1 Mayıs 2009 Cuma

AKP marifetiyle demokrasi geleceği fikri ham hayaldir



13 Haziran 2007’de Ümraniye`de bir gecekonduda bulunan el bombalarının Cumhuriyet Gazetesi`ne atılan bombalarla ilişkili olduğunun anlaşılmasının ardından başlayan Ergenekon operasyonu 12. dalgaya kadar ulaştı. Başlangıçta ulusalcı derneklerle ve düşük rütbeli askerlerle başlayan gözaltılar yüksek rütbeli subaylara kadar uzandı. Bugün 2003-2004 darbe girişimi iddialarından Danıştay davasına; Susurluk’tan faili meçhul cinayetlere kadar Türkiye tarihinin karanlıkta bırakılmış pek çok önemli hadisesi davanın kapsamı içerisinde. Dava bütün Türkiye siyasetini etkiler ve taraf olmak zorunda bırakırken Sosyal demokrasinin daha solunda kalan siyasi parti ve yapılar da bunun dışında kalamadı. Bazıları Ergenekon davasını Türkiye’deki askeri vesayetin geriletilmesi için İtalya’daki Gladio operasyonu benzeri bir fırsat olarak görürken bazıları ise cumhuriyetin çağdaş kazanımlara yönelik gerici bir girişim olarak niteledi. Biz de solun solunun Ergenekon davasına nasıl baktığını size kısaca onların dilinden aktarmak istedik.


ÖDP: AKP marifetiyle demokrasi geleceği fikri ham hayaldir


ÖDP Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu: Ergenekon soruşturması etrafında oluşan toz bulutuna baktığımızda, esasen ABD'nin içinde yer aldığımız bölgeye dönük planlarına uygun bir yapılanmanın inşa edilmeye çalışıldığını görürüz


Türkiye’de siyaset, Ergenekon soruşturmasıyla birlikte milliyetçi/devletçi kesimler ile liberal çevreler tarafından da desteklenen muhafazakar/dinci kesimler arasında derin bir yarılmaya uğramıştır.
Bu iki kampın düzeniçi iktidar kavgasına özgü argümanları, muhtelif düzeylerde sol içinde de ideolojik etki alanları oluşturmuştur. Hiç kuşkusuz bunda, solun özellikle 90’lardan sonra içine girdiği ideolojik kriz ve kafa karışıklığının payı büyüktür.
Solun bir kısmı içe kapanmacı, geleneksel devlet merkezli ve milliyetçi bir siyaset anlayışına savrulurken, bir diğer kısmı ise bugün AKP’den demokratikleşme beklentisi içine girmiştir.

ÖDP ise büyük güçlere dayanmadan siyaset yapmayı ilke edinen; devletten, sermayeden, cemaatlerden bağımsız; anti-kapitalist, anti-emperyalist, enternasyonalist bir sosyalist çizginin temsilcisidir.
Bu mercekten Ergenekon soruşturması etrafında oluşan toz bulutuna baktığımızda, esasen ABD’nin içinde yer aldığımız bölgeye dönük planlarına uygun bir yapılanmanın inşa edilmeye çalışıldığını görürüz. Türkiye için öngörülen siyasi rolü üstlenecek başlıca güç, -en azından bugüne kadar- AKP’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin köklü ve yerleşik dış politika geleneklerine aykırı düşen dayatmalar ile AKP’nin özellikle muhafazakar tabana yönelik ‘ideolojik’ tavırları bir kenara bırakılacak olursa, siyasi ve ekonomik alanda ABD politikalarıyla dikkate değer bir uyum döneminden geçilmektedir.
Bu noktada, ülkenin iç dinamiklerinin yanısıra, ABD ile yakın ilişki temelinde oluşan neoliberal-İslamcı akım, Soğuk Savaş döneminde oluşmuş askeri bürokrasi merkezli geleneksel devlet güçleri karşısında, iktidar mücadelesinde inisiyatifi ele geçirmiştir.
ABD açısından, bugünün siyasi ihtiyaçlarına cevap vermekten uzaklaşmış, dahası AKP’nin toplumu din esaslarına dayalı bir biçimde muhafazakarlaştırma politikaları karşısında, “laik yaşam tarzını” tehlikede gören kesimlerin hassasiyetlerini kaşıyarak, sürece askeri müdahalede bulunmayı tasarlayan güçlerin tasfiyesi kaçınılmaz hale gelmiştir.
Öte yandan, AKP iktidarı ve ittifak halinde olduğu Fethullah Gülen cemaati ve onun özellikle polis ve yargı içindeki uzantıları, Ergenekon operasyonlarını, deyim yerindeyse miyadı dolmuş darbeci/militarist kesimlerin tasfiyesinden öte, okları farklı siyasi hedeflere yöneltmek için fırsat bilmektedir. Operasyonlar, halka karşı suç işlemiş, Susurluk döneminde teşhir olmuş isimlerle, demokratik ve sivil alanda AKP’ye muhalefet edenlerin aynılaştırılmasının bir aracı haline dönüştürülmek istenmektedir.

Liberal ve dinci basının yürüttüğü demagoji eşliğinde AKP karşıtı her türden muhalif Ergenekon soruşturmasının sanığı haline getirilebilmektedir. Bir yandan da polis gücüne dayanan bir korku ve baskı rejiminin temelleri atılmakta, potansiyel muhalefet güçlerine peşinen gözdağı verilmektedir. Halihazırdaki yasaların dahi hiçe sayıldığı, onbinlerce kişinin dinlendiği, devletin sızdırdığı bilgilerle özel hayatların gazete sayfalarına, televizyon ekranlarına taşındığı muazzam bir korku ortamı giderek ülkenin iklimine hakim olmaktadır.
İşte bu koşullar altında, süreci tanımlamaktan ziyadesiyle uzak aynı sığ soru tekrar edilip durulmaktadır: “Darbeden yana mısın demokrasiden mi?” Böylelikle hukuk çerçevesinde sürmesi gereken bir dava zorla siyaset zeminine çekilmek istenmektedir.
Türkiye’de sosyalistlerin, herhangi bir askeri darbe yanında yer alması düşünülemez. Böyle bir siyasi savrulma eşyanın tabiatına aykırıdır. Askeri darbeler, emekten yana güçlerin ezildiği, sermayenin çalışanlar üzerinde tahakkümünü güçlendirdiği, demokratik hak ve özgürlüklerin geriletildiği, buna karşı gericiliğin güç kazandığı, kök saldığı en karanlık dönemlerdir.12 Eylül dönemi bu tahlili doğrulayan en açık örnektir.
Sosyalistlerin herkesten fazla demokrasiden yana olması gerekir. Bu nedenle gerçek demokrasinin bir sınıf meselesi olduğunu unutmadıkları gibi, düzen içinde kazanılmış demokratik hakların korunması ve genişletilmesi sorumluluğunun da farkındadırlar. Lakin bu, Ergenekon operasyonları bağlamında dile getirilen “AKP marifetiyle demokrasi geleceği” ham hayaline karşı çıkmayacakları anlamına gelmez. Aksine, bu yersiz beklenti, neoliberal İslamcı hareketin kendi iktidarını tahkim etmesine, kendi derin devlet yapılanmasını oluşturmasına, ülkenin giderek totaliter bir rejime sürüklenmesine hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.


SDP: Pislikler halının altına süpürülüyor


SDP Genel Başkan Yardımcısı Ecevit Piroğlu: Kürt sorununda demokratik çözüm yolunda gerçek adımları atabilecek emekçi halkların iradesi ortaya çıkıp politik arenada ağırlığını koymadan derin devletin derin örgütlenmeleri faaliyetlerine dün olduğu gibi yarın da devam edeceklerdir.


Türkiye tarihinde 6-7 Eylül (1955) olaylarından Kanlı Pazar’a, 1 Mayıs 1977 öldürümlerinden Kahramanmaraş faşist katliamına, Sivas’tan Gazi olaylarına, Newroz saldırılarından binlerce “faili meçhul”e ve Şemdinli’ye, Susurluk’tan Ergenekon’a her tür “karanlık” işin arkasında, provokatif psikolojik harp taktikleri uygulayan ve kontrgerilla olarak bilinen devlet içindeki gizli örgütlenme vardır. İkinci Dünya Savaşından sonra CIA tarafından NATO ülkelerinde ve ABD’ye bağımlı ülkelerde “Özel Harp Dairesi,” “Özel Kuvvetler Komutanlığı” vb. adlarla oluşturulan bu derin devlet örgütlenmesi soğuk savaş boyunca “Sovyet yayılmasını önlemek” gerekçesiyle, aslında bu ülkelerdeki devrimci ve sosyalist hareketlerin engellenmesi ve bastırılması için faaliyet gösterdi. Türkiye’de de 1960’lar ve 70’ler boyunca işçi sınıfı hareketine ve sosyalist harekete karşı pasifikasyon faaliyetlerinin, 80’lar ve 90’lar boyunca da Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın başlıca öznesi oldu.
Ergenekon yargılaması, bu örgütlenmenin kısmen denetim dışına çıkan, kısmen deşifre olan bir kesiminin Genelkurmay’la ve ABD ile mutabakat halinde tasfiye edilmesidir. Ergenekon çuvalına doldurulanların bir bölümü bu kirli savaşın, devlet gücüyle donatılmış meçhul olmayan failleridir ama Ergenekon iddianameleri devlet adına işlenen bu suçların yanına yaklaşmamakta, bu yapılanmayı devletle ilişkisiz bir yapılanma olarak göstermek için özel bir gayret sarfetmekte, öte yandan AKP hükümetinin, muhalefetinden rahatsızlık duyduğu hemen her kesimi Ergenekon’la ilişkilendirmek konusunda ucu açık bir spekülatif rota izlenmektedir. Bu yapılanmanın devlet güdümlü bir suç örgütü olma vasfını ortaya çıkarma niyeti ve iradesi gösteremeyenlerin, bu iradesizliklerini bir cadı avıyla örtmeye çalışmaktan daha uygun bir yol bulamamaları doğaldır.
Kürt sorununda çözümsüzlük politikasının sürdürücülerinin, devlet içindeki illegal yapılanmalardan değil, kendi iktidarlarının önündeki engellerden kurtulmaya çalışmalarında anlaşılmayacak bir yan yoktur. Kürt sorununda demokratik çözüm yolunda gerçek adımları atabilecek emekçi halkların iradesi ortaya çıkıp politik arenada ağırlığını koymadan derin devletin derin örgütlenmeleri faaliyetlerine dün olduğu gibi yarın da devam edeceklerdir.
SDP, gizli savaş örgütlerinin, derin devlet bağlantılı çetelerin, beyni Ankara’da, kolları her yeri sarmış olan bir ahtapota benzediğini, kollarının Susurluk’ta, Şemdinli’de ortaya çıktığını ama beyni ortaya çıkarılmadan ve hukuk önünde ve halkların önünde hesap vermesi sağlanmadan, demokratikleşme yolunda bir adım bile atılmış olmayacağını savunmaktadır. Gizli savaş örgütlerini, derin devlet bağlantılı çeteleri, beyni Ankara’da olan bu ahtapotu, kollarından tutup günışığına çıkarmak ve halklara karşı işledikleri suçların hesabını sormak ve demokratikleşme yolunda bir adım atabilmek ancak emek ve demokrasi güçlerinin birleşik mücadelesinin yükseltilmesiyle mümkün olabilecektir. Bugün bu mücadelenin en pratik adımının da tüm demokrasi güçlerinin söz ve eylem birliğini sağlama amacına sahip Çatı Partisi olduğu açıktır. (radikal)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

gallery

Gölge Adam