29 Mayıs 2009 Cuma

Ne Metrobüsmüş ama!..

İstanbullu kısa sürede sevdi metrobüsü; o metrobüs ki AKP'ye İstanbul'u kazandırdı; ama yine de yaranamadı. İşte otobüs kavgası!..
Metrobüsler büyük bir rant kavgasını gün yüzüne çıkardı. Meğer işin perde arkasında neler varmış neler...

İNTERNETHABER


Bir gazetede küçük ama belli ki bir yerlere mesaj veren bir haber çıktı. Haberde deniyor ki İETT Genel Müdürü Mehmet Öztürk görevden alınıyor...

Oysa haberin aslı astarı yoktu... Peki o zaman bu haber neyin

YOLDA KALAN METROBÜSÜN HİKAYESİ

Geçtiğimiz hafta metrobüslerle
ilgili İETT müdürü bir basın gezisi yapmıştı hatırlarsınız...
O gezi sırasında önde giden
metrobüs arıza yapmıştı...

O işin aslını yeri gelmişken aktaralım... Metrobüsü kullanan şoförün dosyasına bakılıyor.. Bir AK Partili tarafından torpille işe yerleştirildiği ortaya çıkıyor. Bu kişinin bırakın otobüs kullanması trafiğe bile çıkmaması lazımmış. Zira dosyası rekor sayıda trafik cezası ile dolu bir şoför çıkıyor.

Sadece bu da değil Metrobüsü kullanma konusunda zır cahil bir kişiyi o koltuğa oturtmuşlar. Arıza yaptı denilen metrobüs o şoförün yanlış tuşa basması nedeniyle yolda kalmış...

nesiydi... İşin perde arkasında büyük bir rant kavgası var...

Metrobüsler hakkında sık sık medyaya servis edilen aleyhte haberlerin perde arkası da aynı...

DÜRÜST AVANTA YEDİRMEZ

İETT'de Mehmet Öztürk'ü tanıyanların ortak kanısı; "Çok dürüst ve namuslu biri" olduğu yönünde...

Malum, rant işinde de dürüst ve namuslu insanlar sevilmez... İşte metrobüsler üzerinden Mehmet Öztürk'ün hedef alınmasının asıl nedeni bu...

OTOBÜSÜ BİZ VERELİM

İşin rant kısmına gelince... Bilindiği gibi metrobüsler Hollanda'dan alınmıştı. Bu gündeme geldiğinde BMC (Karamehmet grubunun), MAN, Mercedes ve TEMSA gibi büyük firmalar devreye girip "otobüsleri biz yapalım" önerisinde bulundular.

İddialara göre İETT Genel Müdürü de bu öneriye sıcak baktı ve 26 metre uzunluğundaki metrobüs yerine 18 metrelik bir otobüs yapılması halinde yerli malı kullanma garantisi verdi... Mercedes bunu yaptı ve onlardan alınan otobüsler deneme seferlerine kondu.

Diğer firmalar ise söz verdikleri 18 metrelik otobüsleri aradan geçen 2 yılda yapmadılar. Bunun üzerine de İETT Hollanda'dan mevcut metrobüsleri aldı. İşte kıyamet de bundan sonra koptu. Rantı ellerinden kaçıran gruplar, hedefe İETT müdürünü koydular...
Bir nevi rövanş ve elbette yeni metrobüsler için kendi adamlarını bu göreve getirme savaşı...

GÜNDE 750 BİN KİŞİ

İETT, 270 metrobüs oldu... Bu metrobüslerle günde 750 bin kişi taşınıyor... İstanbul'da ulaşımın yüzde 30'u artık metrobüslerle sağlanıyor... Özünde İstanbul'daki trafik ve ulaşım derdine kısa ve etkili bir çözüm sundu.

AK PARTİ'Yİ SEÇİMDE UÇURDU

İstanbullular tarafından çok sevilen ve büyük rahatlık olarak görülen metrobüsler, kısa dönemde AK Parti'ye yüzde 4.5 gibi bir oy artışı getirdi. Yerel seçimlerde Kadir Topbaş'ın yeniden seçilmesinin en büyük destekçisi özünde işte bu metrobüslerdi...

TOPBAŞ DEDİ Kİ!..

Türkiye Belediyeler Birliği Meclis Toplantısı'nda İHA muhabirinin sorularını cevaplayan Topbaş, metrobüs konusunda kendisini eleştiren muhalefete cevap verdi. Topbaş, metrobüsün önemli bir uygulama olduğuna dikkat çekerek, "Maalesef bu güzel çalışmanın gölgelendirilmesini düşünenler başından beri muhalefet yapma adına, karalama, kötüleme, başarısız olduğunu göstermeye çalıştılar, İstanbul'da bunu ilk yapan bizdik dediler. Ama onların bahsettiği tercihli yol. Bununla hiç alakası yok.

Hatta birileri kalktı daha önce bize de bu teklifler geldi, kabul etmedik dediler ki hiç alakası yok. Biz bunu doğru bir uygulama olarak ortaya koyduk. Burada konu olan Hollanda menşeli olan aracın alımıyla ilgili Deniz Feneri tarzında bir takım yolsuzluktan ithamlar, birilerinin buradan bir şey aldığını, aracı kurumları sorgulamaya kalktılar. Bu doğrudan alımdı. Doğrudan alımda böyle bir aracıya ihtiyaç yok. Bunları araştırmadan ve beklemeden vatandaşı yanıltmaya çalıştılar, etkilemeye çalıştılar" dedi.

Metrobüs konusu ile ilgili firma yetkililerinin açıklama yaptığını kaydeden Topbaş, şöyle devam etti:

"Asansör düşünün, güvenlik açısından önünde durunca kapanmıyor. Bu otobüsler de böyle. Çok medeni bir araç olarak üretilmiş. O çizgiler vatandaşın dikkat etmesi gerek. İstanbul'da yeni bir sistem. Maalesef bunun kullanımı sürücüler açısından, İETT açısından söyleyeyim, vatandaşların bunu kullanımını tam iyi bir noktaya getiremediğimizi söylemeliyim. Örneğin şoför mahallindeki panik düğmesine zaman zaman şoförlerin panikleyerek basarak stop ettirdiklerini, panikleyerek devam edemediklerini ve orada bir takım otomatik yerine manuel hale getirilmesi gerektiğini gördük.

Kısa bir süre sonra garajlarda bekleyen bu otobüsler İstanbul'da konforlu kaliteli hizmete devam edecek. Biz 50 otobüs aldık. Süresi içinde alamadığımız için 60 milyon Euro'nun 14 milyonun ödenmeyeceğini ilgili firmaya İETT yazı yazdı. Geciken araçlarla ilgili haftada 800 bin lira gibi bir ceza da alınmak üzere."

"İETT Müdürünün görevden alınacağı iddiaları gündemde, görevden alınacak mı?" sorusuna Topbaş, birilerinin bununla ilgili bir takım dedikodu yaptığını anlatarak, şu anda böyle bir adım olmadığını söyledi. Topbaş, İETT Müdürlüğüne Mehmet Öztürk'ün vekalet ettiğini belirterek, "Biz henüz İETT'ye genel müdür ataması yapmadık. Bu da öteden beri böyle yürütülmekte. İETT'de veya başka birimlerde yapmak isteyeceğimiz tabii ki değerlendirmeleri sanki bir takım iddiaların doğru olduğunun yansıması olarak algılanmasını hiç kabul etmemiz mümkün değil. Asla alakası yok. Şu anda böyle bir uygulama yok.

Metrobüs çok başarılı. Dünya örnek alıyor. Yapılan başarılı hizmetler, seçimler bittiği halde gündemde olmak isteyen bazı kişiler tarafından karalanmaya çalışılıyor. Bunlar, bizim muhalefetin yaptığı işler. Metrobüs çok başarılı ve tüm dünya tarafından örnek alınan bir ulaşım sistemidir. Günde İstanbul'da 700 bin insan kullanıyor ve memnunlar ama birileri eski otobüslerin, tedavülden kalkmış otobüslerin kullanılmasını hala istiyor. Metrobüsler kent içinde ulaşıma katkı sağlayan yararlı araçlardır'' dedi.

Kaynak:

Deniz Feneri Bitmeyen Senfoni!

Almanya'dan gelen Deniz Feneri dosyası, aylar süren çeviriden sonra bu kez de "deliller" yüzünden Almanya'ya gönderildi.
Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu, Almanya'daki Deniz Feneri e.V Davası'na ilişkin Almanya'dan gelen dosyanın çevirisinin tamamlandığını bildirdi. Boyrazoğlu, eksik gönderilen ve tercüme sonrasında “delil” olduğu anlaşılan belge ve bilgilerin gönderilmesi için Almanya'dan yeniden adli yardım talebinde bulunulacağını açıkladı.


Boyrazoğlu, Adliye toplantı salonunda düzenlediği basın toplantısında, Almanya'daki Deniz Feneri e.V Davası'na ilişkin Almanya'dan gelen dosyanın tercümesinin tamamlandığını, 5 klasörden oluşan ve bin 750 sayfa olan evrakın tercümesi sonucu 3 bin 500 sayfa belge elde edildiğini ifade etti.

Adli yardım yoluyla istenen belge ve bilgilerin bir kısmının gönderilmediğini belirten Boyrazoğlu, “Eksik gönderilen ve tercüme sonrasında delil olduğu anlaşılan belge ve bilgilerin gönderilmesi için Almanya'dan yeniden adli yardım talebinde bulunulacaktır” dedi.

“Soruşturma neyi gerektiriyorsa oraya kadar gideceğiz” diyen Boyrazoğlu, dosyanın çevirisinin bir suretinin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderileceğini bildirdi.

Boyrazoğlu, Adliye Toplantı Salonu'nda düzenlediği basın toplantısında, Deniz Feneri e.V davasıyla ilgili Almanya'dan gelen dosyanın tercümesinin tamamlandığını resmi olarak ilk kez bugün açıkladığını söyledi.

Soruşturmayla ilgili görevlendirilen Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Nadi Türkaslan'ın, biri Dışişleri Bakanlığından emekli 3 kişilik bir heyete, evrakları tercüme ettirdiğini anlatan Boyrazoğlu, yanlış anlaşılmaması için dosyayı savcılıkta tercüme ettirdiklerini belirtti. Boyrazoğlu, “Görev yapan arkadaşlar da hassasiyetimizi görmüşlerdir” dedi.

“Tercümenin gecikmesinden kaynaklanan bazı sızlanmaları anlayışla karşıladığını” belirten Boyrazoğlu, “Elimizde olmayan nedenlerle bugüne kadar gecikmiştir” diye konuştu. Başsavcı Boyrazoğlu, Açıklamayı 1 hafta önce yapacaklarını, ancak heyetteki emekli Dışişleri mensubunun babası vefat ettiği için tercümenin 1 hafta geciktiğini söyledi.


SORUŞTURMAYA 2 SAVCI DAHA ATANDI


Boyrazoğlu, soruşturmayı yürüten Nadi Türkaslan ile birlikte çalışmak üzere, Cumhuriyet Savcıları Abdulvahap Yaren ve Mehmet Tamöz'ü görevlendirdiklerini bildirdi. Savcılık makamında 162 savcının görev yaptığını anımsatan Boyrazoğlu, şunları söyledi:

“Gerekirse hepimiz görev alırız. Ondan da kimsenin şüphesi olmasın. Ne eksik ne fazla, kimseyi suçlamak veya kastımız olamaz. Suç varsa tahakkuk da vardır, suç yoksa artık sonucunu hep birlikte görürüz. Bu aşamadan sonra arkadaşlarımız evrakı inceleyecek, biz de bu incelemede bulunacağız, kendimize bir yol haritası çizeceğiz. Soruşturma neyi gerektiriyorsa oraya kadar gideceğiz. Kamuoyunun duyarlılığını da biliyoruz.”

Dosyanın içeriğine ilişkin şu anda bilgi vermelerinin mümkün olmadığını söyleyen Boyrazoğlu, dosyayla ilgili kısıtlılık kararı bulunduğunu hatırlattı.

Tercüme evrakı Almanya'dan gelinceye kadar, aradan geçen süre zarfında Cumhuriyet savcılarının boş durmadığını, kendilerine göre araştırmalarını yaptıklarını anlatan Boyrazoğlu, “Bu dosyayı da inceledikten sonra gereğini yapacaklardır, ona inanıyorum” dedi.

Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Boyrazoğlu, siyasilerin şimdiye kadar, Deniz Feneri soruşturmasıyla ilgili lehte veya aleyhte, “şöyle, böyle yapın” diye kendilerine bir telkinde bulunmadıklarını belirterek, “Bundan sonra da bulunacaklarını zannetmiyorum” dedi.

Boyrazoğlu, Ankara Adalet Sarayı toplantı salonunda düzenlediği basın toplantısının ardından, gazetecilerin sorularını yanıtladı.

“Daha önceki suç duyurularında, ismi geçen şirketlerin, özellikle Kanal 7'nin Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) denetleme raporları verilmişti. Almanya'dan belge beklemek doğru mu? Yoksa siz harekete geçecek misiniz?” sorusuna, “Belki de geçmişizdir, onu arkadaşlarımız bilir” yanıtını verdi.

“Almanya Başsavcılığının, 'YİMPAŞ dosyasını da Haziran ayında Ankara'ya göndereceklerine' ilişkin bir açıklaması oldu. Size ulaşan bir bilgi var mı?” sorusu üzerine, Boyrazoğlu, “YİMPAŞ ile ilgili dosyanın İsviçre'de olduğunu, konuyla ilgili tahkikatın yapıldığını ve dosyanın Yozgat Cumhuriyet Başvsavcılığına gönderildiğini” söyledi. Boyrazoğlu, “yargılamanın ne aşamada olduğunu bilmiyorum ama YİMPAŞ'ın başkanı olan şahısın bir mahkumiyet aldığını biliyorum” dedi.

Almanya'dan gönderilen adli yardım yazısında, Türkiye'deki 16 kişinin ifadesinin alınmasının istendiğinin hatırlatılması üzerine, Boyrazoğlu, “Almanya'dan bize gelen evrak istinabe evrakıdır. Alman Savcılığının talimatını, ikili anlaşmalar neyi gerektiriyorsa yerine getireceğiz” diye konuştu.

Boyrazoğlu, yargılamanın yeri konusundaki tartışmaların hatırlatılmasına ilişkin bir soruya da “Bunu her aşamada ileri sürebiliriz ama şu anda bizde gözüküyor” yanıtını verdi.


RTÜK BAŞKANI AKMAN'IN İFADE VERMESİ


Hüseyin Boyrazoğlu, “RTÜK Başkanı Zahid Akman'ın, geçtiğimiz günlerde alınan ifadesinin mal beyanıyla ilgili olduğu açıklanmıştı. Akman'ın ifadesi, Deniz Feneri soruşturması kapsamında mı alındı, yoksa farklı bir soruşturma mı var?” sorusu da “Belki de izahı gereken durumlar vardır, arkadaşlarımız onun için ifadesine başvurmuşlardır” diye yanıtladı.

Boyrazoğlu, “Almanya'dan dosya beklenene kadar Cumhuriyet Savcıları ne yaptı?” şeklindeki soruya karşılık da “Cumhuriyet savcıları, iddianame ve verdikleri takipsizlik kararlarıyla bu cevabı verirler. Beklersek görürüz” dedi.

Bir başka soru üzerine, Boyrazoğlu, Almanya'dan gelen dosyadaki eksik evrakların, şu andaki soruşturmaya engel teşkil edecek bir durum oluşturmadığını ifade etti.


“SİYASİ BASKI” İDDİALARI


“Soruşturmayla ilgili siyasi baskı iddiaları vardı” denilmesi üzerine, Boyrazoğlu, “Siyasiler niye baskı yapsınlar ki? Varsa böyle bir şey, iktidarlar kendilerini daha güçlü hissederler, yolsuzluk ortaya çıkıp ayıklandığında. O nedenle kimseye, lehte veya aleyhte, 'şöyle veya böyle yapın' diye bize bir telkinde şimdiye kadar bulunmadılar, bundan sonra da bulunacaklarını zannetmiyorum” karşılığını verdi.

“Almanya'daki Deniz Feneri e.V davasında haklarında mahkumiyet kararı verilen kişilerin gerekirse ifadesinin alınması yoluna gidilecek mi?” sorusu üzerine, Boyrazoğlu, “Gerekirse gidilir. Onlar bize nasıl istinabe yazıyorsa, biz de onlara yazarız, çünkü ikili anlaşmamız var. Onlar da cevap verirler” dedi.


CUMHURBAŞKANI GÜL HAKKINDAKİ TAKİPSİZLİK KARARININ KALDIRILMASI


Gazetecilerin, Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül hakkında “Kayıp Trilyon” davasına ilişkin takipsizlik kararını kaldırmasıyla ilgili sorularını da salonda bulunan Cumhuriyet Savcısı Kürşat Kayral yanıtladı.

Kayral, şu anda dosyanın inceleme aşamasında olduğunu, incelendikten sonra o konuda görüş bildireceklerini söyledi. Kayral, “Kapsamlı bir dosya. Bunun yanında, tabi ki tartışılacak hukuki anlaşmazlıklar var. İncelenecek bundan önceki anayasa ve şimdiki anayasamız var. Bunların hepsinin takdir edilmesi lazım. Biz bunları takipsizlik kararının içinde irdelemiştik. Bir de Ağır Ceza Reisi arkadaşımızın söylediği hususlara göre değişik bir çalışma da yapacağız” dedi.

“Dava açma süresinin aşıldığı ve ortada usulsüzlük olduğu iddiaları doğru mu?” sorusuna, Kayral, “Onlar, biz bir karar verirsek ortaya çıkacak” yanıtını verdi.

Gazetecilerin soruları üzerine, Boyrazoğlu, “Adalet Bakanlığına konuyla ilgili henüz evrak göndermediklerini, bakanlığın kanun yararına bozma talebi olup olmadığını bilmediğini” söyledi.

Boyrazoğlu, bu yöndeki başka sorular üzerine, “Bizim takipsizlik kararında ne demek istediğimiz açık olarak yazılmış durumda. Sinan Ağır Ceza Mahkemesi de bizim kararımızı kendine göre doğru bulmamış, takipsizlik kararını kaldırmış. O konuda bir yorum yapmak bize düşmez. Yasal yol neyse sürece uyacağız” diye konuştu.

Kaynak:

Erdoğan'a Peşkeş suçlaması!







AKP'den ayrılarak kendi partisini kuran Abdüllatif Şener'den Başbakan erdoğan'a ağır suçlama...


AKP'den ayrılan kendi partisini kuran Şener, Erdoğan'a öyle sözler etti ki resmen peşkeşçi suçlaması yöneltti!
AK Parti'den ayrıldıktan sonra uzun süren parti kurma çalışmalarını tamamlayan Türkiye Partisi Genel Başkanı Abdüllatif Şener, Teke Tek'te Fatih Altaylı'nın konuğu oldu. Şener, programda Erdoğan'a oldukça ağır eleştirilerde bulundu.

Eski partisini sert sözlerle eleştiren Şener, "AKP bana göre bitmiş, misyonunu tamamlamıştır. 2007 seçimlerinden sonra da iyi yaptığını söylebileceğiniz hiç bir icraatı yoktur. Ortaya yeni koyduğu bir şey yok. 2007'den önce elde ettiği kredileri kullanıyor. Yabancılaşma politikasından, kutuplaşmaya kadar genel başkanı ile benim çizgim arasında büyük bir ayrışma yaşandı." diyerek 2002 ve 2004'teki seçimlerde bile AK Parti propagandası yapmadığını söyledi. Siyasette kutuplaşmadan şikayetçi olan Şener, kendi siyaset anlayışıyla ilgili olarak da "Ayrıştırmaya sebep olacak açıklamalar yapmadım. Mevcut iktidar diğer partilerle birlikte uç siyaset yapıyor. Seçmeni uçlara çekip, kimlik siyasetine dayalı siyaset yapıyorlar. AK Parti'nin, her üç ayda bir anket yapıldığında oylarının düşeceği görülecektir. Kimlik siyaseti yapılarak ayakta kalınacağına inanmıyorum. Ben şimdi topluma doğruları fısıldıyorum." dedi.

ŞENER'DEN AĞIR SUÇLAMA!

Bakanlık yaptığı dönemde kamuoyunda çok tartışılan Özelleştirme İdaresi'nin yönetiminin değiştirilmesiyle ilgili de bilinmeyenleri anlatan Şener, sözlerini şöyle sürdürdü: "Özelleştirme İdaresi'ni kimse benden almadı, ben vermedim. Sayın Başbakan'la ilk iki haftada anlaşmazlığa düştük. Ben o koşullarda özelleştirmenin yolsuzluklardan arındırılmış olacağına inanmadım. Özelleştirme dosyasını aldım ve Başbakan'a 'Buyur alın' dedim. Mevcut hükümetin yapmış olduğu hiçbir özellştirmenin altında imzam yoktur. Doğru yapıldığına da inanmıyorum. Galataport da limanların yabancılaşmasının sembolik haliydi. Amerika'da bile limanların özelleştirilmesine izin vermiyorlar. Arapların almaya çalıştığı bir liman yüzünden Senato ayağa kalktı. Ekonomik sıkıntı olmasa elimizde banka bile kalmayacaktı. "

Fatih Altaylı'nın yaşadığı sıkıntılara rağmen neden partiden ayrılmadığı yönündeki sorusunu cevaplayan Şener, "Ortaya bir yanlış çıktığı zaman hemen yer değiştirilmez siyasette. Bir iyileşme umudu taşırsınız. Nihayet olmadığı zaman ayrılmayı düşünürseniz. Boşanma davaları bile yıllar sürüyor. Ama benim çizgimde bir kırılma yok." dedi.

ŞENER'E GÖRE MAYIN TEMİZLEME

Türkiye Partisi lideri Şener, hükümetin Meclis'te geri adım attığı mayınların temizlenmesi ihalesiyle ilgili yasa tasarını de değerlendirirken şunları söyledi: "Suriye sınırında mayınlı arazinin temizlenmesi ve tarım arazisi olarak kullanımı için İsrailli bir firmaya verilmesi için hazırlanan yasa tasarısı Meclis'te komisyona geri çekildi. Bu yasa tasarısından rahatsızlık duymayan hiçbir milletvekili yoktur. AK Parti milletvekilleri bile rahatsız olduğu için geri çekildi. Bu ileride yeniden Genel Kurul'a getirilmeye çalışılacaktır. Hiçbir ihale için yasa çıkarılmamalı aslında. Başbakan da bunun Yüce Divanlık olduğunu bildiğinden ihale için yasa çıkarılmasını istiyor."





Kaynak:

İki işadamı: Cem’i Moskova’da gördük


İstanbul‘da vahşi cinayete kurban giden liseli Münevver Karabulut’un cinayet şüphelisi olarak her yerde aranan Cem Garipoğlu’nun Moskova’da görüldüğünü iddia edenlerin sayısı artıyor.



Yiyecek almaya çalışıyordu

Daha önce Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği konsolosluk bölümünde görüldüğü iddia edilen Garipoğlu’nu, Moskova’nın değişik yerlerinde gördüklerini iddia eden iki Türk işadamı daha ortaya çıktı. İsminin açıklanmasını istemeyen görgü tanıklarından biri şunları anlattı: “Bundan yaklaşık 20-25 gün kadar evvel, Türkiye’nin Moskova Büyükelçiliği’nin birkaç yüz metre ilerisindeki Europeyski İş Merkezi’nin yemek bölümünün olduğu kattaydım. Yüzü hiç yabancı gelmeyen birisini gördüm. O an kim olduğunu çıkaramadım. Sonradan televizyonda gördüğümde hatırladım. Cem Garipoğlu iş merkezinde satıcı ile Rusça bilmediği için yabancı dil konuşarak anlaşmaya, yiyecek bir şeyler almaya çalışıyordu.”

Sesimi duyunca kaçtı

İkinci tanık da Garipoğlu’nu Leninski Prospekt üzerinde ‘Kafe 15’ adlı işyerinde gördüğünü iddia ederek, şöyle dedi: “Kesin oydu. 20 gün kadar oldu. Kafede yüzü hiç yabancı gelmeyen bir kişi gördüm. Yanında da ona benzeyen başka biri vardı. Derken kafamda o an canlandı ve yanımdakilere ‘Baksanıza bu o kız arkadaşını öldürüp Rusya’ya kaçan kişi değil mi?’ diye sordum. Yüksek sesle konuşunca sanırım sesimi duydu ve ben ona dikkatli dikkatli bakınca rahatsız olup Türk olduğu anlaşılmasın diye yanındaki ile yabancı dil konuşmaya başladı. Yemeklerini bitirmeden çıkıp gittiler. Başının üzerinde güneş gözlüğü vardı. Saç ve sakalı hafif uzamıştı. Gördüğüm kişinin Cem Garipoğlu olduğuna yüzde doksan eminim.”

28 Mayıs 2009 Perşembe

Ergenekon, darbe sonrası hükümetini bile hazırlamış



Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinde yer alan bir belge "deşifre olmamış darbe planları mı var?" sorusunu akla getirdi.


Bu belgede, darbe sonrası kurulması planlanan yeni hükümetin isim listesi yer alıyor. Sözde kabine, hükümet başkanı sıfatıyla darbenin getirdiği Cumhurbaşkanı'na bile sunuluyor. İşte Ergenekon soruşturması ile deşifre olan darbe hükümeti'nin bakanlar listesi.


Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinde yer alan belge "Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Bakanlar Kurulu" üst yazısıyla başlıyor. Hemen altında Başbakan olarak Yusuf Erikel adı yer alıyor. Sözde Başbakan Yusuf Erikel, şu anda Ergenekon tutuklusu genç subayların avukatlığını yapıyor.



Erikel bu fotoğrafta da diğer bir ergenekon tutuklusu Durmuş Ali Özoğluyla birlikte görülüyor. Özoğlu ise karşısında bir Tuğgeneral'in esas duruşta durduğu bu fotoğrafla tanınıyor.



Ergenekon, darbe sonrası hükümetini bile hazırlamış







ERGENEKON KABİNESİ HAZIRMIŞ


Belgede başbakan'ın ardından sırasıyla bakanların isimleri geliyor. Başbakan Yardımcılığına Ali Güngör, Adalet Bakanlığına Ömer Kerkez, Dışişleri Bakanlığına Ferit Hakan Baykal yazılmış.


VALİLER VE BELEDİYE BAŞKANLARI BİLE BELİRLENMİŞ


Listeler sadece kabineyle de sınırlı değil. Diğer Taslak Atamalar başlığıyla yer alan bu belgede atanacak valiler ve belediye başkanları da belirlenmiş. Örneğin Malkara Kaymakamı İstanbul Valisi oluyor.


TÜRKİYE CUMHURİYETİ 61. HÜKÜMETİ YAZISINA DİKKAT


Belgelerden en çok göze batansa işte bu yazı. "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı Sayın Yüksek Makamına" diye başlıyor. Belgeyi sözde Başbakan Yusuf Erikel'in kaleme aldığı iddia ediliyor. Ve darbe sonrası kurulması planlanan hükümetin bakanlar kurulu, darbenin devlet Başkanına sunuluyor. Yusuf Erikel kendisini de Türkiye Cumhuriyeti 61. Hükümetinin Başbakanı olarak tanıtıyor.


DEŞİFRE OLMAYAN DARBE PLANLARI MI VAR ?


Türkiye'de şu anda 60. hükümet görev başında ve 2007 seçimlerinin ardından kuruldu. Ergenekon belgeleri içerisinden çıkan bu darbe hükümeti ise kendisini 61. hükümet olarak tanımlıyor. Önceki darbe planlarının 2002 ve 2004 yılları arasında hazırlandığı düşünüldüğünde 61. hükümet listesi akıllara halen ortaya çıkmamış yeni darbe planları mı var sorusunu getiriyor.

Paksütler’e ikinci soruşturma şoku



‘ERGENEKON terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmek’ suçlamasıyla hakkında 15 yıl ağırlaştırılmış hapis cezası istenen Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Osman Paksüt’ün eşi Ferda Paksüt hakkında ikinci incelemeyi Ankara Cumhuriyet başsavcılığı başlattı.


Geçtiğimiz yıl eşi Osman Paksüt ile Ankara Tenis Kulübü’nde eski milletvekili Turhan Çömez ile buluşmaya giderken kendisini takip ettiklerini iddia ederek 3 polis memuruna Ankara İl Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz’ı kast ederek, ‘Ercüment’in köpekleri’ diye bağıran Paksüt hakkında soruşturma başlatıldı.

PAKSÜT DE ŞİKAYET ETMİŞTİ

ANKARA
Cumhuriyet Savcısı Alp Arslan, İçişleri Bakanlığı’nın başvurusu üzerine Ferda Paksüt hakkında ‘kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret’ iddasıyla soruşturma başlattı. Ferda Paksüt, yasa dışı yollarla dinlendiği iddiasıyla polislerle ilgili suç duyurusunda bulunmuştu. Savcı Vahdet Polatkan, Ferda Paksüt ve Turan Çömez’in Ergenekon soruşturması şüphelisi olarak mahkeme kararıyla dinlendiklerini belirterek ‘Yasal dinleme nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığına’ kararı vermişti. LÜTFİ KAPLAN

Encümen-i Daniş'ten siyase dizaynı



Ergenekon soruşturması çerçevesinde sık sık gündeme gelen Encümen-i Daniş, yeniden sahnede. Gizemli topluluk, bu kez siyasi sürece yaptığı müdahalelerle tartışılıyor. Kamuoyuna Hüsamettin Cindoruk'un Demokrat Parti (DP) genel başkanlığına bu kurulun getirdiği kanaati hakim. Zaman'a konuşan Encümen-i Daniş Başkanı Necmettin Karaduman, bu iddiayı doğruladı.

Karaduman, bu girişimleri Encümen-i Daniş olarak değil, bir grup eski parlamenterle yürüttüklerini söyledi. Türk Parlamenterler Birliği'nin sosyal tesisi olarak kullanılan Filizli Köşk'te aylarca toplantılar düzenlediklerini, merkez sağda yeni parti için düğmeye bastıklarını, ancak DP'deki gelişmeler üzerine bundan vazgeçip kongreye Cindoruk'la girdiklerini açıkladı. Karaduman'ın verdiği bilgilere göre, kurulacak partinin genel başkanı Prof. Süheyl Batum olacaktı. Fakat DP kongresine Batum'la değil Cindoruk'la gidildi. Karaduman, bunun sebebini, Cindoruk'un 'tecrübeli ve sembol bir isim' olmasına bağlıyor. Karaduman, Cindoruk'un bir süre sonra yerini Batum'a bırakacağına işaret ediyor. Toplantılara kimlerin katıldığını açıklamasa da yerel seçimlerden 5 ay önce düzenli olarak bu konuyu konuştuklarını belirtiyor. Merkez sağda boşluk bulunduğu tezi üzerinden yapılan toplantılar, yeni parti kurma fikri üzerinde gelişmiş. Görüşmelere Cindoruk'un da katıldığını bildiren Karaduman, sağda toparlanmayı teşvik edecek projeler geliştirdiklerini aktarıyor. Ancak DP Genel Başkan Süleyman Soylu'nun bırakma kararı üzerine fikir değişikliğine gidilmiş. Yeni parti fikri rafa kaldırılarak DP liderliğinin ele geçirilmesi kararı alınmış. Karaduman, Cindoruk'a, "Bu işe sen öncülük et." teklifini götürmüş. Cindoruk, hemen kabul etmiş.


Bundan sonraki süreçte, DP-Anavatan birleşmesinin sağlanacağını kaydeden Karaduman, bu yönde alınmış kararların olduğunu gizlemiyor. Plana göre, Cindoruk yerini başka bir isme bırakacak. O isim büyük ihtimalle Prof. Batum olacak. Toplantıların başından beri hep Batum üzerinde durduklarını dile getiren Karaduman, "Biz Süheyl Bey'i beğeniyoruz. Tahmin ediyoruz o istikamette gelişmeler olacaktır." diyor.


Süheyl Batum: Hakkımda alınan karardan memnunum


Encümen-i Daniş Başkanı Karaduman, Filizli Köşk'te yaptıkları toplantı sonucunda Prof. Dr. Süheyl Batum'u lider adayı olarak belirlediklerini açıkladı. Bundan sonraki süreçte, DP-Anavatan birleşmesi sağlanacak. Ardından Hüsamettin Cindoruk koltuğunu Batum'a bırakacak. Batum, söz konusu plan konusunda, "Benimle ilgili bu tür kararlar alınmış olmasından haberdar değilim ama çok memnun oldum." ifadesini kullandı. Merkezin mutlaka birleşmesi gerektiğinin altını çizen Batum, şöyle konuştu: "Sayın Cindoruk bu girişimi başlatmıştır. Ben siyaset yapmak ister miyim, bilmiyorum. Fakat ben içinde yer almasam da bu birleşme mutlaka gerçekleşecektir." (Zaman)

Danıştay saldırganı Ergenekon sanıkları görüşüyormuş

















''Ergenekon'' davasının tutuksuz sanıklarından Raif Görüm, Danıştay'a Saldırı Davası'nın sanığı Alparslan Arslan'ın Maltepe'deki Kuvayı Milliye 1919 Derneği'ne bir kez gittiğini söyledi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada savunmasını yapan Raif Görüm, 5 yaşında ailesiyle Almanya'ya gittiğini, 1998'de Türkiye'ye temelli dönüş yaptığını, Kuvayı Milliye 1919 Derneği'ne 11 Kasım 2005'de üye olduğunu söyledi.

''Örgüt üyeliği'' suçlamasının çok ağır olduğunu ifade eden Görüm, ''Her zaman Türklüğümü korudum. Yurt dışında ve burada her şey farklı. İki arada kaldık. Bu suçlama çok üzüntü verici. Suçsuzum. Atatürk'ün askerlerinden biriyim. Türkiye için ölürüm, hapse girmeye de her zaman hazırım'' diye konuştu.

Görüm, Maltepe'deki derneğin kuruluşunda Mehmet Fikri Karadağ ile birlikte imza attığını, deneğin kurucularından biri olduğunu vurgulayarak, dernekte istihbarat toplama görevi olduğu yönündeki iddiayı kabul etmedi.

Görüm, saygı nedeniyle Karadağ'a ''Paşa'' diye hitap ettiğini ifade ederek, dernek bünyesinde motorize ekipler kurulacağı yönündeki iddialara ilişkin de, ''Ben motosiklet kullanıyorum. Motorcular derneği kurmak istedik. Kuvayı Milliye ile alakası yok. Özel kuvvetler diye bir oluşumdan haberim yok'' diye konuştu.

Tutuklu sanık Hüseyin Görüm'ün amcası olduğunu dile getiren Görüm, ''Amcama inandığım için dernekte yer aldım. O çok değerli bir insan. Rasim Görüm başka bir amcamın oğlu. Aramızda bir tartışma oldu. Amcam ikizimi de istemedi. Dernekten ayrıldık. Buradan özür diliyorum, amca seni seviyorum'' dedi.

ÇAPRAZ SORGUSU-

Görüm, çapraz sorgusu sırasında Alparslan Arslan ile ilgili kendine yöneltilen soruları da şöyle yanıtladı:

''Alparslan Arslan Maltepe'deki Kuvayı Milliye 1919 Derneği'ne bir kez geldi. 1-2 dakika uğrayıp geçmişti. Amcan Hüseyin Görüm ve ben vardım. Amcamla neler konuştuğunu bilmiyorum. Konuşmasına dikkat etmedim. Konuşmalarında gizli bir şey olamaz. Amcan nereden bilsin böyle bir şey yapacağını. Eğer adam öldüreceğini bilseydim, konuşmalarına dikkat ederdim. Tarihini de tam hatırlamıyorum. 2005-2006 olabilir.

Maltepe'de gördükten 3-4 ay sonra da Akçay'dayken Arslan'ı Almanya'daki devam eden boşanma davam nedeniyle 1 kere avukat olduğu için aradım. Danıştay saldırısını duyduktan sonra şok oldum. Keşke aramasaydım dedim. Numarasını telefonumdan sildim. Ne bilelim... Yarın siz bile bir adam öldürebilirsiniz. Sizi tanıyorum diye bağlantı kurabilirler.''

-ULUSAL HABER KARTI-

Kendisindeki ''Ulusal Haber'' basın kartını, maçlara ve otoparka para vermemek için aldığını savunan Görüm, ''Kartı amcam Hüseyin Görüm'den aldım. Amcamın çok fazla tanıdığı var. Amcam derneğe gelenlerle ne konuşuyordu size söyleyemem, çünkü bilmiyorum. Arkadaşları gelince ben yanlarında kalmıyordum. Çay götürüyordum'' dedi

Ne kendisinin, ne amcasının, ne de Kahraman Şahin'in saklayacak bir şeyi olduğunu öne süren Görüm, 10 yıldır aynı telefon numarasını taşıdığını, davadan sonra da hattını değiştirmediğini kaydetti.

Görüm ''Ben Düzceliyim. Silahları, kadınları, esrarı severim. Bana Ergenekon'dan söz edin. Ben Almanya'da kick boks şampiyonuyum. Piyano tamircisiyim. Dünyada piyano tamircisi bir Türk varsa o da benim. Siz nasıl düşünmek istiyorsanız onu düşünün. Almanya'da çok büyük çevrem var. Ege'de Antalya'da beni herkes tanır'' dedi.

Görüm, tutuklu sanık Veli Küçük'ü tanımadığını ancak sonsuz saygı duyduğunu kaydetti.

-VELİ KÜÇÜK-

Duruşmada söz alan Veli Küçük de, savcının Görüm'e, ''Veli Küçük'ü Kuvayı Milliye Derneği'ne geldiğinde gördünüz mü?'' şeklinde soru sorduğunu belirterek, ''Derneğe gitmediğimi bir çok tanık, görevliler söyledi. Biz istihbaratı çok iyi biliriz. CIA insanları sıkıştırıp birbirleri hakkında yalan söyletirler. Burada bu şeklide mi sorgulanacağız'' diye tepki gösterdi.

Bunun üzerine Cumhuriyet Savcısı Mehmet Ali Pekgüzel, sorusunun ''Veli Küçük'ün derneğe geldiğini gördünüz mü?'' şeklinde olduğunu belirtti.

Sanık Hüseyin Görüm de, ''Raif Görüm, Alparslan Arslan'ı Maltepe'de gördüm diyor. Bunu iyi düşünsün'' dedi.

Raif Görüm'ün, Arslan'ı dernekte gördüğünü tekrarlaması üzerine Hüseyin Görüm, ''Alparslan Arslan Maltepe'ye hiç gelmedi. Benim İçerenköy'deki yerimde gördü. Terasta çay içildi. Alparslan Arslan Maltepe'ye hiç gelmedi. Gelseydi, geldi derdim'' diye konuştu.

"Babamızın infaz emri ETÖ'cü albaydan!"


Bitlis'in Mutki ilçesinde yaşayan Çetin Birlik, kardeşi Seyithan Birlik ile 13 yıl önce kaybolan babası, 2 ağabeyi ve dayısının akıbetini öğrenmeye çalışırken önemli bilgilere ulaştığını söyledi. Birlik, elde ettikleri bulgulara göre, babası ve diğer yakınlarının faili meçhul cinayete kurban gittiklerini, infaz emrini de Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un verdiğini iddia etti.

Bitlis'in Mutki ilçesinde yaşayan Çetin Birlik ve kardeşi Seyithan Birlik; 13 yıl önce kaybolan babası, 2 ağabeyi ve dayısının akıbetini öğrenmeye çalışıyor. 13 yıldır bütün çabalarına rağmen kaybolan yakınları hakkında hiçbir bilgi elde edemediklerini belirten Birlik kardeşler, yetkililerden yakınlarının akıbeti hakkında bilgi istiyor. Seyithan Birlik, yıllardır kendi çabalarıyla yaptıkları araştırmalar sonucunda ulaştıkları belgelere göre akrabalarının katledildiğini, infaz emrini de Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un verdiği bilgisine ulaştıklarını söyledi.

Mutki'de esnaflık yapan Çetin ve Seyithan Birlik'in verdiği bilgiye göre ağabeyleri Kemal Birlik, siyasi olaylar yüzünden tutuklanarak 3 yıl 9 ay ceza aldı. Mardin Kızıltepe Yarı Açık Cezaevi'ndeki cezasını 29 Mart 1995'te tamamlayan Kemal Birlik'i almaya giden Abdulbaki Birlik, Zübeyir Birlik ile dayıları Zeki Abalık'tan bir daha haber alınamadı.

O tarihte Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklu bulunan emekli Albay Hasan Atilla Uğur'un Kızıltepe'de tabur komutanlığı görevini yürüttüğünü söyleyen Seyithan Birlik, "Onun tabur komutanlığı görevini yürüttüğü dönemde benim abim hapisteydi. Biz de o dönemde ondan izin alıp Mardin Kızıltepe'de hapiste bulunan ağabeyimle görüşmek istedik. Atilla Uğur bize, (Hepiniz PKK'lısınız, hepinizi yok etmek lazım. Zaten bundan sonra da hiç görüşemezsiniz) diyerek görüşme izni vermedi. O dönemde bölgede hangi hapishaneyi ziyaret etmek için gitseydiniz Binbaşı Atilla Uğur'dan izin almanız gerekiyordu. Biz de gittik ama izin vermedi. Daha sonra ulaştığımız bilgiye göre, 2 abim, babam ve dayım bu adam tarafından infaz edilmiş. Bu konunun özel olarak soruşturulmasını istiyoruz." dedi.

Bugüne kadar Kızıltepe ve Mutki savcılıklarına dilekçe verdiklerini, fakat hala herhangi bir cevap alamadıklarını anlatan Birlik, "Hazırladığımız bir dilekçe var onu da Ergenekon savcısı Zekeriya Öz'e gönderceğiz. Zekeriya Öz, daha önce Mutki'de de görev yaptığı için kendisini iyi tanıyoruz. Bizim olayı da aydınlatacağından eminiz, çünkü artık aile olarak dayanacak gücümüz kalmadı. Yapılan her şeye rağmen akrabalarımızdan hiç bir haber alamadık. Devletten biraz daha duyarlı bir şekilde bu olayın üzerine gidilmesini istiyoruz ve biz kayıp yakınlarının söyledikleri de dikkate alınsın istiyoruz." şeklinde konuştu.


(CİHAN)

Gülen'in çocukları CANLI YAYINDA


7. Türkçe Olimpiyatları'nda bugün başladı. 115 ülkeden 700 öğrenci Türkiye'de buluştu. Bu yıl 7. 'si düzenlenecek olan Olimpiyatları için dünyanın bir çok ülkesinden Türkiye'ye gelen öğrenciler dün akşam Mehmet Ali Birand'la Kanal D habere konuk oldu.

Kolbastı oynadılar
Kanal D habere konuk olan öğrencilerle M.Ali Birand arasında ilginç diyaloglar yaşandı. Birand'ın sorularına cevap veren öğrenciler renkli görüntüler oluşturdu. Programın sonunda Kırgız öğrencilerin Kolbastı gösterisi M.Ali Birand'ı hayran bıraktı.



Aydın Doğan FETHULLAH GÜLEN'LE YAKINLAŞIYOR
Buraya kadar bir sorun yok. Ancak ilginç olan bu çocukların Doğan grubunda ve Kanal D haberde olması. Çünkü konuk öğrenciler, dünyanın diğer ucundan Türk okullarında gelen öğrenciler, aslında Fethullah Gülen'in öğrencileri. Nijer'dan, Kırgızistan'dan Azerbaycan'dan, Arnavutluk'tan gelen öğrenciler ve Birand renkli görüntüler verdi. Yıllarca Fethullah Gülen'e ve Gülen cemaatine yaptıkları eleştirilerle gündemde olan Doğan grubundaki bu görüntüler laikleri kızdırdı. Aydın Doğan ve Doğan grubu Gülen'le ve cemaatle yakınlaşıyor mu?" sorusunu akıllara getirdi.

PKK'nın ajandası



3'ü DTP Genel Başkan Yardımcısı 52 kişinin tutuklandığı PKK operasyonunun ilk iddianamesinde telefon kayıtları da yer aldı.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın PKK'nın ''Koma Ciwaken Kurdistan Türkiye Meclisi-Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK/TM)" yapılanmasına yönelik operasyonunn ilk iddianamesi hazırlandı.

Aralarında DTP Genel Başkan Yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun, Selma Irmak ile Öcalan'ın avukatlarının da bulunduğu 52 kişinin tutuklandığı soruşturma kapsamında hazırlanan 148 sayfalık iddianame, mahkeme tarafından kabul edildi.

İddianamede, terör örgütü PKK'nın Türkiye'deki yapılanması detaylı bir şekilde yer aldı.

İddianamede, Diyarbakır'da 2 yıl boyunca fiziki ve teknik takibi yapılan 8 kişilik ''Yerel Yönetimler Komisyonu'nun
KCK Türkiye Meclisi'' adına faaliyet yürüttüğünün tespit edildiği vurgulandı.

İddianameye göre Türkiye'de faaliyet yürüten KCK/TM mensupları, örgütün Avrupa sorumlusu olan ''Amed'' kod adlı Sabri Ok ile sürekli görüşme içerisindeydi.

Örgüt, ülke genelindeki çalışmalarını Çukurova, Diyarbakır, Serhat (Erzurum) ve Ege olmak üzere 4 ana bölge üzerinde koordine ediyordu.

İddianamede, ''Amed'' kod adlı Sabri Ok'un, DTP Genel Başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ve Öcalan'ın avukatları Şinasi Tur ve Ebru Günay ile yaptığı telefon görüşmelerine yer verildi.

Ok'un, AK Parti'nin 29 Mart yerel seçimleri öncesinde Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda gerçekleştirdiği ve Başbakan Erdoğan'ın katıldığı mitingle ilgili, DTP Genel Başkan Yardımcısı Yüksek ve avukat Tur ile ilgili çeşitli görüşmeler yaptı.



Yüksek ve Tur'a mitingin neden kalabalık olduğunu soran Ok, duyduğu rahatsızlığı telefon görüşmesinde dile getirdi.

DEMİRTAŞ VE KIŞANAK HEMEN AVRUPA'YA GELSİN
Ok, Kamuran Yüksek ile yaptığı telefon görüşmesinde DTP Diyarbakır milletvekilleri Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak'ın yapılacak bazı görüşmeler için Avrupa'ya gelmesini istedi. Ok, iki DTP'linin mazeret bildirmemelerini istedi.

Ok'un, Öcalan'ın avukatı Ebru Günay ile Mart 2009'da yaptığı bir telefon görüşmesi de iddianamede yer aldı. Avukat Ebru Günay, Öcalan'la görüşmelerinde sıkça fırça yediğini anlattı.

TATLISES'E AVRUPA'DA KONSER YASAĞI İDDİASI
İddianamede, PKK'nın türkücü İbrahim Tatlıses'e Avrupa'da konser yasağı getirdiği, bu yasağın kaldırılmasına yönelik yapılan girişimlerle ilgili telefon görüşmeleri de yer aldı.

Baykal mayınlı arazide



CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, terör örgütü PKK'nın silahların bırakılması, cephanenin teslim edilmesi, dağdan inilmesi ve artık bunun bir yöntem olarak kullanılmamasını kendi içinde tartışması, topluma da bunu yansıtarak ortaya koyması gerektiğini belirtti


MARDİN - CHP lideri Baykal, Mardin gezisi kapsamında merkeze bağlı Suriye sınırındaki Tilkitepe'de mayınlı arazide incelemesinin ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, Hükümetin mayınlı arazinin temizlenmesi konusunda getirdiği tasarının, kendilerini, bölgede yaşayanları ve Türkiye'yi rahatsız ettiğini söyledi. Tasarının mayınları temizlemenin yanı sıra temizlemeden sonra elde edilecek arazinin bir yabancı firmaya 50 yıla yakın bir süre için bırakılmasını öngördüğünü ve bunun kabul edilemez olduğunu ifade eden Baykal, hiçbir ülkenin mayınlardan temizlediği arazilerini başka yabancı bir ülkeye yarım asra yakın bir süre emanet etmediğini bildirdi. CHP Genel Başkanı Baykal, bu arazilerin sık sık gündeme getirildiğini belirterek, şöyle konuştu: ''510 kilometrelik bu sınır yabancı bir ülkeye bırakabilir mi? Bir de aldatmaca var. Daha bir şey belli değil. İnandırıcı bir yaklaşım ortaya koymuyorlar. Genelkurmay Başkanlığı NAMSA diye NATO'nun bu konuda uzmanlaşmış bir kurumunu önerdi. O bu işi biliyor ve dünyada çeşitli ülkelerde 6 milyon mayın kaldırmış. Ona da itibar etmiyorlar. Anlaşılan peşin bir fikir var, bu konuda yapılan bir anlaşma var. 2003 yılında, bir ülke buraya asker, helikopter, tanklarını ve toplarını getirmek istedi. Buna karşı da mücadele verdik. Şimdi silahla değil, parayla girmek istiyorlar. Ceylanpınar'daki dünyanın en verimli çiftliğini de buraya bağlamaya çalışıyorlar. Bunu kime ikram etmek istiyoruz? İkram edilebilir mi? Bu bölgede yaşayan insanların hakkı değil mi? Bize bırakılsa burayı bir tarım cenneti haline getirebiliriz.''


''SİLAH BIRAKMAK LAF İLE OLMAZ''


Daha sonra gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, af konusunun terörle mücadelede bir yöntem olmadığını savunarak, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Terör bitirildikten sonra, gündemden düştükten sonra, silahlar cephaneler teslim edildikten sonra, dağdaki insanlar indikten sonra, bir daha bu yola artık başvurulmayacağı ortaya çıktıktan sonra, elbette geçmişteki kavgayı unutmak, kaynaşmak, barışmak bir toplumsal barış ve kardeşlik projesi ortaya koyabilmek için düşünülecek bir yöntemdir. Şartlar oluştuğu zaman inatla bu kavgayı sürdürmenin bir anlamı yok. Şartlar olmadan bunları konuşmak, beyhude konuşmaktır, yanlış konuşmaktır. Cumhurbaşkanı bu konuşmayı açtı. Sanki şartlar varmış gibi bir izlenim verdi. Öğrendik ki 6 askerimiz mayından dolayı şehit oldu. Yani bunlar Türkiye'yi yanlış yönlendirme çabalarıdır. ''Türkiye terör ve şiddet karşısında kararlılıkla mücadeleye devam etmelidir'' diyen Baykal, şöyle devam etti: ''Öte yandan, yarın bu mücadeleye son verilecekmiş gibi kucaklaşmaya hazır olmalıdır. Silah bırakmak laf ile olmaz. Kandil'de verilen açıkça demeçte 'Silahları bırakmak felaket olur' diyorlar. 'Silahları susturacağız' diyorlar. Yani 'Silahları susturmak karşısında bize bir şeyler verin' diyorlar. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Silahların bırakılması, cephanenin teslim edilmesi, dağdan inilmesi ve artık bunun bir yöntem olarak kullanılmamasını kendi içinde tartışarak, topluma bunu yansıtarak ortaya koymaları lazım.'' Deniz Baykal, bir süre köylülerle sohbet ettikten sonra Ömerli ilçesine hareket etti.

Eminağaoğlu’nun gizlenen yüzü


Eminağaoğlu’nun gizlenen yüzü

Önümüzde çok hayati bir soru cevaplanmayı bekliyor: Hrant Dink’in alçakla katledilmesinin Ergenekon soruşturmasıyla bir ilişkisi var mı, yok mu? Bu soruyu “Trabzon’da rahip Santoro’nun, Malatya’da Protestan misyonerlerin katledilmesinin Ergenekon’la ilişkisi var mı, yok mu?” diye de geliştirebiliriz.

Bu konuda çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Bütün bu süreçleri ABD’den, Washington’dan, büyük ölçüde internetten izlemek zorunda kalmış, dolayısıyla yeterli bilgi sahibi olmayan biri olarak iki meslektaşımın kitaplarından geniş ölçüde faydalandım. Bunlardan ilki, Milliyet’ten Nedim Şener’in “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” adlı çalışmasıydı. Nedim, doğru bildiğimiz birçok şeyin aslında öyle olmadığını göstererek bize çok büyük bir iyilik yaptı. Nitekim “iyi olan hiçbir şey cezasız kalmaz” ilkesi bir kez daha işledi ve polis “bizi hedef gösterdi” diye kendisini dava etti.

İkinci kitap ise Vatan Ankara bürosundan Kemal Göktaş’ın “Medya, Yargı, Devlet” altbaşlığını taşıyan “Hrant Dink Cinayeti” adlı eseri. Türkiye’nin önde gelen yüksek yargı muhabirlerinden Kemal’in, yüksek lisans tezi olarak Dink’in medya aracılığıyla nasıl hedef haline getirildiğini araştırdığını biliyordum. Kitapta, tezine ek olarak Hrant’ın davalarını ve Ergenekon’un Hrant’a yönelik ilgisini mercek altına almış.

Ergenekon bağı

Kemal’in tamamen açık kaynaklara dayanarak kaleme aldığı kitabı okuduğunuzda başlangıçtaki soruya ‘muhakkak var’ cevabı vermek durumunda kalıyorsunuz. Öncelikle Ergenekon davasının Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz gibi kilit isimlerinin Hrant’a karşı yürütülen kampanyada ne denli etkili olduklarını bir kez daha hatırlıyoruz. Ardından Yasin Hayal ve Ali Öz gibi zanlıların Ergenekon’la bağları olup olmadığı hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Bazı noktalarda kafanız epey karışıyor. İlki daha bildik bir olgu: Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek başta olmak üzere, Hrant’ı adım adım ölüme götüren süreçte şu ya da bu şekilde rol ve sorumlulukları olduğu ileri sürülen, fakat haklarında ciddiye alabileceğimiz bir inceleme veya soruşturma açılmayan bazı polisler Ergenekon soruşturmasında kilit rol oynuyorlar. İkincisi daha şaşırtıcı: Bazı çevreler tarafından neredeyse “Ergenekon’un yüksek yargıdaki temsicisi” gibi lanse edilmek istenen YARSAV Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun, Kerinçsiz ve benzerlerinin mahkum ettirmek için yoğun enerji sarf ettiği Hrant’ı beraat ettirebilmek için elinden geleni yapmış olduğunu öğreniyoruz. İtiraf edeyim, ben bilmiyordum ve kendisini şahsen tanımadığım Eminağaoğlu hakkında son dönemde kalın çizgilerle çizilen kötü imajın etkisinde kalmış olduğum için inanmakta da zorlandım.

Sonuna kadar direnmiş

Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin Dink’i 301. maddeden mahkum etmesi üzerine hem Kerinçsiz ve diğer müdahiller, hem de Dink’in avukatları temyize başvurunca, Yagıtay Cumhuriyet Başsavcılığı adına savcı Eminağaoğlu kaleme aldığı tebliğnamede ayrıntılı bir şekilde Dink’in yazılarının “eleştiri” boyutunu aşmadığını ve suçsuz bulunması gerektiğini belirtmiş. Buna rağmen Yargıtay 9. Ceza Dairesi cezayı onayınca, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı yine itiraz edip davayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na taşımış. Eminağaoğlu tebliğnamesinde Yargıtay üyelerini Dink’in söz konusu yazılarını “soğukkanlılıkla” okumaya davet etmiş ve sözlerinin tamamen düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini ayrıntılı bir şekilde savunmuş. Sonuçta 7 üyenin itiraz lehine oy kullanmasına rağmen Dink’in cezası onaylanmış. Kitaptaki en çarpıcı belgelerden biri, Eminağaoğlu’nun, Hrant’ın alçakla katlinden beş gün sonra kaleme aldığı ve www.adalet.org sitesinde yayınlanan yazısı. Şu cümleler onun: “Hrant’ın karşısına geçenler, Lozan’ı savunurken ne Atatürkçülük ne de Lozan’dan haberdarlardı. Bu durum Atatürkçülüğe de, Lozan’a da, Hrant’a da zarar veriyordu.”

Bir de şu bölüme dikkatinizi çekmek istiyorum: “Danıştay saldırısında görüldüğü gibi Hrant olayında da görülen, ayakkabının/botun altının delik olduğu. Demek ki hayatlarını kaybeden bu kişiler paranın gücü altına alınarak yönlendirilmemiş ve yaşamamışlar, ifadelerini özgürce dile getirmeyi düstur edinmişler.”

Kitabı okuduktan sonra Kemal Göktaş’la konuştum ve Eminağaoğlu’nun sadece Hrant olayında değil, askerlik yapmayı reddeden “vicdani retçiler” ve Kürt sorunuyla ilgili davalarda da çok ileri ve demokratik yorumlar yapmış olduğunu öğrendim.

Şimdi insanın aklına şu sorular takılıyor:

1) Böylesine “çağdaş hukukçu” profiline sahip olan biri, nasıl olur da Ergenekon gibi karanlık ve hukuk dışı bir yapıyla irtibatlı olabilir?

2) Eğer böyle bir irtibatı yoksa -ki üstlendiği davalara getirdiği yorumların Ergenekon çizgisine tamamen ters olduğunu görüyoruz- neden bazı odaklar kendisiyle bu kadar çok uğraşırlar?

3) Kendilerini haklı olarak “Hrant’ın dostu” olarak tanıtan ve onun yargı sürecinin tüm aşamalarını bildiğini varsayabileceğimiz bazı aydınlar neden şu hengamede “Bir dakika, Eminağaoğlu Hrant davasında çok dik bir duruş sergilemişti” diyerek kamuoyunu aydınlatmazlar? Hatta içlerinden bazıları Eminağaoğlu’na yönelik linç kampanyasına katılmaktan geri kalmaz?

Özetle bu işte bir gariplik var.
Yazara ulaşmak için : rcakir@gazetevatan.com

TSK mayın temizleme şirketi değil












Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'den sınırdaki mayınları temizlemeye yönelik açıklama

AA




Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, "Mayınların temizlenmesinden sonra, Suriye'nin hudut bölgesinde yeniden engel koymamız gerekecek. 350 metre genişliğin, 50 metresi geri alınacak. Mayın temizleme makinelerini ne yapacağız? Genelkurmay, mayın temizleme şirketi değil
ki..." dedi.

TBMM Adalet Komisyonunda, Askeri Hakimler Kanununda değişiklik yapılmasını öngören kanun tasarısının tümü üzerindeki görüşmelerde söz alan CHP
Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe, Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesine ilişkin tartışmaları gündeme getirdi.

"Türk Silahlı Kuvvetleri, mayın temizleme işini yapacak güç ve yeteneğe sahip olduğunu, ancak tartışmalarla yıpratıldığını" savunan Ünlütepe,
"Birileri, bir yerlere söz verdi diye bunu yapmak zorunda değiliz" dedi.

Ünlütepe, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün kamuoyunu sağlıklı şekilde bilgilendirmesi gerektiğini, eğer Maliye Bakanlığı ile farklı görüşteyse, yapması
gereken başka şeyler olduğunu söyledi.

CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk de Anayasa Mahkemesinin, yabancılara toprak satışına ilişkin yasayı iptal kararında "konunun, egemenlik haklarının asli sorunu" olduğunu belirttiğini ifade ederek, Bakan Gönül'ün,
"verimli ve stratejik öneme sahip toprakların kullanım hakkının devredilmesi konusunda görüşlerini net biçimde açıklaması gerektiğini" kaydetti.

-"KİMSEYE SÖZ VERİLMİŞ DEĞİLDİR"-

Milli Savunma Bakanı Gönül, CHP'li milletvekillerinin sözlerine,
"Kimseye söz verilmiş değildir. Açık ihalede önceden kimseye söz verilmez.

Kimseye, hakimiyet hakkı devrolunmuyor" diyerek itiraz etti.

Gönül, Suriye kara sınırına mayın döşenmesine 1956 yılında karar
verildiğini, 1957-1959 yılları arasında mayınların döşendiğini belirterek, mayın
döşenen arazinin boyunun 510 kilometre, eninin de ortalama 350 metre olduğunu
söyledi.

Bu arazi için "İki Kıbrıs büyüklüğünde" denildiğini, bunun doğru
olmadığını ifade eden Gönül, "Kıbrıs'ın büyüklüğü 9 bin 600 kilometre karedir.

İki Kıbrıs büyüklüğü, bir Belçika yapar. Burasının tamamı, 216 kilometre
karedir" dedi.

Gönül, arazinin 186 kilometre kare kadarının Hazineye, diğer bölümünün de
vatandaşlar, Devlet Demiryolları ile başka kuruluşlara ait olduğunu belirtti.

Bakan Gönül, "1 metre kare, 1 santimetre kare bile vatan parçası olarak
önemlidir, ancak Kıbrıs'la mukayese edilince, halkta yanlış intiba oluyor;
hakikaten çok geniş bir araziymiş gibi" diyerek, şöyle devam etti:
"Üzerinde durulması gereken bir husus da mayınların temizlenmesinden
sonra, çok düz olan Suriye'nin bu hudut bölgesinde, bizim yeniden engel koymamız
gerekecek. Orayı tamamen serbest bırakamayız. Nasıl? Yeni karakol binalarıyla,
dikenli tellerle, iz tarlalarıyla, teknik ne gerektiriyorsa... Tahmini bir takım
şeyler söylüyorum. Belki elektrikli tellerle... Bunu da hesap ettirdim, 50 metre
civarında bir yer olması lazım. Ortalamayı söylüyorum; 350 metre bir genişliğin,
50 metresi geri alınacak. Bunun belli bir bölgesi, yasak bölgedir. Zaten ihalede
herhalde önceliği en son olacaktır. Bu 50 metre, temizlendikten sonra yeniden
askeriyeye iade edilecektir."

-ORGANİK TARIM İDDİALARI-

Basında, "mayından temizlenecek arazi için organik tarım açısından
mükemmel yer" şeklinde haberler yer aldığını anımsatan Gönül, arazinin, organik
tarım açısından mükemmel olup olmadığının mayınların temizlenmesinden sonra
ortaya çıkacağını belirtti. Gönül, "Belki, mayın orayı kirletmiştir. Onu
bilemiyoruz. Çünkü, mayın, kimyasal bir maddedir" dedi.

-KARA KUVVETLERİNİN MAYIN TEMİZLEME BİRLİĞİ-

Mayın temizlemeyle ilgili hukuki süreç hakkında bilgi veren Gönül,
Bakanlar Kurulunda 1992 yılında, "Buranın temizliğini, Genelkurmay yapsın" diye
karar alındığını, 2001 yılına kadar bir faaliyet olmadığını söyledi. Gönül, şöyle
devam etti:
"2001'de Genelkurmay, bir proje ofisi kurmuş. Proje ofisi kurulunca,
işin maliyeti ortaya çıkmaya başlamış. O günkü Hükümetten belli bir ödenek
istenmiş. Sonradan bu bütçeye konmamış. Faaliyete geçirilememiş. 2003 yılına
gelindiğinde Kara Kuvvetleri, bu işi ciddiyetle ele aldı. Daha önce temizlik
yapılmış ülkelere uzmanlar gönderildi. Uzmanlar yetiştirilmeye çalışıldı. Esasen
Kara Kuvvetlerinin bir mayın temizleme birliği var. Bu birlikten hareketle yola
çıkıldı. Bu birlik, insan gücü kullanarak elle temizliyor. Ancak dünyada böyle
elle temizleme yapılmıyor. Makinelerle temizleme yapılıyor. Üçlü bir kombinasyon
şeklinde çalışan makinelerin fiyatları soruldu. Bunların fiyatı, 5 milyon dolar
civarındaydı. Ama biz toplu olarak girince fabrikalar fiyatları yükselttiler.

Kara Kuvvetleri, kullanılmış makinelerin fiyatlarından yola çıkmış ama hiçbir
yerde böyle hazır makine yok.

Siparişe girildiği zaman bakıldı ki 14-15 milyon dolara mal olacak 3'lü
ekip. Tabii onlarca alınacak. Bunun üzerine Genelkurmay, konuyu yeniden inceledi.

Makinelerin alınması önemli bir faaliyet. Makinelerin çalıştırılması, ikinci
önemli faaliyet. Uzman kişileri kullanmanız lazım. Üçüncüsü, idame ettirilmesi ne
olacak? Bunlar nasıl idame edilecek? Dördüncüsü, bunlar bitti, biz bu makineleri
ne yapacağız? Genelkurmay, mayın temizleme şirketi değil ki... Bunun üzerine
elinde makine bulunan birkaç şirket var. 'Bunlardan hizmet alımı suretiyle
yapılabilir mi diye bir araştırma yapın' diye Genelkurmay bizden istedi. Bakanlık
olarak davet çıkardık. Davet üzerine 14 şirket 'biz yaparız' diye müracaat etti.

700 milyon dolar ile 3,5 milyar dolar arasında bir tablo çıktı. Bizim bütçeden
böyle bir ödenek koymamız mümkün değil."

-ABDÜLLATİF ŞENER'İN BAŞKANLIĞINDA TOPLANTI-

Gönül, işin artık bir müteahhitlik hizmeti haline geldiğine işaret
ederek, şunları söyledi:
"Müteahhitlik hizmetini yapabilecek en iyi kuruluş hangisiyse, bu tespit
edilerek yapılsın diye, en uygun kuruluşun tespiti işini, Genelkurmay 2004
yılında yazdığı bir yazıyla Başbakanlık'tan talep etti. Başbakanlık'ta da 'Bu
işi, en iyi kim yapar, nasıl yapar' diye, Abdüllatif Şener'in başkanlığında
toplantı yapıldı. Görüldü ki yeni bir Bakanlar Kurulu kararı alınmadan,
Genelkurmay'ın üzerindeki görev alınmamış oluyor. Bakanlar Kurulu kararı alınıyor
ve 'uluslararası ihalede en ehil, Maliye Bakanlığı'dır' diye ona bırakılıyor.

Maliye Bakanlığı bir tasarı hazırlıyor ve herkesin görüşü soruluyor. Bizim
Bakanlık da kendisi ve bizimle en yakın çalışan kuruluşların görüşlerini almak
suretiyle bir görüş hazırlıyor. O görüş, çok uzun olduğu için rapor haline
getirildi. Üst yazıyla görüşü, Maliye Bakanlığına iletmiş olduk. Maliye
Bakanlığına ilettiğimiz, bizim Bakanlığın görüşüdür. O imza da bana aittir, ancak
Maliye Bakanlığının hazırladığı tasarıdaki imza da bana aittir. Maliye Bakanlığı
artık masrafı yapan, sorumluluğu taşıyan bakanlıktır. Bizimkisi görüştür, onların
ki icraattır. 'Maliye Bakanlığının tasarısına bizim görüşe yüzde 100 uyulmadı'
diye imza atmazsam, o zaman Maliye Bakanlığı demez mi (top sendeydi, sen
yapsaydın o zaman.)"

-FARKLI GÖRÜŞ-

CHP'li Köktürk'ün "Sayın Bakan, farklı görüşte olduğunu ifade ediyor"
demesi üzerine Milli Savunma Bakanı Gönül, şunları kaydetti:
"Farklı görüş bildirdik. Ama Maliye Bakanlığı sorumluluk taşıyor. Artık
ben sorumluluk taşımıyorum. Ben, ne sorumluluğu taşıyorum? Görüş bildirme
sorumluluğu taşıyorum. İcraat sorumluluğu, Maliye Bakanlığına ait. Nitekim farklı
görüşümüz, sonradan komisyon toplantısında tasarıya yansıdı. Beni de çağırdılar.

Tasarıda, hizmet alımı suretiyle yapım yoktu. Bizim 'hizmet alımı suretiyle
yapım' görüşümüz, komisyon toplantısında tasarıya girdi... Bakanlığımız görüşü,
zaten bir şekilde intikal etmiş. Muhalefet partisinden bir arkadaşımız, Meclis
kürsüsünden de söyledi. Her iki imzamın da arkasındayım."
Kimseye hakimiyet hakkının devredilmediğini vurgulayan Gönül, "Bu bir
kiralama sözleşmesidir. Hakimiyet verilmesi değildir" dedi. Gönül, maden ve
petrol gibi her türlü doğal kaynakların tasarrufu konusunda yetki verilmediğinine
de dikkati çekti.

"Kıbrıs da böyle gitti" denildiğini ifade eden Gönül, "Kıbrıs, siyasi
bir tasarrufla gitti. Kıbrıs, 1856'da İngilizler'e Kırım Harbinde bize yardıma
geldiklerinde üs olarak verildi ve 1. Dünya Savaşına kadar üs olarak kaldı" diye
konuştu.

"Birilerine söz verildiği" iddiasına da yanıt veren Gönül, "Kimseye
söz verildiği yok. Açık ihale. Giren alır" sözlerini ifade etti.

Gönül'e açıklamaları dolayısıyla teşekkür eden CHP'li Ünlütepe,
"İnanmayan insan, inandıramaz" dedi.

PKK'nın yan kuruluşu KCK


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın terör örgütünün “Koma Ciwaken Kurdistan Türkiye Meclisi-Kürdistan Topluluklar Birliği” (KCK/TM) Yapılanması”na yönelik yürüttüğü ve 3'ü DTP Genel Başkan Yardımcısı 52 kişinin tutuklandığı soruşturma kapsamında ilk iddianame hazırlandı.


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nda özel yetkili 5 Cumhuriyet Savcısının yürüttüğü soruşturma kapsamında hazırlanan 148 sayfalık iddianame, Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edildi.

İddianamede, terör örgütü PKK'nın Türkiye'deki yapılanması detaylı bir şekilde yer aldı.

2 YIL SÜREN TEKNİK TAKİP

İddianamede, Diyarbakır'da 2 yıl boyunca fiziki ve teknik takibi yapılan 8 kişilik “Yerel Yönetimler Komisyonu'nun “KCK Türkiye Meclisi” adına faaliyet yürüttüğünün tespit edildiği kaydedildi.

Bu komisyon üyelerinin terör örgütünün kent merkezlerindeki eylemlerini koordine ettikleri, yargısal ve mali çalışma yaptıkları kaydedildi.

Ayrıca Türkiye'de faaliyet yürüten KCK/TM mensuplarının, sözde “KCK Anayasası” gereğince örgütün Avrupa sorumlusu olan Sabri Ok ile sürekli görüşme içerisinde oldukları bildirildi.

“TM”NİN BAŞINA OK GETİRİLDİ

İddianamede, Irak'ın kuzeyindeki terör örgütü kamplarında 17-22 Nisan 2006 tarihleri arasında gerçekleştirilen genel kurul toplantısında, “Türkiye Koordinasyonu (TK)” isminin, “Türkiye Meclisi (TM)”, il koordinasyonlarının ise “İl Meclisi” olarak değiştirilmesi yönünde kararlar alındığı kaydedildi.

TM'nin başına geçmişte terör örgütünün cezaevleri sorumluluğunu üstlenen ve halen yurt dışında bulunan örgütün üst düzey sorumlularından “Amed” kod adlı
Sabri Ok'un getirildiği belirtilen iddianamede, ülke genelindeki çalışmaların Çukurova, Diyarbakır, Serhat (Erzurum) ve Ege olmak üzere 4 ana bölge üzerinde koordine edildiği, il koordinasyonlarının feshedilerek, İl Örgütlenme Komitelerinin oluşturulduğu ifade edildi.

http://dosyalar.hurriyet.com.tr/haber_resim/kck_sema.jpgİSTANBUL'DA TOPLANDI

İddianamede, terör örgütü tarafından, İl Örgütlenme Komiteleri adı altında Türkiye Meclisi'nin (TM) yeniden yapılandırılmasına yönelik olarak ülke genelinde belirlenen 237 delegenin katılımıyla İstanbul'da 03-05 Kasım 2006'da bir toplantı gerçekleştirildiği belirtilerek, şöyle denildi:

“ Toplantıda; 'TM yapılanmasıyla aynı paralelde faaliyet gösterecek yapılanmaların İran, Irak ve Suriye'de de hayata geçirilmesi, ülke genelinde bölge, il, ilçe, semt, mahalle ve sokak meclisleri şeklinde örgütlenerek, halkın sorunlarının oluşturulan meclisler marifetiyle çözülmesi, örgüte müzahir (yardımcı) kurum ve kuruluşların dağınık örgütlenmelerinin önüne geçilmesi, Irak'ın kuzeyinde ve İran'daki örgüt kamplarına eğitim çalışması için gidecek şahısların koordine edilmesi, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatları ve ailesiyle görüşememesi durumunda ülke genelinde kitlesel eylemler düzenlenmesi, cezaevlerinden tahliye olan, ancak örgütsel faaliyetlere katılmayan şahıslara yönelik çalışmalar gerçekleştirilmesi ve aksine hareket edenlere karşı çeşitli yaptırımların uygulanması, terör örgütünün kadın yapılanması YJA/Star (Özgür Kadın Birlikleri) ve KJB (Yüce Kadınlar Topluluğu) ile eş güdümlü olarak şehir merkezlerinde kadınların mahallelere kadar eylemsel amaçlı yerleştirilmesi' yönünde kararlar alındığı belirlendi.”

SÖZDE ÖRGÜTÜN ANAYASASI

KCK sözleşmesinin sözde terör örgütünün anayasası gibi değerlendirildiği kaydedilen iddianamede, şu ifadelere yer verildi:

“KCK sözleşmesi, örgütü bir devlet sistemi gibi yapılandırma amacı taşıyıp terör örgütünün birimleri ve örgüt üyelerini sistematik bir yapıya oluşturmayı amaç edinmektedir. Bu yapı, önceki yapıdan farklı olarak sadece Kürt kökenlileri değil bu bölgede yaşayan 'diğer azınlıkları' da hedeflemektedir. Kendi ifadelerine göre; KCK, 'demokratik toplumcu-konfederal bir sistem olduğu' üye kabul eden, yargılayan, silahlı mücadele yapan, mahalli ve merkezi teşkilatları olan, özellikle yerel yönetimler üzerinde söz sahibi olmaya çalışan fakat her şekilde Abdullah Öcalan'ın önderliğini dikte eden bir yapıya sahip. KCK sözleşmesinin 36. maddesinde 'PKK'nın KCK sisteminin ideolojik gücü olduğunu, önderlik felsefe ve ideolojisinin hayata geçirilmesinden sorumlu olduğu, KCK sistemi içerisinde her çalışanın terör örgütü PKK'nın ideolojik ve ahlaki ölçülerini esas aldığı belirtilmektedir.”

“BÖLGE MECLİSİ”

KCK sözleşmesinin, “eyalet ve bölge örgütlenmesi” üst başlığındaki 21. maddesinde, düzenleme yapıldığı kaydedilen iddianamede, şöyle devam edildi:
“KCK'nın eyalet ve bölge örgütlenmesi üst başlığındaki 21. maddesinde 'ülkenin coğrafi ve etnik-kültürel özelliklerine göre ayrıştırılması ile 'eyalet-bölgeler oluşturma' ve bu temelde örgütlenerek demokratik konfederalizm sistemi içinde yer alır. Eyalet-bölgelerin karar organı eyalet-bölge meclisleridir. Meclislerin sayı ve bileşimleri nüfus yoğunluğu ve örgütlülük durumuna göre belirlenir. Eyalet-bölge meclislerinin üye sayılarının yarısı doğrudan ve eyalette yaşayan halk tarafından serbest seçimle, diğer yarısı ise söz konusu eyalet-bölgedeki özgür toplum meclisleri ve konfederalizmin bileşen ve örgütlerinin durumlarına göre uygun düzenlenmiş kota sistemi ile belirlenir. Çalışma düzeninde Kongra-Gel ve halk meclisi sistemlerini esas alır. Eyalet-bölge meclisi söz konusu eyaletteki halkın yaşamının ve mücadelesinin gerektirdiği kararları oluşturmakla görevlidir. Yılda iki kez toplanır ve gündemini tamamlayana kadar çalışır. Eyalet meclisi eyalet koordinasyonunu seçer ve faaliyetlerini denetler' şeklinde düzenleme yapılmıştır.”

İddianamede, terör örgütü adına faaliyet yürüten TM'nin KCK sözleşmesinin 14. maddesi gereğince “siyasi, ekolojik ve yerel yönetimler, hukuk, dış ilişkiler, azınlıklar ve inanç grupları” gibi alan merkezlerini kurarak yapılandırdığı, örgütsel faaliyetler ve eylemleri organize ettikleri, yerel yönetimleri sözde yetkilerini kullanarak yönlendirdikleri belirtildi.

40 BİN GÖRÜŞME KAYDI


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın terör örgütünün “Koma Ciwaken Kurdistan Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması”na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, yapılan bazı telefon görüşmelerine de yer verildi.


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nca Türkiye genelinde yaklaşık 15 ilde yürütülen ve aralarında DTP Genel Başkan Yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun, Selma Irmak ile terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatlarının da bulunduğu 52 kişinin tutuklandığı soruşturma kapsamında hazırlanan 148 sayfalık iddianamede, KCK/TM yapılanmasının şeması ile dosyada yer alan yaklaşık 40 bin görüşme kaydından bazıları yer aldı.



“AK PARTİ'NİN DİYARBAKIR MİTİNGİ NEDEN KALABALIK?”



İddianamede, terör örgütünün Avrupa sorumlusu olan “Amed” kod adlı Sabri Ok'un, DTP Genel Başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ve terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatları Şinasi Tur ve Ebru Günay ile yaptığı telefon görüşmelerine yer verildi.


“Amed” kod adlı Ok'un, Ak Parti'nin 29 Mart yerel seçimleri öncesinde Diyarbakır İstasyon Meydanı'nda gerçekleştirdiği ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı mitingle ilgili, DTP Genel Başkan Yardımcısı Yüksek ve avukat Tur ile ilgili çeşitli görüşmeler yaptı.


“Amed” kod adlı Ok'un, DTP Genel Başkan Yardımcısı Yüksek ve avukat Tur'a mitingin neden kalabalık olduğu yönünde sorular sorduğu ve bundan duyduğu rahatsızlığı telefon görüşmesinde dile getirdiği belirlendi.



“DEMİRTAŞ VE KIŞANAK HEMEN AVRUPA'YA GELSİN”



İddianamede, terör örgütünün “KCK sözde anayasası” gereğince Türkiye'de faaliyet yürüten KCK/TM mensuplarının örgütün Avrupa sorumlusu olan “Amed” kod adlı Sabri Ok ile sürekli görüşme içerisinde oldukları, yapacakları örgütsel faaliyetlerle alakalı Ok'a rapor iletip, onun talimatları doğrultusunda örgütsel faaliyetler gerçekleştirdikleri kaydedildi.


“Amed” kod adlı Ok'un, Kamuran Yüksek ile yaptığı telefon görüşmesinde, DTP Diyarbakır milletvekilleri Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak'ın yapılacak bazı görüşmeler için Avrupa'ya gelmesi gerektiği ve bu konuda “mazeret” bildirmemeleri gerektiğini dile getirdiği belirtildi.



“HABİRE FIRÇA YİYİP DURUYORUM”



“Amed” kod adlı Ok'un, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın avukatı Ebru Günay ile Mart 2009'da yaptığı bir telefon görüşmesi de iddianamede yer aldı. Avukat Ebru Günay, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'la görüşmelerinde “sıkça kendisinden fırça” yediğini anlattığı ifade edildi.



TATLISES'E AVRUPA'DA KONSER YASAĞI İDDİASI



İddianamede, terör örgütünün türkücü İbrahim Tatlıses'e Avrupa'da konser yasağı getirdiği, bu yasağın kaldırılmasına yönelik yapılan girişimlerle ilgili telefon görüşmeleri de yer aldı.


SALDIRI NİÇİN ÜSTLENİLDİ


Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'nın terör örgütünün “Koma Ciwaken Kurdistan Türkiye Meclisi (KCK/TM) Yapılanması”na yönelik yürüttüğü soruşturma kapsamında hazırlanan iddianamede, DTP Genel Başkan Yardımcısı Kamuran Yüksek'in bilgisayarında ele geçirildiği öne sürülen ve terör örgütü PKK'nın sorumlularından Duran Kalkan'a gönderildiği kaydedilen rapora da yer verildi.


İddianamede, Yüksek'in terör örgütünün sorumlularından “Cuma” kod adlı Duran Kalkan'a gönderdiği iddia edilen raporda, Diyarbakır'da 3 Ocak 2008'de askeri personeli taşıyan servis aracının geçişi sırasında düzenlenen ve 6'sı öğrenci 7 kişinin ölümüne neden olan saldırının üstlenilmesinin kendilerine zarar verdiği, üstlenilmenin niçin yapıldığının soruşturulması gerektiği kaydedildi.


Kamuran Yüksek'in bilgisayarından ele geçirildiği öne sürülen raporda, terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan'ın İmralı Adası'ndaki durumuyla ilgili bilgiler de yer alıyor.


Raporda, Türk Silahlı Kuveetlerinin terör örgütüne yönelik düzenlediği hava harekatlarının devam edeceği ve kara harekatı planlandığı yönünde bilgilere de yer veriliyor.


Türkiye'de kendilerine düşman olanların araçlarının ve iş yerlerinin yakılması yönünde talimatlar verildiğine de yer verilen raporda, askeri personeli taşıyan servis aracının geçişi sırasında düzenlenen ve 6'sı öğrenci 7 kişinin ölümüne neden olan saldırının üstlenilmesine yönelik eleştirilere yer veriliyor.


Söz konusu eylemin üstlenilmesinin kendilerine zarar verdiği dile getirilen raporda, bu eylemi üstlenilmesinin soruşturulması talep ediliyor.



KCK/TM MENSUPLARI KANDİL'DE



İddianamede, terör örgütü PKK adına faaliyet yürüten KCK/TM mensuplarının sık sık örgütün Kandil'de bulunan kamplarına giderek toplantılara katıldığı, verilen talimatları ve gözlemlerini diğer TM üyelerine anlattıkları kaydedildi.


KCK/TM yapılanmasında yer alanların terör örgütü PKK'dan bahsederken “Örgüt”, “Hareket” şeklinde isimler kullandıkları, örgütün hükümlü elebaşı Abdullah Öcalan için de “Önderlik” ifadesinin kullanıldığı bildirildi.


İddianamede ayrıca KCK/TM yapısının Kandil'den gelen talimatları yerine getirdiği gibi örgütsel amaçla gerçekleştirilen konularla alakalı olarak birçok raporu örgüte ulaştırdıkları belirtildi.



“YARGILAMA YAPIP, CEZA VERİYORLAR”



İddianamede, ayrıca, KCK/TM mensuplarının, örgüt adına sözde yargılama faaliyetleri yaparak, KCK sistemi içinde bir kısım örgüt üyelerine ceza verdikleri de iddianamede yer aldı.


Terör örgütünün sözde anayasası olan KCK sözleşmesi kapsamında KCK/TM yapısının “Demokratik Cumhuriyet” ile alakalı planlamalar yapıp, örgütün yapısını, resmi kurumlar içinde kurmak ve faaliyetlerini düzenlemek için “Özgür belediyecilik” adı altında bir model çalışması yaptıkları ifade edildi.


Bölgedeki bazı belediye başkanlarının KCK/TM mensuplarına yapılan bazı çalışmalarla ilgili bilgi verdiği bildirilen iddianamede, terör örgütü PKK'nın Avrupa sorumlusu olan “Amed” kod adlı Sabri Ok'un İ.U. için Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile telefonda görüştüğü ve İ.U'yu listeye yerleştirmesini istediği iddia edildi.



FETHULLAH GÜLEN'E SUİKAST



İddianamede, terör örgütü PKK'nın 29 Mart yerel seçimlerinden sonra Fethullah Gülen'e suikast düzenlenmesi yönünde teklifin değerlendirildiği kaydedildi. Söz konusu suikastle ilgili yapılan telefon görüşmeleri de iddianamede yer alıyor.



BİR SANIĞA 10 YIL HAPİS İSTEMİ



Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca, terör örgütüne yönelik yürütülen soruşturma kapsamında 52 kişi tutuklanmıştı.


Başsavcılıkça hazırlanan bu iddianemede terör örgütünün Türkiye'deki yeni yapılanması ortaya konulurken, sanık olarak sadece Serdar Ziriğ yer aldı. Ziriğ hakkında, TCK'nın “terör örgütüne üye olmak” suçunu içeren 314/2. maddesi uyarınca 10 yıla kadar hapis cezası istendi.


Diğer 51 sanıkla ilgili iddianamenin de önümüzdeki günlerde hazırlanacağı bildirildi.

KESK Başkanı Evren: Faşizan bir uygulama ile karşı karşıyayız



Beş ilde düzenlenen PKK operasyonu çerçevesinde KESK Genel Merkezinin basılmasına ve yönetim kurulu üyesi Songül Morsümbül'ün gözaltına alınmasına KESK Başkanı Sami Evren sert tepki gösterdi: Başbakan'ın şikayet ettiği geçmişin faşizan uygulamaları bugün sendikamıza yönelik olarak devam ediyor






5 İLDE EŞ ZAMANLI OPERASYON 35 GÖZALTI


KESK Genel Başkanı Sami Evren PKK Operasyonu çerçevesinde sendikanın hedef alınmasına tepki gösterdi. Olaylı ilgili henüz ayrıntılı bir bilgiye sahip olmadığını belirten Evren şunları söyledi: İlk olarak mahkemeye çıkmamış insanların olayın sıcağı sıcağına suçlanması, PKK’lı diye kodlanması doğru değil. Bu insanlar sendikamızın üyesi ve çalıştıkları yer adresleri belli, polisin çağırıp ifadelerini istediği zaman alabilir. Bu tür bir baskınla örgütümüz kamuoyu önünde itham altına alınıyor. Bunu kabul etmemiz mümkün değil.

Başbakan geçtiğimiz günlerde geçmişte farklı kimliklere yönelik Faşizan uygulamalar yapıldığını, bunun hata olduğunu söylemişti. Anlaşılan o ki bugün de Başbakan aşan kimi işler işler yapılıyor. Benzeri faşizan ve baskıcı bir uygulama ile bugün sendikamız karşı karşıyadır. KESK muhalif kimliğini devam ettirecektir. (Radikal.com.tr)




CUMHURBAŞKANI'NDAN AÇIKLAMA


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül: "Mayınla terör kalleşçedir. Herkes terörü kınamalı"

Ayrıntılar geliyor

DTP'DEN 6 ŞEHİDE İLİŞKİN AÇIKLAMA


DTP Genel Başkanı Ahmet Türk, insan yaşamını sona erdirmeye yönelik şiddet eylemlerini tasvip etmediklerini ve etmeyeceklerini belirtti.

Türk, Hakkari'nin Çukurca ilçesinde meydana gelen, 6 askerin şehit olması ve 8 askerin yaralanmasıyla sonuçlanan mayın patlaması ile ilgili yaptığı basın açıklamasında, olayın, herkesi derin üzüntüye boğduğunu kaydetti.

''Bu kardeşlerimize Allah'tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve yaralılara da acil şifalar diliyoruz'' diyen Türk, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

''İnsan yaşamını sona erdirmeye yönelik şiddet eylemlerini tasvip etmedik, tasvip etmeyeceğiz. Haftalardır yaptığımız çağrılarda askeri operasyonların durmasının önemine işaret ediyorduk, ancak ne yazık ki bu çağrılarımız ve iyi niyetli çabalarımız bugüne kadar hiçbir sonuç vermedi.

Bu saatten sonra her kim ki demokratik bir çözümden yana ise ve her kim ki silahsız bir çözüm arzuluyorsa mutlaka ama mutlaka elini tetikten çekmelidir. Siyasetin önünü açabilmenin olmazsa olmaz koşulu ölümlerin durmasıdır. Bu başarılamadığı zaman, ölümleri durduramadığımız müddetçe hiçbir sorunumuzun çözüm yoluna giremeyeceği gerçeğini bir kez daha tekrarlıyor, bu ortak acıların biz siyasetçilere daha fazla sorumluluk yüklediğinin önemle altını çiziyoruz''

AA

15 DOKTORA DAVA AÇILDI


Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenkon soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmesinin ardından hastanede ölen iş adamı Kuddisi Okkır'ı, tutuklu bulunduğu dönemde, ''usulüne uygun muayene yapmadıkları ve muayene sonuçlarını uygun kaydetmedikleri'' gerekçesiyle 15 doktor hakkında 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.

Alınan bilgiye göre, Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, Edirne Bölge İdare Mahkemesinin Okkır'ın hastalığına yanlış teşhis koydukları iddiasıyla haklarında soruşturma açılması istenen 15 doktorla ilgili Tekirdağ Valiliği'nin ''soruşturma izni vermemesi kararını'' kaldırdığı dosya ile ilgili başlattığı soruşturmayı tamamladı.

Başsavcılık, Sabriye Okkır'ın, eşi Kuddisi Okkır'ın ölümünün ardından, hastalığının teşhisi konusunda kusurlu oldukları iddiasıyla haklarında şikayette bulunduğu, Tekirdağ Devlet Hastanesi doktorları, S.T, Ş.T.A, E.A, I.H.T, Ö.M.T, O.T, O.E, H.U, T.E, A.T, B.U, A.G, H.I, ve S.A ile Tekirdağ Göğüs Hastanesi doktoru M.M'e hakkında ''Usulüne uygun muayene yapmadıkları ve muayene sonuçlarını uygun kaydetmedikleri'' gerekçesiyle 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanmaları için Tekirdağ 3. Asliye Mahkemesinde dava açtı.

Edirne Bölge İdare Mahkemesi, doktorlar hakkında soruşturma izni verilmemesine ilişkin Tekirdağ Valiliğinin 31 Aralık 2008 tarihli kararının usul ve yasaya aykırı olduğuna işaret ederek, Valilik kararına yapılan itirazı kabul ederek, kararı bozmuş ve ilgililer hakkında soruşturma izni verilmesine hükmetmişti. İdare Mahkemesi, dosyayı Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığına göndermişti.

''Ergenekon'' soruşturması kapsamında tutuklanan iş adamı Kuddisi Okkır, 6 Temmuz 2008 tarihinde hayatını kaybetmişti.

AA

Çukurca'da dev operasyon


Hakkari'nin Çukurca ilçesinde 6 askerin şehit olması ve 8 askerin de yaralanmasıyla birlikte bölgede askeri hareketlilik hız kazandı. Şehit olan askerlerin cenazeleri olay bölgesinden alınarak helikopterlerle Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı'na getirilirken, yaralıların ise Hakkari Askeri Hastanede tedavi altına alındığı belirtildi.

Dün akşam saatlerinde Hakkari'nin Çukurca ilçesi Uzundere Beldesi yolu üzerinde bulunan Çağlayan ve Kavuşak köyleri arasındaki yol güvenliğini sağlayan güvenlik güçlerine yönelik PKK Terör Örgütü tarafından döşenen uzaktan kumandalı mayının patlatılması sonucu 6 asker şehit olurken 8 asker ise yaralanmıştı. Şehit olan askerlerin cenazeleri helikopterlerle Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı'na getirildi. Burada yapılan askeri törenin ardında cenazelerin memleketlerine gönderileceği belirtildi.

Yaralanan 8 asker ise ambulanslarla Hakkari Askeri Hastaneye kaldırıp ilk tedavilerinin yapılmasının ardında başka illerin hastanelerine sevk edildiği bildirildi.

HELİKOPTERLER SINIR BOYLARINA YÖNLENDİRİLDİ

Şehit kanlarının yerde bırakılmaması için ise Hakkari ve Çukurca ilçesindeki askeri birliklerde bulunan helikopterler ise devreye sokuldu. Hakkari Dağ ve Komando Tugay Komutanlığı ile Çukurca 21. Sınır Jandarma Tugay Komutanlığında kalkan helikopterlerin teröristlerin kaçabileceği istikametleri bombaladığı bildirildi. Büyük bir operasyonun başlatıldığı Çukurca bölgesinde havada ve karada hareketliliğini sürdüğü bildirildi.

İHA

TSK JETLERİ PKK KAMPLARINI VURDU!


Genelkurmay Başkanlığı, ''Irak'ın kuzeyinde Avaşin-Basyan bölgesinde Türk sınırına yakın bir noktada tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait kalabalık bir terörist grubun Türk Hava Kuvvetlerine mensup savaş uçaklarınca bugün sabah saatlerinde tam isabetle vurulduğunu'' bildirdi.

Genelkurmay Başkanlığının internet sitesinde yer alan bilgi notunda şunlar kaydedildi:

''Irak'ın kuzeyinde Avaşin-Basyan bölgesinde sınırımıza yakın bir noktada tespit edilen PKK/KONGRA-GEL terör örgütüne ait kalabalık bir terörist grup Türk Hava Kuvvetlerine mensup savaş uçaklarınca bugün sabah saatlerinde etkili bir şekilde ateş altına alınmış ve tam isabetle vurulmuştur.

Görevini başarıyla tamamlayan uçaklarımız emniyetle üslerine dönmüşlerdir.

İcra edilen harekatta, her zaman olduğu gibi sadece PKK/KONGRA-GEL terör örgütü hedef alınmış, sivil halkın olumsuz etkilenmemesi için gerekli hassasiyet gösterilmiştir.''

One Minute'un faturası mayın


Daha önce Yenişafak ve Zaman Gazetelerinden kovulan Ahmet Taşgetiren şimdi Bugün gazetesinde yazıyor. Bugünkü köşe yazısıyla Başbakan Erdoğan'ı yine kızdıracak. Bu defa kovulacak mı zaman gösterecek ama Taşgetiren, "Mayın Davos'un faturası" diyerek bunu biraz da göze almış oluyor.

Davos'un faturası
Fatura" mı ödüyoruz? Davos'un faturası? "One minute"ün faturası? O zaman, bunu önümüze çıkarırlar denmişti. Demirel demişti. "Nereden çıktığı da belli olmaz, gelir bir gün karşınıza..." gibi bir şeyler söylemişti.

Gerçekten o mu yoksa?

Bu kadar kısa zamanda mı kesildi fatura?

Gönül alma işi
İş için sık sık İsrail'e gidip gelen bir dostum söyledi:
-Evet, mayınların İsrail firmasına verilecek olması bir gönül alma işidir! Çünkü, devlet adına resmen ifade edilmemiş olsa bile, İsrail'de, halkta müthiş tepki var Davos konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan'a karşı...

Cengiz Çandar da yazmış ya, "İsrail'li 'şahinler'den beslenen baykuşların çeşitli Amerikan kuruluşları ve yayın organlarında yaydıkları iğrenç kampanya"yı...

Bilmem kaç bin İsrailli turist rezervasyon iptalinde bulunmuş.

"Gönül almak lazım" diye mi düşünüldü acaba Ankara'da, devlet mahfillerinde?

Onun için mi ordumuz, döşediği mayını sökmeyi başaramayacağını, bu işi NATO'ya bağlı Namsa'nın yapmasını önerdiklerini açıklamak zorunda kaldı.

Döşenen her bir mayının krokisi
1956 yılında bu bölgeye ilk mayınları yerleştiren, Diyarbakır'daki 7. Kolordu İstihkâm Tabur Komutanı Kemal Güner, Zaman'dan İbrahim Balta'ya konuşmuş.

Döşenen her bir mayının krokisi varmış.

Bu krokiler 7'nci Kolordu'nun arşivinde bulunmaktaymış.

"Ordumuz buna muktedirdir. Görevden kaçmasınlar, sırtlarındaki görevi yıkmasınlar" demiş 80 yaşındaki eski asker.

Verin beş - altı tabur, bir mevsimde temizleyeyim
Hatta ne demiş bakın:
"Genelkurmay başkanımıza tahmin ediyorum doğru dürüst anlatılmamış bu. Benim yüreğim yanıyor. Yazık. Şimdi 80 yaşındayım; ama bana beş altı tabur verseler bunu bir mevsimde temizler, teslim ederim. Bu kadar basit. Bunu gözde büyütecek bir şey yok. Vazifesi mayın döşemek ve mayın bulmak olan istihkâm taburlarımız varken, bunları başkasına temizletmek ayıptır, yazıktır, günahtır. Niye fakir köylümüze verilmesin de Yahudi'ye verilsin ya da başkasına verilsin? Hem de 44 seneliğine."

Verin beş - altı tabur, bir mevsimde temizleyeyim. Hem de 80 yaşıma rağmen!

80'lik eski askerin meydan okuması
Bu müthiş bir meydan okuma.
Baykal'ın, Bahçeli'nin, benim, onun, bunun yükselen sesini bir kenara bırakın ama, 80'lik eski askerin bu meydan okumasını görmezden gelemezsiniz.

Hükümetin sıkıntısı var söyleyemiyor
Sevgili kardeşim Hakan Albayrak, bir "AK Partili dost"la yaptığı konuşmayı naklediyor.

Vardığı izlenim şu:

"Hükümet bu konuda yeterince açık değil ve olamıyor...

Bir sıkıntısı var, söyleyemiyor...

Bana inanın gerisine karışmayın
Meclis'in ve kamuoyunun önüne akıllara ziyan gerekçeler koyup, lisan-ı hal ile şöyle diyor:

'Bunlarla idare edin işte. Beni mazur görün. Üzerime gelmeyin. Şu kanunu Meclis'ten geçirmeme izin verin. Türkiye için çok gerekli. Neden gerekli olduğunu açıkça anlatmam mümkün değil, onun için fazla soru sormayın. Bana inanın, güvenin ve gerisine karışmayın.'

Meclis'ten ve kamuoyundan açık çek istiyor hükümet.

Üstelik, bu çekin sorgusuz-sualsiz yazılmasını istiyor."

Şu anda kamuoyundaki izlenim, evet, tam da bu.

Davos'ta yürek burada hesap
Davos'ta yürek konuştu, burada hesap konuşuyor!?
Öyle mi?
Ne demiş Başbakan'ın eski basın danışmanı olan Akif Beki, Sabah'tan Sonat Bahar'a, "Başbakan'ın reflekslerini kontrol edememesi ya da etmemesi" üzerine bakın:

"Bu yapay bir durum değil yapı, tabiat, kişilik bu. Haksızlığa karşı tahammülsüzlüğü var. O zaman ne getirir ne götürür diye çok düşündüğünü zannetmiyorum. Bir defa haksızlık karşısında sakin değil"

O zaman yürek devreye giriyor.

Mayın işindeki İsrail boyutu
Şeyh Ahmet Yasin hunharca katledildiğinde Başbakan Erdoğan "Bu devlet terörüdür" diye suçlamıştı İsrail'i...

Sonra malum tepkiler oldu İsrail'de, Amerika'da,...

Sonra Başbakan bir Amerika gezisini İsrail'den başlattı...

Mayın işindeki İsrail boyutu da böyle bir şey midir?

Ama bu defa, mayın meselesi, 1 Mart Tezkeresindekine benzer bir toplumsal tepki barındırıyor.

Hükümetin negatif hanesine yazılacak mesele
Hükümetin negatif hanesine yazılacak önemli bir mesele görüntüsü arzediyor.

En azından, işin içinde kamuoyunun bildiğinden başka şeyler olduğu kanaati oluşuyor.

Şunu açıkça söyleyelim:

Bu işi bundan sonra İsrail'e yaptırmanın imkanı, şayet hükümet intihar etmeyi göze almıyorsa, yoktur.

İntihar etmeyi göze aldığında da hiç olmayacaktır.

AK Parti'yi bu "mayınlı alan"a sürmemek lazımdı
Hükümet, iki ay önce yenilendi. Bence hükümeti ve Ak Parti'yi bu "mayınlı alan"a sürmemek lazımdı. Çok büyük hata oldu.

İsrail'le ilişkileri düzeltmek mi?

Eh, biraz da onların düzeltme arayışı içine girmesini beklemek lazım.

Yandaş medya yazarı 27 Mayısçılara KÜFRETTİ



Bugün gazetesi yazarı Nuh Gönültaş, Eski Başbakanlardan Adnan Menderes'in 27 Mayıs darbesi sonrası idamının her yıldönümü basında idam fotoğraflarının yayınlanmasını ağır bir dille eleştirdi. Gönültaş, 27 Mayıs darbesinden sonra her yıl basında çıkan bu fotoğrafla sonraki hükümetlere gözdağı verildiğini de ekledi.


Başbakan'ın o fotoğrafı...
Baharın en güzel ayı olmasına rağmen Mayıs geldiği zaman içimde bir burkuntu olur. Bilirim ki Türkiye yakın tarihinin kara lekesi o fotoğraflar yine gazete manşetlerinden gözlerimizin içine sokulacak. O fotoğraf işte... Darağacındaki başbakan fotoğrafı... Gözleri kapalı, boynunda yağlı urgan, başı birazcık sağa doğru eğilmiş başbakan fotoğrafı... Beyaz idam gömleğinin üzerinde idam fermanı asılı başbakan. Rahmetli Başbakan Adnan Menderes! Onu asanlar bugün nefretle anılırken, o bütün canlılığı ile milletin yüreğinde yaşamaya devam ediyor.

Asılacak adama işkence yaptılar
Her zaman söylerim: "Adaletin olmadığı yerde idam cezasının da olmaması gerekir." İdam cezasına karşı çıkanların temel gerekçesi de budur zaten. Adil yargılanma endişesi ve bir de adli hata ihtimali. Geri dönülmez bir karardır idam. Ya kararı mahkemeden önce verilmiş idam kararları. 27 Mayıs darbecilerinin yaptığı türden olanları yani. Rahmetli Adnan Menderes'i başbakanlık koltuğundan indirenler onun hakkında kararını çoktan vermişlerdi. Önce karar verdiler sonra yargıladılar. İdamından önce dahi işkence ettiler. İdamından önce ona prostat muayenesi yaptılar. Biraz sonra boynuna yağlı ilmek geçirilecek olan birine prostat muayenesi yapmak da ne demek!

Aşağılık zalimler!
Onu idam edenler cellada verilecek parayı ve yağlı ilmek parasını onun ailesinden tahsil etmeye kalktılar. Türkiye kendi başbakanını asmış bir ülke. İşte o fotoğraf da Türkiye'yi halkın oyları ile yönetmeye talip her siyasetçiye gözdağı vermek için yayınlanan fotoğraf... Türkiye'de o kadar idam oldu. Bunlar genellikle de olağanüstü dönemlerde gerçekleştirildi. Sizce de garip değil mi, bu idamlardan sadece Adnan Menderes'in darağacında, boynunda yağlı ilmek, göğsünde idam fermanı olan fotoğrafları basın verildi. İşte her Mayıs bu fotoğraflar yeniden yeniden yayınlanır. O fotoğrafı görünce her defasında içimde bir nefret uyanır. Ardından rahmetli Cumhurbaşkanı Özal'a rahmet okurum, demokrasi kahramanlarının itibarlarını iade ettiği için.

27 Mayıs filmi hala vizyonda
Bu fotoğraf gücünü milletten alan her siyasetçinin başının üstünde Demoklas'in kılıcı gibi durur. O yüzden rahmetli Özal "Siyasetçinin iki gömleği vardır, biri bayramlık, biri idamlık" demiştir. Burası öyle bir ülke ki halka dayanıp siyaset yapmak demek, ülkeyi yönetmeye talip olmak demek bir anlamda kelleyi koltuğa almak demek! İdam cezası kalktı ama 27 Mayıs filmi hala vizyonda! Sizi gidi aşağılık herifler...

gallery

Gölge Adam