÜK İDDİALARI
- İstanbul Haydarpaşa Gata hastanesiyle ilgili iddialardan rahatsızız. Bize bu süreçle ilgili bir yetkimiz yok. GATA'ya yapılan sevklerler TSK'nın ilgisi olduğu çirkin bir iftira ve yalandır. "Bu kişiler hasta değil, GATA'ya usulsüz sevkedildirler, GATA'da yapılan tedaviler usulsüz" bu kadar yazılıyor çiziliyordur. GATA'da yapılan herşey usule uygundur. Ve bu konuda yapılan açıklamalar ahlaksızçadır.


PKK'NIN TASFİYESİ
-"PKK'nın tasviyesi için yeni birşeyler yapılmalı" dedim. TCK'nın 221. maddesi uygulanırsa dağdaki çözülmenin etkili olacağına inanıyorum. 221. madde zor bir madde. Bu maddenin daha nasıl iyi işleyebilir. Bu maddeyi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye biz de çalışmalar yapıyoruz. Bu kapsamda diğer bir ilave teedbir de düşünülebilir. Teslim olmayı biraz daha cazip hala getirmemiz lazım. Mutlaka topluma kazandırma merkezlerinin de kurulması gerekli. Önemli olan bu yasanın teröriste daha cazip kılacak hala getirilmesidir.


KİMSE BENDEN DTP'YLE BİRARADA BULUNMAMIZI BEKLEMESİN
-Meclis içinde olan bir siyasi grup, siyasi parti gibi görünüyor. O grubun terör örgütüyle olan bağını açıklamadığı sürece bir arada bulunmamız mümkün değil. Terör örgütüyle bir mesafe koyamıyor. Bu sabah ben 9 şehit veren bir grubun komutanıyım. Kimse benden birarada olmamızı beklemesin.


BEDELLİ ASKERLİK GÜNDEMİMİZDE YOK
-Bedelli askerliğe gelince Bedelli ancak fazla yükümlülük olması halinde uygulanır. 2008'den bu yana asker ihtiyacı karşılaması düşüyor. TSK ihtiyacını karşılayamazken bedelli askerlik uygulamasını düşünmemiz mümkün değil. Türkiye terörle mücadele ederken bu ortamda kimse bedelli askerliğe evet diyemez. Bunun altını çiziyorum. Biz bu durumu izah edemeyiz. Parayla askerliği biz vatandaşımıza anlatamayız.


-Cemaatler konusunda Harp Akademileri'nde yaptığım konuşmaya ekeleyeceğim bir şey yok.


Cihan haber ajansı muhabirinin helikoptere alanımamasında herhangi bir kasıt yok. Elinde bizim elimizde olduğundan farklı bir bilgi olan varsa bize ulaştırılsın. Bir hata varsa gerekeni yaparız. Ben gerektiğinde teröristi bile TSK'nın helikopteriyle taşıyorum.


gallery

Gölge Adam