27 Şubat 2009 Cuma

Genelkurmay'dan Kürtçe açıklaması

27.02.2009

TSK'nın haftalık basın bilgilendirme toplantısında, DTP'li Ahmet Türk'ün TBMM'deki Kürtçe konuşmasıyla ilgili açıklamaya yer verildi.


Genelkurmay Başkanlığı İletişim Daire Başkanı Tuğgeneral Metin Gürak, 13 Şubat 2009'da Sinat-Haftanin bölgesinde 20-25'er kişilik 2 terörist grup arasında yaşanan çatışmada, 20 kadar teröristin öldüğü, 20 teröristin ise yaralandığının farklı kaynaklardan öğrenildiğini bildirdi. Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'ndaki haftalık basın bilgilendirme toplantısında konuşan Tuğgeneral Gürak, ''TBMM çatısı altında, bir partinin grup toplantısında Kürtçe konuşma yapılmasına'' ilişkin soru üzerine, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir hukuk devleti olduğunu hatırlattı. Tuğgeneral Gürak, ''Herkesin anayasa ve yasalara uygun şekilde hareket etmesi gerekir. Hukuk devletinde yasalara aykırı hareket edenler karşısında yargının harekete geçmesi de doğal bir husustur'' dedi. Gürak, TRT 6'nın Kürtçe yayın yapması ile ilgili soru üzerine de ''Üniter devlet ve ulus devlet yapısına zarar vermeyecek tedbirleri de göz önüne almak kaydıyla devlet kültürel alanda bazı açılımlarda bulunabilir'' yanıtını verdi. Son dönemde Irak sınırına yakın bölgelere askeri sevkiyat yapıldığı yönünde haberler alındığının hatırlatılması üzerine Tuğgeneral Gürak, TSK'nın vatandaşların can ve mal güvenliğini sağlamak için bölücü terör örgütüyle mücadelesine kararlılıkla devam ettiğini söyledi. Tuğgeneral Gürak, bu kapsamda bazı birliklerin bahar konuş yerlerine intikallerinin yapıldığını, faaliyetlerin bu çerçevede olduğunu bildirdi. Aden Körfezi'nde görevlendirilen TCG Giresun'un deniz haydutları ile temasının olup olmadığı sorusu üzerine Tuğgeneral Gürak, geminin 25 Şubatta görev yerine ulaştığını ve şu ana kadar bir temas gerçekleşmediğini ifade etti.
(AA)

Ergenekon koğuşunda ilginç poster!

27.02.2009
TBMM İnsan Hakları Komisyonu'nun Silivri'de yaptığı incelemede, Ergenekon sanıklarının koğuşunda, Başbakan'ın posterinin duvara asıldığı öğrenildi.


TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyelerinin Silivri Cezaevi'ne yaptığı inceleme Ergenekon sanıklarıyla ilgili çok ilginç ayrıntıları gün yüzüne çıkardı. Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışı sonrası Gürbüz Çapan'ın Erdoğan'ın posterini koğuşun duvarına astığı, koğuş arkadaşları Tuncay Özkan ve Adil Serdar Saçan'ın karşı çıkması üzerine indirdiği anlatıldı. “TUNCAY KONUŞUYOR AMA...” Çapan, CHP lideri Baykal'ı suçlayarak, “Seçimlerde aday olmayayım diye beni cezaevine tıktırdı” dedi. Cezaevinin kameralarından rahatsız olan Özkan ise, “Ben banyodan çıkarken peştamallı görüntülerim kaydediliyor. İleride Başbakan olacağım. Bu görüntüler ortaya çıkarsa özel hayatım ihlal edilmiş olur” dedi. Tuncay Güney'in sık sık televizyona çıkarak kendisini suçladığını belirten Saçan da “Ama ben televizyonlara çıkıp kendisine cevap veremiyorum” diye yakındı.
bugün

Akfırat'tan arsa almış


İstanbul'da geçen ay 400 jandarmanın bastığı, Akfırat Belediye Başkanı Hilmi Yıldız ile birlikte 25 kişinin tutuklandığı yolsuzluk ve çete soruşturmasında şaşırtıcı gelişmeler yaşanıyor. Belde'nin tutuklu Belediye Başkanı'na Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in önceki yıllarda kendisine arsa alması için vekaletname verdiğinin belirlenmesinin ardından Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'ün de beldede arazi sahibi olduğu ortaya çıktı.ANKA'nın edindiği bilgiye göre, jandarma operasyonu sırasında gözaltına alınan ve daha sonra tutuklanan Akfırat Belediye Başkanı Hilmi Yıldız'ın odasında Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in vekaletnamesinin yanı sıra, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hayrünnisa Gül'e ait arsanın ödenmiş vergi makbuzları da bulundu. Soruşturmayı yürüten jandarma Yıldız'a makbuzları sordu.
Yıldız, vergilerin zamanında ödendiğini, bu ödemeleri daha sonra Bayan Gül'ün kendisine gönderdiğini ve olası vergi geçiklemelerinin bu şekilde önlendiğini söyledi. Yapılan sorgu ve inceleme üzerine Gül'ün cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra vergileri gözaltına alınan belediye başkanının takip ettiği anlaşıldı. Cezaya düşmemesi için yapılan vergi ödemeleri bedellerini Bayan Gül'ün daha sonra gönderdiği belirlendi. Ancak bu sorgulama ve belgeler zabıtlara geçmedi.-BAYAN GÜL DOĞRULADI-Bu arada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün eşi Hasrünnisa Gül, konuya ilişkin ANKA'nın sorularını başın danışmanı aracılığıyla yanıtladı. Basın danışmanın verdiği yanıtta, "Evet o belediye sınırları içinde bir arsa alındı. Ancak bu 14-15 yıl kadar önce alınmış bir arsa. O dönem yaptığı birikimlerden alınmış ve belediyeden de tamamen ayrı olarak özel bir firmadan alınmış bir arsa" denildi. Hilmi Yıldız ismini de ilk defa duyduğunu ve kendisini tanımadığını söylediğini aktaran basın danışmanı, Hayrünisa Gül, tapu belgelerinin kendisinde olduğunu ve tüm vergi ödemelerini kendisinin yaptığını söylediğini aktardı.Bu arada, arsanın tam yeri ve kaç dönümlük bir arazı olduğu konusunda bilgi verilmedi.

İşte en son araştırma sonuçları. Konsensus yaptı.

27.02.2009 Konsensus Araştırma VATAN için Ankara, İstanbul ve İzmir’in nabzını tuttu. İstanbul ve Ankara’da AKP önde.
Ankara’da fark çok az. İzmir’de CHP fark atıyorA19 -21 Şubat tarihleri arasında Konsessus Araştırma Şirketi’nin üç büyük ilde yaptığı ankette çarpıcı sonuçlar ortaya çıktı. VATAN için yapılan araştırmada bir anket için ortalama 3 dakika harcandı. Ankete katılanlara ise 29 Mart yerel seçimlerinde hangi partiye oy vereceği soruldu. Araştırmada ayrıca 2004 yerel seçimlerinde hangi panrtiye oy verdiği, bu seçimlerde ise tercihlerini kimden yana kullanacakları soruldu.

Araştırma İstanbul’da, 39 ilçede toplam bin 33 kişi ile yapıldı. Ankete katılanların yüzde 36’sı AKP’ye oy vereceğini söyledi. CHP’nin oranı ise yüzde 27.5 olarak gerçekleşti. Kararsızların oranı yüzde 16.1’de kalırken söylemek istemeyenlerin oranı ise yüzde 7 oldu. 29 Mart’a bir ay kala kararsızların oranı dikkat çekti.
Kararsızların da oylarının hesaplandığında İstanbul’da AKP’nin oy oranı yüzde 48.8 olarak çıktı. Kadir Topbaş’ın rakibi CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy oranı ise yüzde 37.2’de kaldı. İki parti arasındaki oy oranı ise yüzde 11,6 olarak gerçekleşti. Ankete göre İstanbul’da MHP yüzde 4.9, Saadet yüzde 4 oy alıyor.
Oylarını değiştiriyor
Araştırmada dikkat çeken başka nokta ise AKP’den CHP’ye yüzde 8.3’lük kaymanın olduğu. 2004 yerel seçimlerinde AKP’ye oy verenlerin yüzde 76.5’i tekrar AKP’den yana oy kullanacaklarını söylerken yüzde 8.3 CHP’ye oy vereceğini belirtti. Yüzde 8.9 ise karar vermediğini açıkladı.
AKP önde gidiyor
Ankara’daki araştırma ise 10 ilçede toplam bin 13 kişi ile yapıldı. Araştırmaya katılanların yüzde 29.9’u tercihini AKP’den yana kullandı. CHP ise yüzde 26.2’de kaldı. Üçüncü sıradaki MHP yüzdesi 17.2 oldu. Bu ankette kararsızların oranının yüzde 13,8 ile yüksek olması dikkat çekti.

Kararsızların oylarının dağıtıldığı araştırmada AKP’li Melik Gökçek yüzde 39 oy oranı yakaladı. CHP’nin adayı Murat Karayalçın ise yüzde 34.1’de kaldı. Yarışa daha geride başlayan Karayalçın’ın kampanya sürecinde makası kaparatarak yüzde 4,9’a düşürdüğü gözlendi. Ancak Ankara’da MHP faktörü de dikkat çekti. MHP adayı Mansur Yavaş’ın oy oranı yüzde 22.4 olarak çıktı.

2004’te AKP’ye oy verenlerin yüzde 57.6’sı tekrar AKP’ye oy vereceğini söylerken AKP’nin en fazla MHP’ye oy kaptırdığı ortaya çıktı. AKP’ye oy verenlerin yüzde 14.8’i bu sefer tercihini MHP’den yana kullanacağını belirtken CHP’nin oranı ise yüzde 7.8’de kaldı. 2004 yerel seçimlerinde CHP’ye oy verenlere bakıldığında yine en fazla kaymanın MHP’ye olduğu ortaya çıkıyor. Yüzde 83.7 yine tercihlerini CHP’den yana kullanacağını söylerken yüzde 6.9 adresinin MHP olduğunu kaydetti. AKP’nin oranı ise yüzde 1.9’da kaldı. Kararsızların oranı ise yüzde 5.

İzmir’de büyük farkİzmir’de ise CHP rakibi AKP’ye büyük fark attı. Ankete katılanların yüzde 39’u CHP’ye, yüzde 22,4’ü ise AKP’ye oy vereceğini söyledi. MHP’nin oy oranı 6,2 gözükürken deneklerin yüzde 17,6’sı kararsız çıktı. Kararsızlar dağıtıldığında ise AKP adayı Taha Aksoy yüzde 30.4, halen Belediye Başkanlığı’nı yürüten CHP’li Aziz Kocaoğlu ise yüzde 53.1 oy alıyor 2004 YEREL SEÇİM SONUÇLARI (%)
ANKARA
AKP 55.05
CHP 12.63
MHP 4.57
DİĞER 27.75
İSTANBUL
AKP 45.32
CHP 28.92
MHP 4.09
DİĞER 21.67
İZMİR
AKP 32.56
CHP 47.17
MHP 4.07
DİĞER 16.20










vatan

Karadayı'dan bir şok ses kaydı daha! Ses kaydı)

27.02.2009
Karadayı'dan bir şok ses kaydı daha!
27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde aktif görev aldığını anlatan ses, Necmettin Erbakan'ın görevden nasıl alındığını, Mesut Yılmaz'la yapılan pazarlığı anlatıyor.
Daha önce İsmail Hakkı Karadayı'ya ait olduğu iddia edilen üç ses kaydı video paylaşım sitelerine düşmüştü.Yeni ses kaydı da yine gündemi sarsacak nitelikte... Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya ait olduğu iddia edilen ve Haber7.com'da yayınlanan ses kaydındaki konuşmalar yakın tarihle ilgili oldukça çarpıcı bilgiler veriyor. Bütün darberelerde bir şekilde aktif görev aldığını belirten ses, Necmettin Erbakan'ı iktidardan nasıl düşürüldüğünü, Mesut Yılmaz'a iktidarın altın tepsiyle sunulduğunu anlatıyor.Videodaki ses 27 Mayıs Darbesi’ne fiilen dahil olduğunu söylüyor. 27 Mayıs darbesi döneminde yaşanan olayları Üniversitelerin verdiği desteği anlatan ses Kemal Alemdaroğlu’nun o dönemde okuldan alındığını söylüyor. 12 Eylül darbesinde de fiili olanak görev aldığın aktaran sesin sahibi, Mamak’ta görev yaptığını ve Ankara’daki operasyonu yapan adam olduğunu anlatıyor.
“HOCA’YA AYRIL DEDİM AYDILDI”
Kayıttaki ses 28 Şubat döneminde dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile ortak hareket ettiğini belirterek, dönemli ilgili şunları aktarıyor; “Hocayı Demirel ile konuştum, dedim mutlaka gitmesi lazım. (…) Ne dersem onu yaparlardı, Hocaya ayrıl dedim, ayrıldı. Daha ne olsun?” Aynı bölümde parti kapatılmasıyla ilgili şu sözler dikkat çekiyor. “Biz partiyi kapattık yavv. Valla aynı kafadan gidiyorlar. Kafaların değişmesi lazım.”
ONUR ÖYMEN BİZDEN HABERSİZ SİYASİ ADIM ATMAZ
Onur Öymen’le ilgili bölümde ise, “Ben Genelkurmay Başkanı iken o Dışişleri Bakanı Mesteşarıydı. Devamlı birlikte çalışırdık. Bizim gizli karargahta, bizim ikinci başkan oradaydı. Gider gelirdi, irtibat sağlardık ve birbirimizden haberimiz olmadan hiçbir siyasi şeylik yapmaz. O zaman çok iyi işledi işler.”
MESUT YILMAZ’A ALTIN TEPSİDE İKTİDAR TESLİM ETTİK
Kayıttaki ses 28 Şubat’tan sonra Mesut Yılmaz’la bodrumda görüştüğünü ve Yılmaz’a şunları söylediğini aktarıyor; “Mesut Bey, size altın tepside bir iktidar teslim ediyoruz. Altın tepside önünüze kondu. Bunu iyi değerlendirin”
İKTİDARA KARŞILIK 8 TALEP
Konuşmanın devamında bazı taleplerin olduğu belirtilerek talepler sıralanıyor, “ Siyasi partiler kanunu değiştireceksiniz. 2-Seçim kanunu mutlaka değişecek. 3 – Sekiz yıllık eğitimi mutlaka sağlayacaksınız. 4- Milletvekilliği dokunulmazlığını kürsü dokunulmazlığına çevireceksiniz… Ondan sonra 7 tane şey saydım, siyasi parti kanunu. (…) 8 tane, 7 tane şey söyledim, hepsini sırıtarak dinledi. ”
8 YILLIK EĞİTİM ŞARTI
Cumhurbaşkanı, Mesut Yılmaz ve İsmail Hakkı Karadayı’nın zaman zaman toplandığı ve çeşitli konularda konuştukları da kayıtlarda dikkat çekiyor. Toplantılardan birinde 8 yıllık eğitim konusunun açıldığını aktarılıyor; “8 yıllık eğim konusu açıldı. Çocuklara ilkokul talebelerine Kur’an kursu yarışması yaptırıyorlar, hanginiz iyi okuyacak hanginiz. Öyle şey olur mu yavv. Çocuk o zaman Kur’an’a düşecek, Kur’an ezberlemeye kalkacak. Elinde bir dosya var, şu kadar ince bir şey, dosya şöyle boyuna çeviriyor ben konuşurken, dedi ki ‘bunu yaparsak şu kadar dersliğe ihtiyaç var, şu kadar şeye dershaneye ihtiyaç var’ Yapamayacaksanız dedim hocadan ne farkınız var…Ondan sonra neyse geldik, 8 yıllık eğitime karar verdik. 8 yıllık eğitime değişecek diye.”
“MESUT YILMAZ DA KAYPAK”
“Komisyondan geçti, bana dediler ki, istihbarattan geldiler efendin bunlar 8 yıllık eğitimi 5+3 yapacaklarmış, önerge vermişler. Sahtekar bunlar. Burada karar veriyoruz, bir milletvekili kalkıyor önerge veriyor, hemen onu mecliste ayarlıyorlar, Yaşar Tüycü…(…) Sonra 8 yıla zor çektik. Onlar bu kadar adi adam, şimdi, Mesut Yılmaz da kaypak.”
ÇİLLER’İ KABUL ETMEDİM
Kayıtlarda Tansu Çiller’in İsmail Hakkı Karadayı’yı emekliye sevk etmek istediği, ancak Karadayı’nın bunu haber aldığı şeklinde konuşmalar yer alıyor. Tansu Çiller’in kendisini ziyaret etmek istediğini ancak bunu da kabul etmediğini söyleyen ses, Çiller’in ikinci randevu talebini Kuvvet Komutanları’na danıştığını aktarıyor. Konuşmada, Tansu Çiller’e hakaretler edilirken daha sonra yapılan görüşmedeki konuşmalar aktarılıyor. Tansu Çiller’in kendisine ‘Ne yapmamız lazım?’ dediğini aktaran şahıs, “Şimdi dedim istifa etmeniz lazım dedim. Ondan sonra şimdi deniz bitti istifa etmeniz lazım dedim. Sonra kakacaktı, ben dedim hepsini söyledim şimdi şeyiniz yok. İstifa etmeniz lazım dedim, bundan sonra masadan şeyi aldım… Bir dakika, masadan kalkıyordu, bir dakika dedim, merkez karar yönetim kurulunun verdiği kararı şöyle tuttum buna ne diyorsunuz dedim. Daha okumadan şöyle baktı, bu yanlış dedi. Bu yalan dedi, okumadan, bu yalan dedi.” İsmail Hakkı Karadayı’ya ait oluduğu iddia edilen ses, daha sonra Cumhurbaşkanı ile görüştüğünü aktararak, “Bu adamların saçma şeyiyle sizin emeklilik şeyinizi nasıl onaylarım falan dedi. Demirel cumhurbaşkanlığını fevkalade iyi yaptı. İlişkilerimiz fevkalade iyiydi. Hatta bir gazeteye beyanat verdi, ‘darbeyi Karadayı önledi falan’ diye.”

Yine Çeçen infazı!

27.02.2009
Çeçen kökenli bir şahıs evinin önünde başına sıkılan 3 kurşunla öldürüldü
Zeytinburnu'nda Çeçen kökenli bir şahıs, kimliği belirsiz kişilerce başına sıkılan 3 kurşunla öldürüldü. Şahsın, Çeçenistan için toplanan paraları zimmetine geçirdiği için öldürüldüğü iddia edildi. Cinayetin, Başakşehir'de Çeçen Albay Gazhi Edilsutanov ve Ümraniye'de Çeçen İslam Conibefof'un öldürülmeleri olayı ile bağlantılı olabileceği belirtildi.Olay, dün saat 23.00 sıralarında meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, Çeçenistan'daki savaşın ardından eşiyle birlikte Türkiye'ye yerleşen Ali Osaev (48), gece Zeytinburnu Gökalp Mahallesi, 8 numaralı binadaki evine geldi. Mavi BMW marka bir araçla Osaev'i takip eden şahıslar, binanın girişindeki merdivenlerden evine gitmeye çalışan Osaev'i, susturucu tabanca ile vurdu. Başına isabet eden 3 kurşunla kanlar içinde merdivenlere düşen Osaev, olay yerinde hayatını kaybetti. Şahıslar ise plakası alınamayan otomobille olay yerinden kaçtı. Polis olay yerinde geniş güvenlik önlemleri alarak incelemelerde bulundu. Osaev'in cesedinin bulunduğu yer brandalarla çevrildi. Olay yerine açılan sokaklar ise kapatıldı. Yaklaşık 1 saat süren incelemenin ardından Osaev'in cesedi Adli Tıp Kurumu aracına konarak Zeytinburnu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne götürüldü. Cumhuriyet savcısı burada polisten bilgi aldıktan sonra ceset otopsi yapılmak üzere Adli Tıp Kurumu'na götürüldü.Cinayetin, Osaev'in Çeçenistan için toplanan paraları zimmetine geçirdiği için işlenmiş olabileceği iddia edildi. Cinayeti araştıran polis, olayın, daha önce Başakşehir'de öldürülen Çeçen Albay Gazhi Edilsutanov, Ümraniye'de öldürülen Çeçen İslam Conibefof cinayetleriyle bağlantılı olabileceği ihtimali üzerinde duruyor. Osaev'in de Başakşehir'de ikamet ettiği ve 3 ay önce Zeytinburnu'na taşındığı bilgisine ulaşıldı. Ayrıca Osaev'in yakalanmamak için sık sık adres değiştirdiği tespit edildi.Mahalle sakinleri Osaev'i daha önce görmediklerini, Osaev'in yaşadığı binada yabancı uyruklu kadınların oturduğunu ifade etti. Bu arada Osaev'in eşi de cinayetle ilgili ifadesi alınmak üzere Asayiş Şube Müdürlüğü Cinayet Büro Amirliği'ne götürüldü. Polis, alınan ifadeler ve yapılan incelemeler doğrultusunda failleri yakalamak için çalışma başlattı.
CİHAN

26 Şubat 2009 Perşembe

Uçak kazasında yaralananlar Türkiye'de

26.02.2009 Hollandalı yetkililer yaptıkları son açıklamada kazanın nedeninin haftaya açıklanacağını söyledi. İşte yetkililerin yaptığı son açıklama: "- Hayatını kaybedenlerden isimleri belirlendikten sonra ailelerine bildirilecek.- Uçakta akrabaları bulunan kişilere bilgi verildi. - Şu anda 3 kişinin kimlikleri belirlenmişti ve bunlar da mürettebattandı. Diğer kimlikler ise şu an belirlenmiş değil. Bunun için de toplantı yapılacak. Cumartesi günü bir toplantı gerçekleştirilecek. Hayatını kaybedenler için.- Kazayla ilgili soruşturmada şüphesiz savcılar tarafından yürütülecek. Kazada hayatını kaybedenlerin de kişisel eşyalarının teslimatı gerekecek.- Yolcuların çocuğunun hangi ülkeden oldukları zaten ülkelere bildirildi. Yolcuların kimlikleri açıklanmayacak. Önce akrabalara bilgi verilecek.- Soruşturma devam ediyor. Özellikle Ulaştırma Bakanı ile birlikte yürütülmekte. Devam ettiği için de yolcuların kişisel eşyalarını alamayacaklar. Daha sonra verilecek.Kimliklerin belirlenmesi neden bu kadar zor?- Bu noktada bazı kurallar var. uluslararası anlamda uymamız gereken bazı kurallar var. Kimliklerine bakılması gerekiyor. Şimdi 4 kişi ağır yaralı ve onların tam olarak hangi ülkedn olduklarını belirleyebilmiş değiliz.- Soruşturmayla ilgili çok fazla ayrıntı vermek istemiyoruz.- Soruşturma iki yönde yürütülüyor. Once kazada ölen ve yaralananlarla ilgili ve uluslararası soruşturma yetkilileri de soruşturma yürütüyor. Kamu savcılarının ve polislerin de içinde bulunduğu soruşturma var.UÇAKTA 51 TÜRK YOLCU VARDIHollanda'da THY'ye ait 1951 sefer sayılı burun ucu adı "Tekirdağ" olan Boeing 737-800 tipi yolcu uçağın Schiphol havaalanına inişe geçtiği sırada kaza yapmasının ardından kurulan kriz masasının yetkilisi L.N. Wetterings, yaralılardan 4'ünün durumu ciddi olduğunu bildirirken ölenlerin isimlerini henüz açıklayamayacaklarını söyledi.Hollanda yetkilisi Wetterings, düzenlediği basın toplantısında meydana gelen kazada üçü pilot, 9 kişinin hayatını kaybettiğini, ölen 6 kişinin ise durumu ağır olan yolcular olduğunu belirtirken, ağır yaralı kişilerden 4'ünün sağlık durumunun kritik olduğunu ifade etti.Ölen ve yaralananlardan kimliği tespit edilenlerin isimlerini, ailelerine bildirdikten sonra, kamuoyuna açıklayacaklarını söyleyen Wetterings, 121 yolcunun 13 farklı hastanede tedavi edildiğini, 63 kişinin tedavisinin ise sürmekte olduğunu kaydetti. Wetterings, ağır yaralılardan dördünün kimliğinin kesin tespitinin yapılamadığını belirtti.Uçakta bulunanlardan 51'inin Türk vatandaşı, aralarında Türk kökenlilerin de yer aldığı 53'ünün Hollanda vatandaşı olduğunu bildiren yetkili, uçakta ayrıca 7 ABD vatandaşı, 3 İngiltere vatandaşı, bir Alman, bir Bulgar, bir Finlandiya, bir İtalyan vatandaşı ile bir Tayvanlının bulunduğunu anlattı.Wetterings, 15 yolcunun milliyetinin ise bilinmediğini söyledi.3 YARALI TÜRK VATANDAŞININ DURUMU İYİKriz masasının yetkilisi L.N. Wetterings'in yolcuların kimliklerini açıklamayacağını bildirmesinin ardından uçakta Aksaraylı 3 yolcunun olduğu bildirildi. Uçakta bulunan Bekir Kaya, Hasret Demir ve Mustafa Gümüş'ün kazada yaralandıkları ve durumlarının iyi olduğu öğrenildi.Bekir Kaya'nın Aksaray'daki dayısı Ramazan Baltacı, yaptığı açıklamada, Kaya'nın Amsterdam'a 27 Şubat'ta gideceğini ancak bilet tarihini değiştirdiğini ifade etti. Öte yandan THY ucagın bakımının prosedüre göre yapıldığını açıkladı.Türk Hava Yolları (THY), İstanbul-Amsterdam seferini yaparken Schiphol Havaalanı'na iniş sırasında düşen 'Tekirdağ' isimli uçağın teknik bakımlarının prosedürlere uygun yapıldığını bildirdi.THY Basın Müşavirliği'nden yapılan açıklamada, '25 Şubat 2009 tarihinde TK 1951 seferini yapan İstanbul-Amsterdam uçağıyla ilgili bazı yayın kuruluşlarında yer alan haberlere ilişkin aşağıdaki açıklamanın yapılması zorunluluğu doğmuştur' ifadesine yer verildi.Kaza geçiren uçağın 2002 yılı modeli olup, en son C bakımının 22 Ekim 2008 tarihinde, A bakımının ise 19 Şubat 2009 tarihinde yapıldığı kaydedilen açıklamada, şöyle denildi:'Uçağın teknik bakımları prosedürlere uygun yapılmıştır. A bakımı sonrası son uçuşuna kadar 52 saat uçuş gerçekleştirmiştir. Uçağın tüm bakımları belirlenen programa göre yapılmıştır.Haberlerde belirtilen 23 Şubat tarihindeki Madrid seferi öncesi yaşanan olay ise taksi esnasında uçağın pilotu 'Master Caution Light (Ana ikaz lambası)' arızası bildirince uçak seferden alınmış ve aynı gün arızanın kaynağı olan parça değiştirilerek uçak sefere verilmiştir. Bu değişimden sonra uçak 8 iniş-kalkış yapmış ve herhangi bir olumsuzluk yaşanmamıştır.Haberlerde yer alan flaplarla ilgili konu ise 28 Ekim 2008 tarihinde sol krueger flapın topraklama cihazı (Bonding Jumper) değiştirilmesidir. Yapılan işlemden sonra uçak seferlerine sorunsuz devam etmiştir.'Açıklamada, 'Uçuş emniyeti konusunda tavizsiz çalışmalarını yürüten THY tüm uçaklarında uçak imalatçısı, ulusal ve uluslararası otoritelerin direktifleri doğrultusunda uyguladığı bakım süreçlerini bu uçağımızda da uygulamıştır' denilerek, zaman zaman oluşabilecek bu türden teknik arızalardan yola çıkılarak yapılan haberlerde kamuoyunun yanlış algılamasına neden olabilecek yorumlardan kaçınılması istendi. Yaşanan olaydan dolayı büyük üzüntü yaşandığı kaydedilen açıklamada, 'THY ailesi olarak kazada yaşamını yitiren yolcularımıza tekrar Allah'tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı, yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz' denildi.
AA - hürriyet

Kredi kartı borçlularına müjde

26.02.2009
Bankalara borcu olan kredi kartı sahiplerine kolaylık geliyor. Bankalar borçlular için formül üzerinde anlaştı.

Buna göre bankalar, kredi kartı borçlarını tüketici kredisine dönüştürecek. Kart borcu, yüzde 5 yerine yüzde 1,5 faizle 36 ayda ödenecek. Uygulama kamu bankalarından başlayacak...BDDK Başkanı Tevfik Bilgin'in bankaları ve milyonlarca vatandaşı bekleyen en büyük risk olarak ifade ettiği kredi kartlarında patlamayı önleyecek formülü bankalar buldu. Bankacılar, teknik düzeyde gerçekleştirdikleri bir dizi toplantıda, kredi kartlarında yaşanan tehlikeli tırmanışı durdurmak için bir formül üzerinde anlaştı. İşte milyonlarca vatandaşın icraya düşmesini önleyecek formül:ASGARİ ÖDEME BİTİYORBankalar, temerrüde düşme riski hızla artan kredi kartı müşterilerinin birikmiş kart borçlarını dondurup, bu borcu tüketici kredisine dönüştürecek. Tüketici kredisine dönüşmüş borcun vadesi 36, aylık faizi ise yüzde 1,5 civarında olacak. Birikmiş borcun yüzde 20'si olan aylık asgari ödeme tutarını ödeme şartı da otomatik olarak ortadan kalkacak.Örneğin 10 bin TL kredi kartı borcu olan bir vatandaş, 2 bin TL'lik zorunlu asgari ödemeden kurtulacak. Bunun yerine, yeni borcunu aylık 379 TL'lik mini ödemelerle 36 ayda kapatacak. Vatandaşın 3 yılın sonunda yapacağı toplam ödeme ise sadece 13 bin 674 TL olacak. Yeni sistem, mevcut geliriyle birikmiş kredi kartı borcunu kapatma ihtimali giderek düşen, kart borcunun ancak asgari ödeme tutarını ödeyebilen riskli müşterilere uygulanacak. Bunun dışındaki müşterilerin talepleri de dikkate alınacak.Kredi kartlarının birikmiş borçlarına uygulanan yüzde 4-5 düzeyindeki faiz de otomatik olarak sona ereceği için borçların çığ gibi büyümesi duracakBİRKAÇ BANKAYA BORCU OLAN NE YAPACAK?
Çalışmaya ilişkin bilgi veren bir banka yöneticisi, yeni yöntemi ilk olarak bir kamu bankasının önümüzdeki günlerde uygulamaya başlayacağı müjdesini verdi. Diğer bankaların da hemen ardından borç dönüştüreceğini belirten banka yöneticisi, “Vatandaş genelde birkaç bankadan birden kart kullandığı için bankaların birlikte hareket etmesi sorunun çözümü açısından büyük önem taşıyor” dedi. Bankacı şu bilgileri verdi:AYLIK ÖDEME KADAR AYLIK KART LİMİTİ“Örneğin bir vatandaşın 2 bin 500 TL aylık geliri var. Birkaç bankadaki kredi kartı borcu ise 10 bin TL'ye ulaşmış. Bu vatandaş 10 bin TL'nin aylık asgari ödeme tutarı olan 2 bin TL'yi ödüyor, 500 TL ile geçinmeye çalışıyor. Ancak, kalan 8 bin TL'lik birikmiş borç aylık yüzde 4-5 faizle artmaya devam ettiği için borç bir süre sonra ödenemez hale gelecek. Yeni yöntem işte bu riski oluşmadan bitiriyor.Bu sayede milyonlarca vatandaşımız kartzede olmaktan kurtulacak. Ayrıca, müşteri taksitleri ödediği sürece kredi kartını da yeni limitler çerçevesinde kullanmaya devam edecek. Örneğin, 500 liralık taksit ödüyorsa 500 liralık aylık kart limiti olacak.”

(Bugün)

ABD'den Ermeni iddialarına anket tokadı

26.02.2009
MSNBC Televizyonu'nun, yaptığı ankete katılanların yüzde 76'sı 1915 olaylarının soykırım olarak tanınmasına karşı çıktı. Amerika Birleşik Devletleri'nde yayın yapan MSNBC Televizyonu, 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarıyla ilgili tartışmalar konusunda anket yapıyor. Şu ana kadar ankete katılan 2 milyon 500 bin kişinin yüzde 76'sı, 1915 olaylarının soykırım olarak tanınmasına karşı çıktı. Televizyonun internetteki web sayfasında yer alan ankette, katılımcılara, "Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan olayları resmen soykırım olarak tanımalı mı?" sorusu yöneltiliyor. Katılanların yüzde 76'sı, Amerika Birleşik Devletleri'nin çok önemli bir müttefiki olan Türkiye'nin küstürülmemesi gerektiğini vurgulayarak "Hayır" cevabı verdi. Ankete, MSNBC Televizyonu'nun www.msnbc.msn.com/id/21253084/ internet adresinden ulaşılarak oy kullanılabiliyor.


Menderes'i İngilizler öldürttü!

26.02.2009
Ergenekon'un tutuklu sanığı emekli Kurmay Albay Mehmet Fikri Karadağ, iddianamede bazı gazetecileri takip ettirdiği iddialarının da yer aldığını vurgulayarak, 'Senin soyun kurusun inşallah. Ben niye takip ettireceğim? Aklına, hayaline gelen her şeyi iddianameye yazıyor' dedi. 'Ergenekon' davasının 56. duruşması başladı. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesince Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'ndeki salonda görülen davanın duruşmasına, tutuklu sanıklardan 28'i katıldı.Tutuklu sanıklardan emekli Tuğeneral Veli Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in de aralarında bulunduğu 10'u ise duruşmaya gelmedi. Duruşmada, tutuksuz sanıklardan Güler Kömürcü Öztürk de hazır bulundu. Önceki gün başladığı savunmasına devam eden Karadağ, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde önceki gün başladığı savunmasına devam eden Karadağ, ırkçılıkla suçlandığını belirterek, bunun tamamen asılsız olduğunu söyledi.Karadağ, Türk kelimesinin kökenine değinerek, 'Türk, kesinlikle bir ırk adı değildir. 'Türk kişi', tanrıya inanan ölümlü insan demektir. Gazi Paşa zamanında zaten bütün bunlar biliniyordu. Sonradan unutuldu' görüşünü dile getirdi. Dağdaki teröristlere af çıkarma teşebbüsünde bulunulduğunu, 'Gelin, bizimle siyaset yapın' denildiğini savunan Karadağ, 'Siz hangi şehit anasının, babasının onayını aldınız ki Türk çocuklarının kanlarını dökenleri affediyorsunuz? Kim dağa çıksa, televizyon açın, ayrı bölge kurun diyeceksin. Yok öyle bir şey' diye konuştu.'Düşmanın' kendisine yapılanları unutmadığını ve vatanın 'asil evlatlarını' infaz ettirdiğini öne süren Karadağ, Kıbrıs Türk Mukavemet Teşkilatını kuran Adnan Menderes'in idam edildiğini, bunu yapanların da İngilizler olduğunu, bugün de milletine hizmet eden vatan evlatlarına 'sen hainsin' denildiğini iddia etti."DARBENİN NE KADAR YIKICI OLDUĞUNU BİLİYORUM" Karadağ, Kuvayi Milliye Derneğinden ayrıldıktan aylar sonrasına denk gelen bir dönemde, 38 kişilik bir örgüt kurduğunun ileri sürüldüğünü anlatarak, daha önce başka bir savcının, bu konuda dava açılmasını 'bu kadar saçma delillerle dava olmaz' diye reddettiğini savundu. Mehmet Fikri Karadağ, bir grup insanın fişlenerek hedef haline getirildiğini, terör bölgelerinde görev yaptığını, darbenin, bir neslin yok edilmesinin ne kadar yıkıcı bir şey olduğunu bildiğini, bu nedenle askeri darbe yapmanın 'aklından bile geçmeyeceğini' öne sürdü."POLİSLER DE REİS DİYOR" İddianamede, bir telefon tapesinde Sedat Peker'den 'Reis' diye bahsettiğinin belirtildiğini ifade eden Karadağ, Türkiye Futbol Federasyonu eski Başkanı Hasan Doğan'dan da 'Koca Reis' diye bahsettiğini kaydederek, 'Sayın Sedat Peker'le hiçbir alakam ve irtibatım yoktur. Kardeşi bana telefon ettiğinde, 'reis nasıl?' demişim. Herkes reis diyor, polisler de reis diyor' iddiasında bulundu.Hasan Doğan'la görüşmelerinin, Doğan'ın kendisini Fehmi Koru'nun programına çıkarmak istemesiyle ilgili olduğunu öne süren Karadağ, bu görüşmeden kendisinin Fehmi Koru'ya suikast düzenlediği şeklinde bir iddianın ortaya atıldığını ileri sürdü.BEDDUALI SAVUNMA Karadağ, iddianamede bazı gazetecileri takip ettirdiği iddialarının da yer aldığını vurgulayarak, 'Senin soyun kurusun inşallah. Ben niye takip ettireceğim? Aklına, hayaline gelen her şeyi iddianameye yazıyor' dedi. Sami Hoştan'dan para aldığı iddialarının doğru olmadığını, Hoştan'ı ömründe görmediğini iddia eden Karadağ, 'Öyle bir şey olsa elektrik, telefon kira borcumuzu öderdik. Simit alacak paramız yok. İyiki de yok' diye konuştu.Karadağ, Hasan Doğan'la olan telefon konuşmasına değinerek, 'İSKİ beni kaçak su kullanımından mahkemeye vermişti o dönem. Bütün sıkıntım buydu. Hasan Doğan'dan yardım alıp bunun parasını yatırdım' dedi. Ordu kurduğu iddiasına da değinen ve 'Ordu kurmak öyle kolay iş mi sayın Başkanım?' şeklinde konuşan Karadağ, iddianamenin yalanlardan ibaret olduğunu ve bunu desteklemek için yalancı gizli tanıkların çıkarıldığını öne sürdü.İddianamede tetikçi tuttuğunun söylendiğini, ancak asıl cinayet planlayanın kendisi değil, iddianameyi hazırlayan savcı olduğunu, çünkü 'hukuk cinayeti' gerçekleştirdiğini ileri süren Karadağ, bir telefon tapesinde, 'Onlar isteseydi bizimle temas kurardı' ifadesinden yola çıkılarak askeri darbeye teşvik ettiği iddiasında bulunulduğunu aktardı. Karadağ, 'Bu sözü Genelkurmay için söylemişim. Hatırlamıyorum konuşmayı. Söylemişim işte. İddianamede amaç örtülü olarak TSK'yı yıpratmak. Yapmayın. Milletin güveneceği başka bir şey yok' dedi.Karadağ, CHP Sarıyer ilçe başkanının Mercedes minibüsüyle 2 kez Ankara'ya gittiği iddiasının da saçma olduğunu savundu. 'Ergenekon' diye bir terör örgütünde görev almadığını savunan Karadağ, 'Ergenekon terör örgüt diye bir örgüt hiç duymadım ki ondan görev alayım. Hem madem örgütün kurucusuyum, görev almam, benim altımda adamlar vardır, görev veririm' diye konuştu. Karadağ, Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz gibi isimlerle irtibat halinde olduğunun belirtildiğini, ancak örgütün kurucuları olduğu iddia edilen İlhan Selçuk ve Kemal Alemdaroğlu'yla herhangi bir irtibatının yer almadığını, bunun bir çelişki olduğunu ileri sürdü.'VELİ KÜÇÜK'LE BAĞIM YOK' Tutukla sanıklardan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'le görüşmeleri bulunduğunun doğru olmadığını savunan Karadağ, 'Küçük'le herhangi bir bağım yok ki örgütsel bağım olsun' dedi.Doğu Perinçek, Kemal Kerinçsiz ve Sami Hoştan'ı tanımadığını belirten Karadağ, bu kişilerle örgütsel bir yapı içerisinde bulundukları iddiasının doğru olmadığını savundu. Mehmet Fikri Karadağ, 'Böylesine insafsız ve mesnetsiz iddiaların hukukçuların süzgecinden geçmediği yönünde büyük inancım vardır' diye konuştu.Osman Yıldırım'ı tanımadığını ve hakkındaki beyanlarını kabul etmediğini anlatan Karadağ, 'Osman Yıldırım cehennemde şeytanla arkadaş olsun. Osman Yıldırım'a inanan insan yeryüzünde nasıl dolaşır' dedi. Karadağ, askeri müdahale için faaliyette bulunmanın aklının ucundan bile geçmeyeceğini belirterek, 12 Eylül döneminde kendisinin de görevde bulunduğunu, bu sırada askeriye adına halka zulmedenlerle mücadele ettiğini anlattı.Tutuklu sanık Karadağ, 'Benim için hürriyet her şeyden önemlidir. Hürriyetim 13 aydır kısıtlanıyor. Benim 13 saniyem bu iftiracıların bütün soylarının kıyamete kadar olan ömürlerinden daha kıymetlidir. Çünkü ben yalan bilmem, dosdoğru konuşurum. Hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Tahliyemi ve beratımı talep ediyorum' diye konuştu.
a.a.

Oktay'ın oğlu: Babamın intihar etmesi imkansız

26.02.2009

Özel Harekat Dairesi Başkanı Behçet Oktay'ın oğlu Burak Oktay, babasının ölümünden sonra çıkan haberlere ilgili ''Babamla ilgili haberleri yapanların babamın hayatını iyi araştırmalarını isterdim'' dedi.


Burak Oktay, gazetecilere yaptığı açıklamada, babasıyla ilgili çıkan haberlerden duydukları rahatsızlığı dile getirdi. ''Haberleri servis edenlerin babamın hayatını iyi araştırmalarını isterdim'' diyen Burak Oktay, şöyle konuştu: ''13 yıl boyunca kaç hükümet değişti, kaç İçişleri Bakanı değişti, babam hep görevine devam etti. Babam kaç operasyona katılmış, kaç göreve gitmiş ve bunların karşılığında kaç madalya almış, bunların yazılmasını istiyordum. Olaydan sonra araçtan kaç silah çıkmış? Sağ elle mi sol elle mi ateş edilmiş? Bir de adli tıp doktorunun beyanını hatırlatmak isterim. Beyanda 'bitişik atış yapılmıştır ancak bunun intihar olduğunu söyleyemem' deniyor. Doktorun beyanı bu yönde. Ben bunların araştırılmasını ve yazılmasını istiyorum.''
AA

Bekaroğlu’ndan Topbaş’a yolsuzluk suçlaması

26.02.2009 Basına Büyükşehir Belediyesi’nde çekilmiş kamera görüntülerini dağıtan Saadet Partisi adayı Bekaroğlu yüzde 80’i tamamlanan işin ihalesinin bir yıl sonra yapıldığını öne sürdü. Topbaş ve belediye iddiayı şiddetle yalanladı

Saadet Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu, rakibi CHP’li Kılıçdaroğlu gibi belediye ihalelerini büyüteç altına aldı. Bekaroğlu dün düzenlediği basın toplantısında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen ihalelerdeki usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığını öne sürdü. 19 Ocak 2009 tarihinde ihalesi yapılan Muammer Aksoy Caddesi-Gümrük Yolu-Halkalı Caddesi 2. Kısım Yol İnşaatı ile ilgili de çarpıcı iddialarda bulunan Bekaroğlu ihaleyi, 8 milyon 230 bin 970 lira bedelle Gürhan İnşaat adlı firmanın kazandığı belirterek, şunları söyledi:“23 Ocak 2009 tarihinde, yerinde yapılan incelemede imalatın yüzde 80’inin bittiği görülmüştür. Rekabet şartlarında ihalesi yapılması gereken iş için, yüzde 80’i bitirildikten sonra ihaleye çıkılmıştır. Şubat 2008’de başlanmış işin ihale ve sözleşmesi, 26 Ocak 2009 tarihinde yapılmıştır. Yani ihalenin kimde kalacağı belli olmayan iş, bir yıl önceden firmaya yaptırılmıştır. İhale cetvelinde, yapılmayacağı halde eklenmiş bazı kalemlerde yüklenici firma indirim yapıyor gibi görünürken, yapılacak işlerde ise aksine fiyat yükselttiği görülüyor. ” İhalesiz yaptık itirafıBekaroğlu basın toplantısı sırasında gazetecilere, bu ihale ile ilgili olarak müteahhit firma yetkilisi ile belediye bürokrati arasında geçen konuşma kaydının yer aldığı görüntü kayıtlarını da cd içerisinde dağıttı. 27 Ocak 2008 tarihli görüntüde konuşan Gürhan İnşaat yetkilisi, Halkalı’daki yol çalışması işine yaklaşık 1 yıl önce başladığını ancak ödemelerinin yapılmadığını söylüyor. 12 aylık sürede çeşitli yerlere “avanta” para ödediğini de anlatan müteahhit firma yetkilisi, inşaat işini “ihalesiz” yaptıklarını da itiraf ediyor. ’Topbaş, görevden alınsın’SP’li Bekaroğlu, görüntülerle ortaya çıkan yolsuzluğun hukuki ve siyasi yükümlülükleri olduğunu belirterek Topbaş’ın görevden alınmasını istedi. Bekaroğlu, konuyla ilgili olarak suç duyurusunda bulunduklarını da söyledi. ‘Kurtların kucağına attınız’Mehmet Bekaroğlu’nun basına dağıttığı görüntülerde Gürhan İnşaat yetkilisi belediye görevlileriyle yaptığı görüşmede “Beni kurtların kucağına attınız” diye yakınıyorBÜYÜKŞEHİR Belediyesi’nde çalışan bir bürokratın odasında çekildiği iddia edilen gizli kamera kayıtlarında, firma yetkilisinin oldukça sinirli ve gergin olduğu göze çarpıyor. Gürhan İnşaat firmasının yetkilisinin kamera kayıtlarına yansıyan 32 dakika, 57 saniyelik konuşması oldukça dikkat çekici:“...Bu inşaatların bana bir maliyeti var. Bunun dışında da maliyetleri var. Bunu siz de biliyorsunuz. Beni kurtların kucağına attınız, 700-800 milyar para ödettiniz. Bu iş 7 trilyon, 3 trilyon da avantadan para ödemişim. Yani bu vicdana, ahlaka, müslümanlığa sığmaz. Kardeşim ne istiyorsanız onu yapın. Ama biraz elinizi vicdanınıza koyun ya! Biz hepimiz aynı taraftayız. Şimdi siz piyasa araştırması yapıyoruz diyorsunuz. Neyin araştırmasını yapıyorsunuz. Sen bunu 50 milyona, 100 milyona malettiğin zaman birileri sana aferin mi diyecek? Diyecekse o birilerini söyle ben onlara gideyim, sana yine aferin desinler. ” Bekaroğlu’nun basın açıklamasında “Görüntüden İnciler” başlığı altında şu sözlere yer verildi:* Beni getirip kurtların kucağına attınız, 700-800 milyar da onlara ödedik* Beni işin içine sokmuşsun, metazori ihale olmuş* Ben bu işi yaptım bir hafta sonra da açılış yapacaklar* Bak hepimiz aynı taraftayız* Burası siyasi bir yer, her türlü hizmeti size yapıyorum* Sen kardeşim elli bin yüz, yüz bin ucuza mal ettiğin zaman, yani birileri sana aferin diyecekse ben o birilerine söyleyim yine sana aferin desinler* Cebindeki 8 trilyon parayı sekiz ay önce bağla, gelip sekiz ay sonra alırsın...* Ben dün Abdurrahman beye çıktım, konuştum, hem de gergin konuştum. Ya boşver dedi. Ben seni biliyorum dedi. Sonra ben yanındayken açtı telefonu, elektrik peyzaj pozlarını bilmiyorum, diğerleri (inşaat pozları) neyse odur dedi.* O zaman işi yaparken bana kim yap dediyse benim muhatabım o olsun* Ben bu idareye kırgınım, bu kırgınlığımı en üste kadar söyleyeceğim* Ben Saraçhane’ye gidip, beni bu işin içine sokanlara derdimi anlatayım* Ben bu işi 6 ay önce yapmışım.‘Alnımız açık’İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Bekaroğlu’nun iddialarıyla ilgili şunları söyledi: “Gümrük yolu diye Halkalı’da bahsedilen yere, ikinci inşaatın normal ihalesi yapılıyor. Bunlar ne ihaleyi, ne işi, ne sistemi bildiklerinden böyle farklı şeyler ortaya koymaya çalışıyorlar. Burada hiçbir sorun yok. Alnımız açık. Hiçbir zaman da bu tür tavırlardan rahatsız değiliz. Bu iddialarınızda doğruysanız yargıya gider dava açarsınız. İhale üst kurumları var. Oralara şikayetlerinizi yaparsınız. Hukuk devletinde yaşıyoruz.” Büyükşehir Belediyesi’nden yapılan açıklamada da Bekaroğlu’nun yanlış yönlendirildiği söz konusu ihalenin 2006’da yapıldığı ileri sürüldü.
vatan

2008 Nisan İnsan Hakları Raporu: İlerleme var ama işkence ve yasaklar sürüyor

26.02.2009
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 2008 yılı insan hakları raporunun Türkiye bölümünde, hükümetin genel olarak, vatandaşlarının insan haklarına saygılı olduğu ancak bazı alanlarda ciddi problemlerin sürdüğü belirtildi.

Raporun hazırlandığı 2008 yılı içinde insan hakları kuruluşlarının, güvenlik güçleri tarafından işkence, dayak ve taciz olaylarını belgelediği, güvenlik güçlerinin kanunlara aykırı şekilde adam öldürmeye karıştığı ancak tutuklama ve yargılamaların sayısının düşük olduğu savunuldu. Raporda, 2003 ile 2008 arasında, işkence suçlamalarıyla ilgili hakkında soruşturma açılan güvenlik görevlilerinden 2 bin 140 kişinin sadece yüzde 2'sinin disiplin cezası aldığı belirtildi. Türk polisinde 14 işkence iddiasıyla açılan davada 60 memur hakkında soruşturma açıldığı, bunların hiçbirinde memurların hüküm giyme veya kovulma cezasıyla karşılaşmadığı, sadece dört davada maaştan kesinti yapıldığı belirtildi.
Başbakanlığa bağlı İnsan Hakları Başkanlığı'nın, yılın ilk 9 ayında 238 işkence vakası tespit ettiği, bu vakalarda 178 kurban ve 263'ü polis, 15 jandarma ve 20 diğer güvenlik güçleri yetkilileri olmak üzere toplam 298 şüpheli bulunduğu kaydedildi.
ABD raporunda, geçen yıl içinde 37 kişinin, güvenlik güçlerinin dur ihtarına uymadığı için öldürüldüğü de belirtildi. Raporda, çeşitli olaylardan örnekler verilirken, 2007 yılında bir parkta arkadaşıyla içki içerken polisin göğsünü tekmelemesi sonucu kalp krizi geçirerek ölen 26 yaşındaki Feyzullah Ete'nin Kasım ayında İstanbul'daki duruşmasında, polis memuru Ali Mutlu'nun kefaletle serbest bırakıldığı anlatıldı.
Raporda, İnsan Hakları Vakfı'na göre 2008 yılında hapishanelerde 32 suçlunun şüpheli şekilde öldüğü ve bunların 17'sinin intihar olarak kayıtlara geçirildiği belirtildi.
Hapishane koşullarının geçen yıl içinde kısmen iyileşmesine karşın yetersiz olduğu, çalışanların yeterli eğitimden geçirilmediği ve hapishanelerin genel olarak çok kalabalık olduğu, tutuklulara anında avukat hakkının her zaman sağlanmadığı da raporda yer aldı.
Hükümet kayıtlarına göre terör örgütü PKK ile mücadele sırasında 49 sivilin öldüğü ve 252'sinin yaralandığı, güvenlik güçlerinden 143 can kaybı, 256 yaralı bulunduğu ve 657 teröristin öldürüldüğü de raporda yer aldı. Raporda, ölen ve yaralanan sivillerin sayısının 2007'ye oranla ciddi biçimde arttığı da vurgulandı. Güneydoğu'da sayısı 63 bini bulan köy korucularının zaman zaman uyuşturucu kaçakçılığı, yolsuzluk, hırsızlık, tecavüz olaylarına adının karıştığı, köy korucularının denetlenmediği, jandarmanın, köy korucularını koruduğu iddialarının görüldüğü savunuldu.
YASAKLAR
ABD'nin insan hakları raporunda, ''seçilmiş bazı hükümet yetkilileri ve devlet büroksasisinin zaman zaman yargının bağımsızlığına zarar verecek teşebbüsleri oldu'' ifadesi de kullanıldı ve hakimlerle savcılar arasında ''aşırı yakın'' ilişkilerin devam etmesinin, adil yargı sürecini aşındırmayı sürdürdüğü savunuldu.
Hükümetin, ''anayasal kısıtlamalar ve bazı kanunları kullanarak'' ifade özgürlüğünü kısıtladığı, ''Türk hükümeti, devleti ve milletine, onun kurumlarına ve Cumhuriyetin sembollerine'' hakareti yasakladığı ifadesi raporda yer aldı. İfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların interneti de kapsadığı, mahkemelerin, yaklaşık 1475 ayrı meselede internet sitelerine ulaşımı bloke ettiği belirtildi.
Polisin, göstericiler, insan hakları kuruluşları, medya ve gözlemcileri tutuklamaya, taciz etmeye devam ettiği, çeşitli vesilelerle DTP'nin bir çok üyesini gözaltına aldığı belirtildi.
ERGENEKON DAVASI ve DİNİ ÖZGÜRLÜKLER
Temmuz ayında savcıların İstanbul'da, önde gelen asker, işadamı ve basın mensuplarından oluşan 90 kişiyi, seçilmiş hükümeti devirmeye çalışma suçuyla yargıladığı Ergenekon Terör Örgütü davası da raporda yer aldı.
Basının bazı üyeleri ve hükümet karşıtlarının yargılamaları ''siyasi'' olarak nitelediği, bazı kişilerin hakkında suçlama belli olmadan uzun süre tutuklu kaldığı vurgulandı.
Tutukluluk sürelerinin bazen yılları bulduğu da kaydedildi.
Müslüman olmayan dini grupların, dinlerinin gereğini açık ve özgür bir şekilde yaşama, mal sahibi olma ve dini liderlerini yetiştirme konusunda kısıtlamalarla yüz yüze kalmayı sürdürdüğü belirtildi.
Üniversitelerde türban yasağının devam ettiği ancak bazı üniversite mensuplarının, sınıflarda öğrencilerin başını örtmesine izin verdiği, bazı kadınların türban yerine peruk taktığı belirtildi.
Namus cinayetleri ve tecavüz dahil, kadınlara karşı şiddetin çok yaygın bir problem olmayı sürdürdüğü, çocuk yaşta evlendirmelerin devam ettiği, ucuz iş gücü sağlamak ve cinsel sömürü için insan kaçakçılığı problemlerine, bazen kanunlara aykırı davranan polislerin tutumunun da katkıda bulunduğu iddia edildi.
İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ
Nisan ayında hükümetin, Türk Ceza Kanunu'nun 301'inci maddesini yeniden düzenleyerek ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları azalttığı da raporda yer aldı. Temmuz ayında yine hükümetin, Türkçe olmayan dillerde devlet televizyonunda yayın yapma konusunda kısıtlamaları kanunla azalttığı da ifade edildi. Hükümetin, Aralık ayında, 24 saat Kürtçe yayın yapılmasının önünü açtığı, Alevi nüfusunun sorunlarını tanıma ve giderme yönünde adımlar attığı vurgulandı.
Şubat ayında parlamentonun Vakıflar Yasası'nda değişiklik yaparak, azınlık gruplarının yeni mülk edinme ve el konulmuş mallarını geri almasına imkan sağladığı belirtildi.
Raporda, Kasım ayında Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'in, yazar Temel Demirer'in 301'inci maddeden yargılanmasından önce ''yargıya yön verecek şekilde'', Demirer'i suçlayacak sözler söylediği savunuldu. Demirer hakında, gazeteci Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra, 1915 olaylarını ''soykırım'' olarak nitelediği için de bir dava açıldığı belirtildi.
Kişilerin, devlet ve hükümeti kamuoyu önünde açıkça eleştirmekten korktuğu, hükümetin, ''belli dini, siyasi ve Kürt milliyetçisi gruplarla farklı kültürel görüşlere sempati gösteren kişilerin ifade özgürlüğünü kısıtladığı'' ileri sürüldü. Buna karşın insan hakları ve hükümet politikaları konusunda yoğun tartışmaların devam ettiği, bunlar arasında, ''AB üyelik süreci, ordunun rolü, İslam, siyasi İslam, Kürt kökenli Türkler, diğer etnik ve dini kökenli azınlıklar, Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde Türk-Ermeni çatışmasının tarihine ilişkin tartışmaların bulunduğu'' belirtildi.
Raporda, ''transseksüel şarkıcı'' Bülent Ersoy'un, bir televizyon röportajında, oğlu olsa, Kuzey Irak'a operasyonlara göndermeyeceği yönündeki sözleri yüzünden İstanbul'da yargılandığı ve ardından beraat ettiği de yer aldı. 2007 yılında, Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın, elini sıkmayan ve hakaret eden iki Gazi Üniversitesi öğrencisinin 6 ay ile iki yıl hapis cezasıyla yüz yüze bulunduğu, davanın halen devam ettiği belirtildi. Köpeğini Türk bayrağına sardığı için Tulga Hepiş adlı vatandaş hakkında, Türklüğe hakaretten açılan davanın devam ettiği de raporda yer aldı.
MEDYA
AKP'nin bazı üyeleri ve Başbakan Erdoğan'ın, gazeteciler ve karikatüristlere karşı dava açmayı geçen yıl da sürdürdüğü, bazı insan hakları kuruluşları ve gazetecilerin, bu eğilimleri ''otosansür ortamı yarattığı gerekçesiyle eleştirdiği'' belirtildi.
Haber ajanslarına da sahip olan geniş medya şirketlerinin, gazeteciler hükümeti eleştiren haberler yazarsa iş imkanlarını kaybetmekten endişe ettiği de raporda ileri sürüldü. Rapora göre bir gazeteci, üst düzey yönetimin, AKP ve üyelerini eleştiren haberlerin yazılmasını cesaretlendirmediğini de kaydetti. Başbakan Erdoğan'ın, yıl boyunca basın ve medya kuruluşlarını eleştiren açıklamalar yaptığı, bu eleştirilerin özellikle, Almanya'daki Deniz Feneri kuruluşuyla ilgili yolsuzluk iddialarının arkasından geldiği savunuldu.
İnternete ulaşımla ilgili kısıtlamalara da değinildi ve ''YouTube'' internet sitesinin, Atatürk ile ilgili bir karikatür videosundan sonra bloke edildiği anlatıldı. İngiliz biyolog Richard Dawkins'in evrim teorisi ve Tanrı ile ilgili görüşlerini anlattığı internet sitelerine erişimin de, evrim karşıtı Adnan Oktar'ın şikayetiyle engellendiği belirtildi. Ayrıca Vatan gazetesinin internet sitesinde Oktar'ı eleştiren bir okurun yorumu yüzünden, siteye erişimin de Silivri mahkemesi tarafından kısıtlandığı kaydedildi.
Gazi Üniversitesi profesörlerinden Atilla Yayla'nın, Kemalizm ile ilgili sözleri yüzünden 1 buçuk yıl hapis cezasına mahkum edildiği ancak mahkemenin daha sonra, aynı suçu iki yıl içinde yeniden işlemezse cezayı iptal etmeyi önerdiği de raporda yer aldı.
27 NİSAN BİLDİRİSİ
Raporda, Türkiye'de seçimler ve siyasi süreçle ilgili bölümde, 2007 cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden önceki ortamda ordunun, aşırı dincileri tehdit kabul eden, laikliğin savunucusu olarak ordunun rolünün altını çizen üç bildiri yayımladığı da anlatıldı. İnsan hakları gruplarının bu açıklamaları, demokratik sürece müdahale çabaları olarak nitelediği ve ordunun siyaset üzerindeki rolüne işaret ettiğini belirttiği raporda yer aldı. ABD raporunda, AKP'nin kapatılması yönünde açılan davadan da bahsedildi.
Raporda, Türk kanunlarının tek bir milli kimliği kabul ettiği ve diğer milli veya etnik azınlıkları kabul etmediği belirtildi. Buna karşın bir çok vatandaşın kendisini ''Kürt kökenli'' olarak tanımladığı ve Kürtçe konuştuğu, bunun da taciz, sansür ve yargılamalara yol açtığı savunuldu.
ABD raporunda, Roman toplumunun yaşadığı Sulukule bölgesinin yeniden imarı çerçevesinde 500 Romanın, kentin dışında bir alana yerleştirildiği ve genel olarak Romanların durumunun iyileştirilmesi yönünde bir adım atılmadığı ileri sürüldü.
Raporda, kanunların açık bir şekilde eşcinsellere karşı ayrımcılık öngörmediği ancak kanunlarda yer alan, ''toplumun ahlakı'' ve ''doğal olmayan cinsel davranış'' ifadelerine dayanarak, bazı sivil toplum kuruluşu faaliyetlerinin sınırlanmasına çalışıldığı savunuldu.
ABD raporunda, ''kabul edilebilir çalışma koşulları'' bölümünde, ayda 425 dolara denk düşen asgari ücretin, bir işçi ve ailesine uygun yaşam standardı sağlamadığı belirtildi.
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI RAPORUNDA ÇİN, RUSYA VE KUZEY KORE ELEŞTİRİLDİABD Dışişleri Bakanlığı 2008 yılı insan hakları raporunda, Çin, Rusya ve Kuzey Kore ağır bir şekilde eleştirildi.
Raporda, Çin'de muhaliflere yönelik, Tibet'teki ve Sincan Uygur bölgesindeki Müslüman azınlıklara baskı da dahil olmak üzere bazı bölgelerde insan haklarının kötüleştiği belirtildi. Çin'in ayrıca basın ve ifade özgürlüğünü sınırladığı da ifade edildi.
Raporda, Rusya'da "insan haklarının olumsuz yönde gitmeye devam ettiği" görüşü savunuldu.
Bakanlık raporunda, Kuzey Kore'nin insan hakları sicilinin "çok kötü olmayı sürdürdüğü" vurgulandı.
ZİMBABVE, KONGO VE SUDAN, İNSAN HAKLARI AÇISINDAN EN KÖTÜ DURUMDA
RaPorda, Afrika'da Zimbabve, Sudan ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nin, insan hakları açısından en kötü durumdaki ülkeler olduğu bildirildi.
Raporda, Zimbabve'de Devlet Başkanı Robert Mugabe'nin 2008'de bir "terör kampanyası" yürüttüğü ifade edilerek, bu ülkede 28 martta muhalefetin kazandığı genel seçimlerden sonra rejimin, "vatandaşların, hükümeti değiştirme hakkını inkar için yıldırma, şiddet, yolsuzluk ve hilelere" başvurduğu savunuldu.
Zimbabve'deki hükümetin, özellikle yıl sonuna doğru daha fazla artan şekilde sistematik insan hakları ihlallerinde bulundukları belirtilen raporda, 2008'in son döneminde muhalefet saflarında 190 kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı ve binlercesinin de yerinden olduğu ifadesi yer aldı.
ABD raporunda, Zimbabve'de insani durumun ciddi biçimde kötüleşmesinden sorumlu tutulan Robert Mugabe rejimi, baskı, yolsuzluk ve yıkıcı ekonomik siyasetler üretmekle de suçlandı.
1992'den bu yana ilk demokratik seçimlerin yapıldığı Angola, Gana ve Zambiya'daki özgür seçim ortamıyla gelen bazı ilerlemelere rağmen, birçok Afrika ülkesini karakterize etmeye devam eden otoriterlik örneğinin sadece Zimbabve'den ibaret olmadığı belirtilen raporda, özellikle Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Somali veya Sudan gibi savaş halinin sürdüğü ülkelerde, insan hakları ihlalleri, toplu cinayetler, tecavüzler ve sivil halkın sürgün edilmesinin devam ettiği görüşü kaydedildi.
Özellikle Sudan hükümetine yönelik suçlamalarda bulunulan raporda, Hartum yönetimi, "köyleri imha ve bombardıman için ve masum sivilleri öldürmek ya da binlercesini sürgün etmek için Cancavid milisleriyle işbirliği yapmayı sürdürmekle itham edildi.
Raporda, her ay 45 bin Kongolunun öldüğü, toplam bir milyondan fazlasının evinden olduğu ve benzersiz cinsel şiddetin devam ettiği ifade edilen Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki çatışmaların da Afrika kıtasındaki en kötü insani durumu yol açtığına değinildi.
11 ÜLKEDE İNSAN HAKLARINDA GERİLEME
Raporda, aralarında Mısır, Çin, İran, Küba ve Venezuela'nın bulunduğu 11 ülkede 2008'de insan haklarının gerilediği öne sürüldü.
ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, raporun basına sunumunda yaptığı açıklamada, insan haklarında ilerleme sağlanmasının Amerikan dış politikasının temel unsurlarından birisi olduğunu belirterek, "Ancak, tiranlığı ve insan ruhunu zayıflatan, insanlığın olanaklarını kısıtlayan ve gelişimini tehdit eden köleliği yenmek için tek bir yaklaşımla kendimizi sınırlamıyoruz" diye konuştu.
2008'de insan hakları koşullarının gerilediği savunulan 11 ülke olarak Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Eritre, Moritanya, Zimbabve, Çin, Ermenistan, Mısır, İran, Sri Lanka, Küba ve Venezüela'nın gösterildiği raporun girişinde söz konusu edilen 40 kadar ülkeden sadece Tayland, Bangladeş, Irak, Kolombiya ve Guatemalada insan hakları alanında ilerleme kaydedildiği ifade edildi.
Başkan Barack Obama'nın bir yıl içinde kapatılmasına karar verdiği ve 245 mahkumun yıllardır yargılanmadan tutulduğu Guantanamo kampının da yer aldığı raporda, Myanmar, Belarus, Kuzey Kore, Tunus ve Özbekistan'da sistematik insan hakları ihlallerinin sürdüğü görüşüne yer verildi.

Saddam'ın Askerleri'ne 18 yaş sınırı

26.02.2009
Gani Rüzgar Şavata'nın Saddam'ın Askerleri filmine Bakanlık şoku! Bakanlıkça 18 Yaş sınırı getirilen filme en çok Cumhurbaşkanı sahip çıkar'
Gani Rüzgar Şavata, o Türk sinemanın en çok sansüre uğrayan isimlerinden bir tanesi... Yaptığı filmler çok konuşuldu, tartışıldı... Birçoğu yasaklara maruz kaldı. Ama o yılmadı... Mücadelesini her alanda yıllarca sürdürdü... Dizilerde hergün ekranlara yansıyan şiddeti görmezden gelen, gösterime giren onlarca küfür, argo dolu filmleri yasaklamayan yetkililerin aldıkları bu karara isyan eden Şavata; bugüne kadar yasaklarla ilgili çok mücadeler verdiğini ve bu konuda da filmine getirilen 18 yaş sınırıyla da hem hukuki hem de sinemanın özgürlüğü adına mücadelesini sürdüreceğini söyledi... Filmi konusunda 'bu bizim, bölgemizin gerçek öyküsüdür, soykırıma isyandır, Irak'tır, Filistin'dir, Afganistan'dır, Vietnam'dır' diyen Şavata; filmi konusunda çok iddialı... Şavata filmin galasında yoğun izdiham olduğunu ifade ederken; 'bu filme en çok Cumhurbaşkanı, Başbakan sahip çıkacaktır' dedi. "Davos'ta çıkış yapıyoruz, dünyaya başkaldırıyoruz, Avrupa Birliği yolunda ilerliyoruz ama sansürcü zihniyeti bir türlü kurutlamıyoruz" diyen Şavata, "Film gerçekleri anlatıyor " diyor...
Şavata Antalya Film Festival’inde de işkence ve şiddet var diye ön jüri Atilla Dorsay’ın açıklamalarının filmi baltaladığını anlatırken; Şavata kararın altında imzası olan yıllarca Yılmaz Güney filmleri çekmiş Bakanlık'tan bir isim hakkındaki değişimi de böyle yorumluyor...H. Göksel : Saddam'ın Askerleri filminiz Gala'nın hemen ardından 18 yaş sınırlaması getirildi... Bu sınırlamaya neden olan filmin işlediği konu bakımından nasıl bir mesaj içeriyordu? Kısacası filmin konusu ne idi? G.R.Şavata- Saddam’ın askerleri, diğer ismi Bush’un askerleri, diğer ismi soykırımdır. Irak’ın işgali, Filistin’in işgali, Afganistan işgali veya derinine baktığımızda Vietnam’ın durumunu bile anlatan bir filmdir ve zaman zamanda 12 eylül döneminde cezaevlerinde yapılan Türkiye’deki işkenceleri de anlatır. Türk-Kürt kardeşliğine değinen ve yüce din İslam’ı da en güzel şekilde yer edinen bir hikayenin gerçeğinin kesitlerinden yola çıkılmıştır. Ve biz 7 aylık çalışmamızı bitirdik, 2 yılda senaryo yazdık, doğal mekanlarda çektik, gerçek silahlarla çalıştık... Basında ve ulusal medyada tanıtımlar yapıldı. Pinema şirketiyle anlaşıldı ve bütün sinemalara girecekken -şu an 16 vilayette billboardlarımız asılı, İstanbul dahil-yasaklandı... 27 Şubat'ta vizyona girecek film 23 Şubat'ta yaptığımız galada bize Kültür Bakanlığı bir jest yaptı. Sinema telif hakları 18 yaş sınırı getirdi ve ister istemez sinemalar -sinemadaki seyircinin 15 ile 30 yaş arasında olduğunu düşünerek- geri durdular ve gösterimini gerçekleştirmek istemediler... Bizde filmi geri çektik ve Kültür Bakanlığını da dava edeceğiz... Dava 10 Nisan'da sonuçlanacak yeniden ve inşallah kazanacağız ve yeniden yasaksız vizyona girecek... H.Göksel-Gerekçesi neydi Kültür Bakanlığı'nın? G.R.Şavata -Gerekçesi 'gerçek şiddet ve işkence var'... Oysa televizyonda dünyasına baktığımızda her gün dizilerde hele maalesef çok izlenen dizilerde, gündüz ve akşam kuşağında oynayan dizilerde şiddet, işkence, kan, revan dolu... Diğer taraftan şu an sinemalarda gösterimde olan filmler Recep İvedik’ler, Gora’lar aşırı argo, kültürü yozlaştırıcı düşünceler, sözler, konular ve sıradan dijital kameralarla çekilen bu filmleri 7 yaş grubu bile izlerken maalesef biz dünyada insanlığına yapılan zulmü, gerçek olarak anlattığımızda sansüre takılıyoruz. Zaten yıllarca ben hep sansür yedim. Sansürle mücadele ettim ama yılmadım. Devlet gereği mahkemelerde yargılandım ama yılmadım. Ve bu film bir haykırıştır, bu film bir duruştur ve bu film bugün Filistin’de öksüz kalan çocukların, dul kalan kadınların, Irak’ta tecavüze uğrayan kadınların sesidir... Bir kimliktir... Geçmişte Halepçe katliamını anlatan, Amerika ve işbirlikçilerinin Saddam döneminde, Saddam öncesinde ve Saddam’ı ortaya koyan ve Saddam’dan sonra Saddam’ı yok eden ve Irak’ı işgal eden bir zihniyetin ürünüdür... Bu film hatırlarsanız Antalya Film Festival’inde de işkence ve şiddet var diye ön jüri Atilla Dorsay’ da bunu canlı yayında açıkça söylemişti. Onun için festivale almadık demişti. Ve zannedersem Kültür Bakanlığı da bu sinema telif haklarını incelemekte ve Atilla Dorsay’ın o sözleri basın medyada yer alması galiba bu sansürü gerçekleştirdi.Çünkü, sinemanın bu eleştirmenleri bu Amerika’ya peşkeş çeken Amerikan lobisine Amerikan filmlerine sahip çıkan bu tür düşünceler bu tür beyinler zaman zaman basında, medyada büyük prim yapıyorlar ve bunların bu sözleri dikkate alınıyor. Yani bizim filmimiz gerçekten bir insanlık dramıdır. Öyle ağır şiddet, işkenceler yoktur acılar vardır gerçekler vardır ve 1000 kişilik salona 5000 kişi dolmuştur,gala izdiham içinde geçmiştir. Yüzlerce basın ve binlerce insan ve siyasi partilerin genel başkanlarından tutunda sanatçı camiasına kadar salon hınca hınç doluydu ve ayakta izlediler ve film bitince 9’da başlayan film 11’de tekrar gösterilmek zorunda kaldı...İnsanlar gözyaşlarına boğuldular. İnsanlar duygularını bizimle paylaştılar. "Biz geçmişi yaşadık. Filmde Irak’ı yaşadık, Afganistan’ı yaşadık, Filistin’i yaşadık, Türkiye’deki 12 Eylül dönemlerini yaşadık" dediler ama maalesef Atilla Dorsay’ın Antalya Film Festivali’nde ön jüride bir çıkış yapması filmi festivale koymaması, koydurtmaması ve bu sinema telif haklarını denetimine bu düşünceyle rapor vermesi, 18 yaş sınırını getirilmesinin belirtmesi resmen filme sansür olmuştur. Filmi boykot ettirmiştir ve biz sanatçılar üzgünüz. Sinema sendikaları, sinema dernekleri, sinema yönetmenleri birliği tamamen bunun karşısındayız... Zaten yıllardır biz bu sansüre karşı dururuz ama maalesef halen duyarlı olan yetkili birim, yetkili kuruluş ve kültür bakanlığı, devletin birimleri seyirci kalmaktadır. Ben bir sinema yönetmeni olarak bunu protesto ediyorum ve inanın hak yerini bulacaktır ve biz şuan filmimizi vizyondan çekmek durumunda kaldık. Reklam,tanıtım için cebimizden kuruşuna kadar harcadık film yaptık ve olan paramızla borçlandık reklam,tanıtım,basın,medya ile özdeşleştirdik,bütünleştirdik. Ama maalesef filmimize son bize nakavt ettiğimiz halde nakavt edildik ve 18 yaş sınırı getirildi. Filmimizi vizyondan çekmek zorunda kaldık. H.Göksel: Peki filmin verdiği mesajın yasakla ilişkisi olabilir mi? 12 Eylül dediniz, Amerikan karşıtlığı dediniz...G.R.Şavata-Hayır.. Tamamen asla. Çünkü film bir kimliktir, film bir gerçektir, film hakikattir, film İslam’dır, film insandır ve filmde asla düşürücü bir şey yoktur ama zaman zaman Amerika ve işbirlikçilerine mesaj gitmiştir. Bu da bizim hakkımız olsa gerek ancak filmde işte kan var, işkence var, gözyaşı var bunlar hayattan kesitlerinden gerçeklerdir bunlar, geçmişte yaşananlardır ama maalesef ne hikmetse diğer taraftan kültürü, yaşamı, tarihi ve dili, dini yozlaştıracaksın ve damganı vuracaksın hem televizyon dizi furyalarında hem televizyon filmlerinde hem de sinemada o tür filmler seyirci ile boşa iş yapacak ve Amerika’ya peşkeş çekecek ama böyle onurlu bir duruşu anlatan bir gerçeği anlatan film sansüre uğrayacak ve tarih tekerrür ediyor... Biz filmimizin arkasındayız, biz bu filmi dünya festivaline götüreceğiz ve bu film Türk-İran-Irak ortak yapımıdır ve bu film artık Türkiye adına dünya festivallerinde yarışmayacak, Irak Kültür Bakanlığı adına dünya festivallerinde yarışacak. Biz bu filmimizi çektik ama 10 Nisan’da tekrar seyirci ile buluşturacağız çünkü 10 Nisana kadar dava açtık ve biz hakkımızı arayacağız. İnanıyorum hak yerini bulacaktır. Film 18 yaş kimliğinden kalkacaktır. Filme ne kadar bütçe ayırdınız?G.R.Şavata- Filme biz şuan 1 trilyon üzerinde bir para harcadık ve bir ona yaklaşıkta sinema kopyaları, tanıtım için yapılan 1-2 Trilyona yakın bir masraf var.Yani gösterime girmeyen her saniye sizin için zarar?G.R.Şavata- Tabi zarar ve bu zarar devam ediyor. Sanatçılarımız tepkili, sinemanın emekçileri tepkili ve biz sansürle yıllardır mücadele ettik. Ama maalesef Avrupa’ya gideceğiz diyoruz ve maalesef Davos’ta ayaklanma yapıyoruz ve maalesef filmimiz sınıfta kalıyor. Kültümüz sınıfta kalıyor ve maalesef damga yiyoruz ve bu damga Türk sinemasına bir kara lekedir. Yaşasın Türkiye Sineması! Siyasi kimliğinizle alakası olabilir mi? Siz adaysınız aynı zamanda.. G.R.Şavata- Onunda düşüncesi bende var yani işin gerçeği o içimi belki okudunuz o da var ama ben adayım ve Esenyurtta’da kazanacağız. Bu bir halk dayanışması benim için parti önemli değil. Ben bir halk sanatçısıyım, sinema sanatçısıyım ve bütün partiler bana aynı mesafededir ama benim adresim olduğum partidir ve ben bu partiyle bir halk dayanışması yaptım. Zaten inanıyorum Esenyurt’ta Gani Rüzgar ŞAVATA rüzgarı estirdim. Tabi bunun da nedenleri var ama ne hikmetse Türkiye’de gerçekleri anlattığın zaman ceza yersin, işkence yersin, zulüm yersin ve Türkiye’de gerçek sanatçıların nerede yaşayıp nerede öldüklerini biliyoruz. Ama ben ülkemde ölmek istiyorum... Bu kaçıncı sansürlenen filminizdi?G.R.Şavata- Yedinci sansürlenen filmdi. Ama hepsini geçtim. Gerekçeleri hep aynı mıydı? Şiddet, işkence..G.R.Şavata- Aşağı yukarı.. Geçmişte hep kürt kimliği ile filmlerimde yargılandım. Devlet mahkemelerinde kendimi buldum. Ama hepsini başardım ve dünyada çok ödüller aldım... Türkiye’de çok ödüller alan ve çok tutan filmlerim halen, sansürleniyor... Bunları televizyonlar yayınlamıyor. Ama biz buna hoşgörüyle bakıyoruz bir gün güneşi balçıkla sıvamaya kalkarsalar sınıfta kalacaklardır,kalmışlardır ve bir gün bu günler geçecek ama bugün Saddam’ın Askerleri gerçekten dünyadaki acı manzarayı, insanlık dramını ortaya koyuyor. Yani biz geceleri televizyon izliyoruz, akşam kuşağında izliyoruz o kadar yabancı filmler oynuyor ki Vietnam’ı anlatan, Afrika’yı anlatan, Afganistan’ı anlatan ve biz Rambo’larla özdeşleştik ve bugün haberlerimiz cinayetlerle dolu... Cinayetler adeta cinayet makineleri haline gelmiş insanlarca işleniyor. Kanla, revanla, maalesef.. Saddam’ın Askerleri bir kimlik gibi, bir gerçek gibi sansüre uğradı ve şu an halk filmi beklerken ne buldu... Ama bu halk sinemaları protesto edecektir. Amerikan işletmelerini protesto edecektir. Ama başta Kültür Bakanlığı'nı protesto edecektir. Çünkü bu sansür geçersizdir. Yani elimden gelse ben sinema makinelerini bölgelere koyacağım, belediye sahnelerine koyacağım filmi halkla kavuşturacağım. Ne kadar yasaklarsalar yasaklasınlar ben bu filmi dvd-cd olarak gerekirse korsan furyasına sokarak halkla buluştururum. Yani yasakları delerim. Ben bu yasaklara karşı onurumla şerefimle halkın cesaretini sırtıma alarak yüreğimde hissederek mücadele ettim, bu yasakları deldim.Bu olay ticari kaygıdan ziyade biraz daha fikir kaygısı düşünce kaygısı gibi.G.R.Şavata- Tabiî ki fikir kaygısı var, düşünce kaygısı var, gerçekler var. Ama maalesef biz kime tellallık yapıyoruz kime tambura çalıyoruz... Ben halen buna bir anlam veremedim. H.Göksel- Galadan sonra izleyici görüşlerini aldınız. Nasıldı geri dönüşler?G.R.Şavata- Çok güzeldi ve izleyiciler inanır mısınız 650 kişilik salonlarda bir o kadarda o salonlarda ayakta beklediler ve tekrar 11’den sonra film bitti tekrar aynı salonda seanslar yapıldı ve insanlar gözyaşlarına boğuldular.H.Göksel- Filmin süresi ne kadardı?G.R.Şavata- Filmin süresi 101 dakika. H.Göksel- Filmde ünlülere de yer verdiniz hangi isimler vardı?G.R.Şavata- Mesela Tuğba Özay var, Yalçın Dümer var... Irak diyarlı sanatçılar vardı yani aslında bu filmde birçok kimlik var... Birde gerçekten bir sinema emeği ile yani birde teknolojinin var olduğunu bir dönem, teknoloji ile biz bu filmi çektik. Her şey gerçek yani tamamen arabalardan tutun, silahlardan tutun, mekanlardan tutun ve hatta makyajlardan tutun her şey gerçek. Biz mezbadan alıp hayvan kanı bile kullandık. H.Göksel- Film yalnızca Türkiye'de mi gösterime girecek, mesela İran, Irak dediniz. Bu ülkelerde de gösterimi gerçekleştirilecek mi? G.R.Şavata- Irak’ta Kürtçe, İran’da Farsça, Türkiye’de Türkçe. Yani 3 dilde çekildi. Avrupa’da altyazı İngilizce geçecek, Almanca geçecek, Fransızca geçecek ve bugün Avrupa sinemaları bu filmi bekliyor ama ben önce ülkemde bu filmin gösterilmesini istiyorum. İşte şöyle bakın bir geçin bütün billboardlarda “Saddam’ın Askerleri”, basında medyada “Saddam’ın askerleri”, galası yapılan bir film Cumartesi 27 Şubatta sinemalara girecek ve filme sansür geliyor ve film durduruluyor ve filme 18 yaş sınırı getiriliyor. Bu gerçekten bir adaletsizliktir. Gerçekten bir hürriyetin kısıtlanmasıdır. Yani biz hürriyet istiyoruz, hak istiyoruz. Biz sansüre karşı halkımızın dayanışmasıyla artık bu düşüncelerinde gerçekleri görmesinden yanayız. H.Göksel- Bakanla görüşmeyi denediniz mi hiç?G.R.Şavata- Bakanla görüşeceğim ama inanıyorum Bakan bu filmi izlese -ki biz bu filmin Ankara’da galasını da yapacağız- bu yasakçılara cevabını verecektir. Çünkü bu filmde inanın Kültür Bakanı da, Başbakan da bu filmi takdir edecektir... Cumhurbaşkanı bu filmi takdir edecektir... İnanın bu filme uygulanan bu sansürün hatalı olduğuna en başta Kültür Bakanı, Başbakan ve Cumhurbaşkanı sahip çıkacaktır. Çünkü bu film gerçektir. Bu film bu ülke, Afganistan’da, Filistin’de, Irak’taki zulümdür. Türkiye’de geçmişte 12 Eylül’lerde yaşanan işkencelerdir, acılardır. Yani bu film gerçektir. Bu film Hiroşima’dan tutun da bu ülke insanlık durumunun acı manzarasıdır. Yani inanın bu filme ilk başta Cumhurbaşkanı sahip çıkacaktır ve inanın herkes bu filme sahip çıkacaktır... Bu film diğer tarafta İslam’ı anlatır ve bu film İslam’a karşı olan kötü düşüncelere karşı bir duruştur. Bu filmi izleyin, bu filmi izlettirin. Basın medya izleyenler var. Yani bunu ben ilk kez burada sizin huzurunuzda basın medyada paylaşmak istedim. Sizlerden çıkacak sonuçta; basın hür.. Basın meydanında bu filme sahip çıkacağına inanıyorum ve bu film Türkiye’de ya sinemanın var olacağını ya da yok olacağını anlatmaktadır.
Haber 7


Madımak davasına müdahil oldular

26.02.2009
Sivas'ta Madımak Oteli'nin 2 Temmuz 1993'te yakılması ve 37 kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylara ilişkin ana davadan dosyaları ayrılan firari 7 sanığın yargılanmasına devam edildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davanın bugünkü duruşmasına, sanık İhsan Çakmak'ın avukatı Gökhan Öztürk ile müdahil avukatları Fevzi Gümüş, Şenal Sarıhan, Mehdi Bektaş, Kazım Genç, Süleyman Ateş, Üzüm Ateş ve Ankara Barosu adına avukat Onur Tatar katıldı.
Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, hakkında yakalama emri bulunan Cafer Erçakmak'ın yakalanamadığını bildirdi. Bazı müdahil avukatları söz alarak, katılma talebinde bulundu ve soruşturmanın genişletilmesini istedi. Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, mağdur ve müşteki vekillerinin, davaya müdahil olma talebinin kabulüne karar verilmesini talep etti.
Savcı Bilgili, sanık Cafer Erçakmak hakkındaki yakalama emrinin devamına karar verilmesini ve Yargıtayda bulunan ''Sivas Davası'' ana dosyasının beklenilmesini istedi. Mahkeme Heyeti, ara kararında, katılma isteminde bulunan vekillerin dilekçelerinde adları geçen kişilerin, suçtan zarar görme ihtimallerine karşı Fevzi Gümüş, Şenal Sarıhan, Mehdi Bektaş, Kazım Genç, Süleyman Ateş, Üzüm Ateş ve Onur Tatar'ın müdahil vekili olarak kabullerine oy birliği ile karar verdi.
''FOTOĞRAF VE GÖRÜNTÜLER İNCELENSİN'' Avukat Şenal Sarıhan, ''Sivas olayları sırasında çekilen video kaydı ve emniyetçe çekilen fotoğraflar ile müdahiller tarafından sunulan fotoğrafların ana dava dosyasında yer aldığını belirterek, Yargıtaydaki ana dava dosyası içindeki söz konusu fotoğraf ve görüntülerin mahkemeye getirilmesini, sanıkların buralarda yer alıp almadığının bilirkişi heyetince tespit edilmesini'' istedi.
Görgüye dayalı bilgileri olan mağdurlar ile olayın tanığı polis görevlilerinin hazır edilerek, sanıklar ile ilgili teşhis işlemi yaptırılmasını, olaylara katıldığı tespit edildiği halde bugüne kadar yargı önüne çıkarılamamış ve haklarında iddianame düzenlenmemiş kişilerle ilgili hazırlık soruşturması yapılıp yapılmadığının, Sivas ve Ankara Emniyet müdürlüklerinden sorulmasını talep etti.
ANA DAVA DOSYASI BEKLENECEK Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili, müdahillerin belirttiği hususların çoğunun Yargıtaydaki ana dosyada bulunduğunu belirterek, ana dosyanın dönüşünün beklenilmesine karar verilmesini istedi. Sanık İhsan Çakmak'ın avukatı Gökhan Öztürk ise müvekkili açısından gerekli tüm incelemelerin yapıldığını savunarak, müdahil avukatlarının talebinin sanık Çakmak açısından reddini istedi. Öztürk, ''İddia makamının mütalaası gibi sanık İhsan Çakmak yönünden zaman aşımı sebebiyle kamu davasının düşürülmesini, aksi halde beraatına karar verilmesini talep ediyorum'' dedi.
Mahkeme Başkanı Hasan Şatır, hakkında yakalama emri bulunan Cafer Erçakmak'ın yakalama emrinin infazı ile temyiz incelemesi için Yargıtayda bulunan ana dava dosyasının dönüşünün beklenilmesine karar verildiğini açıkladı. Mahkeme heyeti, müdahil vekillerinin yazılı dilekçelerinde belirttiği soruşturmanın genişletilmesi yönündeki taleplerinin ise dosya mahkemeye gelip incelendikten sonra değerlendirilmesine karar verdi.
Olaylara katıldığı tespit edildiği halde bugüne kadar yargı önüne çıkarılamamış ve haklarında iddianame düzenlenmemiş kişilerle ilgili hazırlık soruşturması yapılıp yapılmadığının, Sivas ve Ankara Emniyet müdürlüklerinden sorulmasına karar veren mahkeme, şayet hazırlık soruşturması var ise bu davaya konu sanıklarla ilgili bilgi ve belgelerin onaylı suretlerinin gönderilmesinin istenmesini kararlaştırdı. Mahkeme, bu eksikliklerin tamamlanması için duruşmayı erteledi.

(AA)

20. yüzyılın faciası: Hocalı soykırımı (Foto)

26.02.2009 Bugün, en kapsamlı sivil kırımı olarak nitelendirilen Hocalı Katliamı'nın yıldönümü. Azerbaycan'da yaşanan Hocalı katliamnın 17 yılında, soykırım perde arkası gün yüzüne çıkıyor...
Hocalı Katliamı, Rus askerlerinin desteğiyle 26 Şubat 1992'de Ermeni kuvvetlerince gerçekleştirilmişti. Rusya olaylarla ilgisinin olmadığını iddia etse de, Rus ordusuna ait 366. alayın 1991'in sonbaharından beri Ermenilerin safında savaştığı, alaydan kaçan dört askerce doğrulanmıştı.10 bin nüfuslu Hocalı'da olaylar sırasında yaklaşık 3.000 Azeri bulunmaktaydı. Saldırıda ölenler hakkında verilen resmi rakam 613 kişi olmakla birlikte, katledilen toplam Azeri sayısının 1.300 kişi olduğu söylenmekte. Saldırılar sırasında Hocalı'da yaşayan Ahıska Türkleri de evlerinde yakılarak öldürülmüş, kadın, çocuk ve yaşlılar da dahil olmak üzere siviller katledilmişti. Katliamın ilk gecesinde sekiz aile bütün fertleriyle öldürülmüş, 700'den fazla çocuk anne ya da babasını kaybetmişti. Yaralıların sayısıysa 1.000'in üzerinde olduğu belirtiliyor.Haçın hatırı içinO vahşeti yaşayan ve sonra Beyrut'a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheriyan, 'For the sake of cross' (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında (sayfa: 62-63) şu satırları aktarıyor: "...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı'nın 1 kilometre batısında bir yere 2 mart günü 100 azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa'ya döndüm. Onlar haç'ın hatırı için savaşa devam ettiler."

Ermeni sniperlar boş durmuyorAzerbaycan, katliamın yıldönümünde acıyı yeniden yaşarken sınırdan gelen haberlerle bir kez daha sarsıldı. Zira Ermeni keskin nişancıları son bir hafta içinde 6'sı köylü, biri asker olmak üzere 7 Azeriyi daha şehit etti. Saraybosna'da İgman Dağı'ndan ateş ederek yüzlerce kişiyi öldüren Sırp sniperların (keskin nişancıların) yaptığını şimdi de Ermeni sniperlar Azerilere yapıyor. Sınıra sıfır noktasındaki keskin Ermeni nişancıları 2-3 km ötedeki tepelerden Azeri köylüleri her gün vuruyorlar.Hamımız Azeriyik (Hepimiz Azeriyiz)1918 yılında kurularak tarihe ilk Türk Cumhuriyeti ve Asya'daki ilk cumhuriyet olarak geçen kardeş Azerbaycan halkının acılarını paylaşıyor, şehitlerimizi rahmetle anıyor ve “hamımız azeriyik” diyoruz.Dünya böyle sivil kırımı görmedi!Bugün gazetesi yazarlarından Nuh Gönültaş'ın kaleme aldığı "Dünya böyle sivil kırımı görmedi" başlıklı yazısında Azerbaycan topraklarının yüzde 20'sinin Rusya desteğinde Ermenistan tarafından işgal edilmiş durumda olduğunu ve Ermeniler'in işgalin sınırlarını genişletebilmek için ellerinden gelen her şeyi yaptığını öne sürdü.Ermeniler uzaktan keskin nişancı atışları ile özellikle sivilleri hedef aldığını ileri süren Gönültaş, "burada yaşayan Azeriler'i göçe zorluyorlar. Sınır bölgesinde yaşayan Azeriler'in 150'den fazlası bu şekilde öldürüldü" diye yazdı.Gönültaş yazısında, Azerbaycan yöneticilerinde ve sokaktaki vatandaşta Türkiye'nin Ermenistan ile yaptığı görüşmeler yüzünden ciddi bir endişe içinde olduklarını belirtiyor. "Acaba Türkiye bizi satar mı?" sorusunun sorulduğuna dikkat çeken Gönültaş yazısına şöyle devam ediyor:Hemen herkes Türkiye Ermenistan sınırlarını açarsa Azerbaycan'ın Karabağ bölgesini asla geri alamayacağına inanıyor. Çünkü bu konuda Azerbaycan'ın arkasında sadece Türkiye var. Rusya, Amerika ve hatta Avrupa ülkeleri maalesef Ermeniler'i destekliyor.AK Parti Hükümeti'nin Karabağ konusundaki suskunluğu Azeriler'i fena halde üzüyor ve burada bazı kesimler bu durumu Türkiye aleyhine kullanıyor!Azeriler Türk basınından ciddi şikayet içinde. Hrant Dink'in ölüm yıldönümüne ayrılan yer ve zamanın Karabağ'a gösterilmediğini, Hocalı Katliamı'na yer vermediğini söylüyorlar.Azeri kardeşlerimiz "Gönül umduğuna küser" diyorlar. Türkiye'den son tahlilde Azerbaycan aleyhine bir gelişmeye izin vermeyeceğini umuyorlar ama dediğim gibi yine de endişeleri yok değil.Ermeni mezalimi Taksim'de sergileniyorAzerbaycan'ın Hocalı bölgesinde 1992 yılında Ermenilerin yaptığı saldırının resim ve fotoğraflarla anlatıldığı ''Hocalı İçin Adalet'' sergisi açıldı.İslam Konferansı Teşkilatı Gençlik Teşkilatınca organize edilen sergi, Taksim Metrosu Sergi Salonu'nda açıldı.Açılışa, Azerbaycan'ın İstanbul Başkonsolosu Seyyat Aran, Başbakanlık Devlet Arşivleri Osmanlı Arşivleri Daire Başkanı Prof. Dr. Önder Bayır ile İKT Gençlik Teşkilatı Başkanı Ali Sarıkaya katıldı.Törende konuşan Seyyat Aran, Hocalı katliamının 20. yüzyılda insanlığa karşı yapılan en büyük saldırı olduğunu belirtti.Saldırıda aralarında kadın, çocuk, erkek ve yaşlıların olduğu 613 kişinin öldüğünü ve çok sayıda kişinin yaralandığını dile getiren Aran, sergideki fotoğrafların çok şeyi anlattığını vurguladı.Aran, öğrenciler tarafından yapılan resimlerin, çocukların vahşete karşı beyinlerindeki izlerin yansıması olduğunu ifade ederek, saldırıların çocukların hafızalarından asla silinmeyeceğine işaret etti.Başbakanlık Devlet Arşivleri Osmanlı Arşivleri Daire Başkanı Prof. Dr. Önder Bayır da sergiye 30 adet arşiv belgesi göndererek destek verdiklerini söyledi.Osmanlı arşivinin dünyanın en önemli arşivi olduğunu dile getiren Bayır, arşivlerin araştırmacılara açık olduğunu bildirdi.AMAÇ ORTAK TARİH BİLİNCİ OLUŞTURMAKİKT Gençlik Teşkilatı Başkanı Ali Sarıkaya da İslam coğrafyasındaki saldırılara karşı ortak bir tarih bilinci oluşturmak amacıyla geçen yıl bir inisiyatif kurduklarını hatırlattı.Bu inisiyatif kapsamında 2008'de İKT'nin kültür ve milli eğitim bakanlıkları nezdindeki taleplerinin kabul edildiğini anımsatan Sarıkaya, İsrail'in Filistin'e yaptığı Deyri Yasin katliamını sembol bir tarih kabul ettiklerini anlattı.Sarıkaya, düşmanlıkları ve ayrılıkları körüklemeyi değil, İslam dünyası gençliğinin dünya barışına sağlayacağı katkı çerçevesinde ortak tarih bilinci oluşturmayı amaçladıklarını belirtti.Ali Sarıkaya, Avrupa ve İslam dünyasındaki 20 önemli başkentte bu hafta içinde düzenlenecek etkinliklerle katliamda ölenlerin anılacağını belirtti.Hocalı bölgesinde 26 Şubat 1992'de Ermenilerin gerçekleştirdiği katliamı konu edinen fotoğraf, resim, arşiv belgeleri ve dönemin gazete kupürlerinin yer aldığı serginin 24 Şubata kadar açık kalacağını kaydeden Sarıkaya, herkesi Azerbaycan'da yaşanan vahşeti görmeye davet etti.Sergide, Hocalı bölgesindeki çocukların yaptığı 37 resim, dönemin yabancı gazetelerindeki fotoğraf ve kupürlerin yanı sıra 30 Osmanlı arşivi belgesi de yer alıyor.

timetürk











Derin rapor: Mafya nasıl işler?

26.02.2009 Emniyet, kamuoyunda 'mafya' olarak tabir edilen organize suç örgütlerinin profilini çıkardı.
Emniyetin raporuna göre mafya, rantın yüksek olduğu sektörlerde sözde 'hakemlik hukuku' sağlayıp anlaşmazlıkları çözerek haksız kazanç sağlıyor. İnşaat, emlak, kamu ihaleleri, eğlence, turizm, sağlık, nakliye, mafyanın ilgilendiği sektörler arasında başı çekiyor.
Raporda örgüt elebaşılarının özelliklerine de yer veriliyor. Haksız menfaat temin etmeyi kendilerine amaç edinen çete liderlerinin bu doğrultuda her türlü suçu işlediğine dikkat çekiliyor. Eylemlere doğrudan iştirak etmemeye özen gösteren mafya babaları, adamlarını para, kadın, uyuşturucu gibi vaatlerle motive ediyor. Örgüt üyelerine karşı acımasız bir tavır sergileyen çete elebaşları, topluma karşı dürüst, yardımsever ve sempatik görünmeye çalışıyor. Ayrıca halkın milli ve manevi duygularını 'saygı' görüntüsü altında istismar ediyor. Lüks yaşamayı güç gösterisi olarak görüyor ve örgüt üyelerini bu imkanlardan uzak tutuyor. Kanunsuz iş yapmadıklarını göstermek için de işadamı kimliğini maske olarak kullanıyor.
Emniyet raporunda 2008 yılındaki mafya operasyonlarına ilişkin bilgiler de yer aldı. Buna göre gerçekleştirilen 118 operasyonda 2 bin 239 kişi gözaltına alındı, 905'i tutuklandı. Baskınlarda 331 tabanca, 5 uzun namlulu silah ile 88 kurusıkı silah ele geçirildi. Gözaltına alınan çete üyelerinin eğitim durumunu inceleyen polis şu sonuca ulaştı: Üyelerin yüzde 5'i okumamış, yüzde 4'ü okur-yazar, yüzde 43'ü ilkokul, yüzde 20'si ortaokul, yüzde 23'ü lise, yüzde 5'i ise üniversite mezunu. Organize suç örgütlerine dönük operasyonlar özellikle 10 ilde yoğunlaştı. İstanbul'da 22, Ankara'da 10, İzmir'de 9, Adana'da 8, Mersin'de 7, Bursa'da 7, Konya, G.Antep, Antalya ve Manisa'da ise 4'er organize suç örgütüne operasyon düzenlendi.
Çete üyesinin sosyal profili
21-35 yaş aralığında
Meslek sahibi değil, eğitim seviyesi düşük
Sabıkalı, şiddet içerikli suçlara meyilli
Eylemleri, lider korkusu ve örgüt baskısı ile gerçekleştirir
Cezalandırılma veya örgütten dışlanma korkusu taşır
Sosyal konum ve saygınlığı, örgüt aracılığı ile elde etmeye çalışır
Örgütün sağladığı motivasyonlarla kullanıldığını fark edemez
(Zaman)

Ergenekon'u İsrail'e götüren Şahin'in şifresi

26.02.2009

1993 yılının Eylül ayına kadar Türkiye'den İsrail'e, Emniyet'ten ya da başka bir resmi kurumdan resmi ziyaret yapılmamasına rağmen; Ergenekon zanlısı eski Özel Harekatçı İbrahim Şahin ile birlikte Mehmet Ağar ve Korkut Eken'in İsrail hükümetinin davetiyle bu ülkeye giderek bir dizi temaslarda bulunmuşlardı.


Bu İsrail ziyaretinin Ergenekon davasında gündeme gelmesi bekleniyor.Ergenekon zanlısı eski Özel Harekatçı İbrahim Şahin'in Türkiye'nin İsrail ile henüz resmi anlaşmalar yapmadığı 1993 yılının Eylül ayında İsrail'e davet edilmesi ve orada yaptığı gizli temasların Ergenekon davasında gündeme gelmesi bekleniyor. İbrahim Şahin ile birlikte Mehmet Ağar, Ertuğrul Ogan ve Korkut Eken 1993 yılının Eylül ayında İsrail hükümetinin davetiyle İsrail'e giderek, burada bir dizi temaslarda bulunmuştu. Türkiye'den İsrail'e Emniyet'ten ya da başka bir resmi kurumdan bu tarihe kadar bir resmi ziyaret gerçekleşmemişken, Şahin ve ekibinin bu seyahatinden dört ay sonra İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman Türkiye'ye resmi bir ziyaret gerçekleştirmiş ve iki ülke arasındaki ilişkiler süreci başlamıştı. “Terörle mücadele konusunda gelişen yeni teknolojiyi ve yöntemleri yerinde görmek” olarak açıklanan bu ziyaretten sonra Türkiye ile İsrail arasında “ilkler” yaşanmaya başlanmış ve dönemin İsrail Cumhurbaşkanı Ezer Weizman 25 Ocak 1994 günü Türkiye'yi ziyaret ederek, iki ülke arasındaki ilişkileri resmen başlatmıştı.TÜRKİYE-İSRAİL SÜRECİNİN ÖNCÜLERİ İbrahim Şahin ve ekibinin İsrail'e gerçekleştirdiği ‘gizli' ziyaretle ilgili olarak 2005 yılında hayatını kaybeden ve Susurluk'taki kayıp silahlar için ‘devlet sırrı' diyen silah tüccarı Ertaç Tinar, gazeteci Faruk Mercan'a ilgili ilginç açıklamalarda bulunmuştu. Tinar, “Uluslararası üst düzey arkadaşlarımla birlikte üç ay süren bir çalışma yaptım. Bu çalışmanın sonucu Fransa, İngiltere, İsrail menşeli teknolojilerle Emniyet'in önüne çıktım. 50 yıla yakın bir zaman içinde terörle iç içe yaşayan ve bu konuda Batının da desteğini sağlamış olan İsrail'in anti terör konusunda bilgisinin en ileri olacağı noktasında fikirlerimiz birleşti. Diğer ülkeleri bir tarafa bırakarak İsrail'de karar kıldık... 1993 yılı Eylül sonunda Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Korkut Eken ile İsrail hükümetinin de bilgisi dahilinde davet edildiler ve gidildi. Maksat anti terörle ilgili gelişen teknolojiyi ve tatbiki çalışmaları yerinde görmekti... O devrede Türkiye ile İsrail arasında resmi bir yakınlaşma yoktu. Ancak Amerika, İsrail ve Türkiye'ye ayrı ayrı tavsiyelerde bulunarak yakınlaşmalarını, bölgede müşterek bir güç oluşturmalarını, Mısır ile birlikte bir emniyet üçgeni sağlamalarını istiyordu... Monte Carlo'da ‘Türkiye'ye yüksek teknoloji vermenin zamanı gelmiştir' diyen ve ambargoyu umursamayan dostlarımın milliyeti İsrail, dinleri Yahudi idi dersem, siz ne düşünürsünüz? Beni yönlendirmiş olabilirler mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti yetkilileri bu yaklaşımı İsrail ile işbirliğinin köprüsünün kurulması için değerlendirmiş olamazlar mı?.. Bu seyahatte dört gün süre ile gece gündüz çalışma yapıldı. Yüksek teknoloji çalışmaları yerlerinde görüldü. Yirmiye yakın fabrika gezildi. İsrail özel harekat timinin kampı ziyaret edildi, gündüz ve gece çalışmaları gözlendi, eğitim çalışmaları hakkında bilgi alındı...” GENELKURMAY'IN TALEP ETTİĞİ SİLAHLAR YER ALTINA MI GÖMÜLDÜ?28 Şubat sürecinden sonra Emniyet'in elindeki ağır silahlar Genelkurmay Başkanlığı tarafından istenmiş ve bu konuda çok ciddi tartışmalar çıkmıştı. Silahlarla ilgili silah tüccarı Ertaç Tinar ve Mehmet Ağar ‘devlet sırrı' ifadelerini kullanırken, Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı'na bir yazı göndererek, silahların iadesinin sağlanmasını resmen istemişti. Daha da ileri gidilerek Mehmet Ağar'a gayri resmi yollardan “Bir ülkede iki ordu birden olmaz. Tek ordu olur. Emniyet'teki tüm silahlar teslim edilsin” şeklinde mesajlar gönderildiği belirtilmişti. İbrahim Şahin'in krokilerinden ortaya çıkartılan ve henüz çıkartılamamış olan cephaneliklerin, 28 Şubat döneminde Genelkurmay'ın Emniyet'ten talep ettiği silahlar olup olmadığı sorusu anlam kazandı. MOSSAD'A ÖDENEN PARA, SİLAH TACİRİ TİNAR'IN HESABINDANİbrahim Şahin ve ekibini İsrail ile tanıştıran silah tüccarı Ertaç Tinar ile ilgili olarak ortaya çıkan iddialardan biri de, Tinar ve İsrailli üç arkadaşının, Musevi asıllı İşadamı Üzeyir Garih ile öldürülmeden bir gün önce görüştükleri olmuştu. Ertaç Tinar, Mehmet Ağar döneminde 1993'ten itibaren İsrail'den getirilen silahların ve PKK lideri Abdullah Öcalan'ı ortadan kaldırmak için İsrail gizli servisi MOSSAD ile yapılan anlaşmanın aracılığını da yaptığı iddia edilirken, bu işler için İsrail'daki makamlara yapılan ödemelerin, Tinar'ın İsviçre'deki banka hesapları aracılığıyla gönderildiği söylenmişti.


vakit

gallery

Gölge Adam