
Ergenekon davasının starı Güney, sekiz yılda üç din değiştiren, rabbiliği kayıtdışı, ajan gibi davranmayı seven, ama gizli servis kaynakHer zamanki gibi saat sekizde kalktı. Gece üçe kadar okuyup beş saat uykuya bünyesi alışıktı. Bu kez sucuklu yumurta yerine fincanda tarhana içti. Yine MSN'i açtı. Ne giyeceğini düşündü. İyi giyinmeyi severdi çünkü. "Giyeceklerimi hava durumuna göre sabah kıza söylerim" diyor Tuncay Güney, "ütü yapar." Fondaysa sabahları dinlemeyi sevdiği Mozart çalıyordu. İkinci kahvesini içerken, Türkiye'den gelen dizi teklifini hatırladı. Annesinin ördüğü patikleri pazarda satarken bugün geldiği noktayı geçirdi aklından bir kez daha. Üçüncü kahvesinin yanında sigarasını tüttürdükten sonra altın tespihini cebine attı, Calvin Klein parfümünü sıktı ve evden çıktı. "Araba bekler, umurumda değil toplantı. Önce ben önemliyim. Hayatım hep böyle oldu; gazetelerde de "Ben büyük adamım diye hareket ettim" diyor Güney, kendini anlatırken.
Emekli generallerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, işadamlarının "askeri darbeye ortam hazırlamak için kaos yaratmaya çalışmak" suçlamasıyla halen yargılandıkları 'Ergenekon' davası, Ağustos'ta iddianamenin açıklanmasıyla Cumhuriyet tarihinin en önemli hukuk olaylarından birine dönüştü. İlk duruşması geçen ay yapılan davanın iddianamesindeki ifadeyle 'Ergenekon örgütü'nün organizasyon şeması ve altı çuval dolusu olduğu dava savcısı Zekeriya Öz tarafından dile getirilen pek çok kritik dokümanın kaynağıysa, Güney. 2001'de gazeteciyken otomobil kaçakçılığından İstanbul Emniyeti Organize Suçlar Şubesi'nce gözaltına alındığında, ilk defa onun evi ve ofisinde ele geçirilmişlerdi. Soruşturma kapsamında birçok gözaltı ve tutuklama, sözkonusu şemaya göre ve Güney'in açıklamalarının ardından gerçekleştirildi. Şema, savcının hazırladığı iddianamede delillerin yer aldığı 236'ıncı klasörde ayrıntılı şekilde yer alıyor. İlginç olansa, 2 bin 500 sayfadan fazla tutan iddianamede toplam 492 yerde adı geçen, savcıların "şüpheli firari" olarak değerlendirdiği Güney'in, davada ne sanık ne de tanık olması. Yaklaşık bir yıldır medyanın en popüler figürleri arasında olan Güney'in açıklamalarına medyada ve hakkında yayımlanan kitaplarda çok yer verildi. Ancak bu yayınlar ya büyük ölçüde Güney'in anlattıklarından ibaretti ya da doğrudan ona karşıydı. Sonuç olarak Güney hâlâ gizemini koruyor. Üç ay boyunca, beş ülkede (Türkiye, Mısır, ABD, Kanada, İsrail) Güney'in izini sürerken, kendisi dahil 100'e yakın insanla konuştuk. Son sekiz yılda İslam'dan Hıristiyanlığa, sonra Yahudiliğe geçen biri vardı karşımızda. Ajan olduğu izlenimi vermeye çalışan, ama gizli servis kaynaklarının hakkında "güvenilir değildir" dediği biri o; ifadeleri ispattan mahrum ve çelişkili iddialardan mürekkep. En azından doğum tarihi net. Güney 1972'de Çorum'un Kargı ilçesi, Gölet köyünde dünyaya geldi. Üç kardeşten en küçüğüydü. Bir yaşına varmadan aile İstanbul'a, Gültepe'nin Harmantepe mahallesine yerleşti. Fakir bir çocukluktu. Annesi (Ayşe) ev hanımı, babası (Ali) o dönem Beşiktaş'taki Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda teknisyendi. 12'sinde aynı köyden Mithat Ulusoy adında bir tanıdıkları Ayazağa'daki yatılı bir Kuran kursuna götürdü Güney'i. Ayazağa Ortaokulu'na da devam ediyordu. Güney'e göre 1984'te o Kuran kursuna gönderilmesi rastlantı değil: "Ailem Sabetayist! Böyle aileler de çocuklarını bu kursa gönderirdi. Sobalı evimizde geceleri annem Tevrat'ı açar, bize okurdu." (Sabetayizm, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan, kurucusu Sabetay Sevi'yi mesih kabul eden, Yahudi mistisizmine dayalı gizli inanç.) Güney, o yıllarda gittiği Kuran kursunun Süleymancılara bağlı olduğunu ve cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan ile damadı Kemal Kaçar'ın Sabetayist olduğunu iddia ediyor. Ayazağa Talebe Yurdu'nun eski müdürü Halil Atam da, Güney'in talebelik dönemini gayet iyi hatırlıyor: "Tuncay, dini, namazı öğrendi. Çalışkan ve uyumluydu." O yıllarda cemaatin önde gelen isimlerinden, Güney'in "Beni bilirler" dediği Hüseyin Kaplan ve Hüseyin Kumaş ise iddiaları kesin reddederek, "Güney'i hatırlamadıklarını" belirtiyorlar. Halen Gültepe'de komşu çocuklarına Kuran öğreten, mahallelinin "namazında niyazında biri" dediği annesi (73) yıllarca, kökenlerinin Mısır'a uzandığını, Mısırlı dedesinin de paşa olduğunu anlatmış. "Çorum'da ayrımcılık vardır. Müslümanlar ile bizimkiler arasında kavgalar çıkarmış, namaz kılmayıp oruç tutmadığımız için bizlere 'gavur' der, kız vermezlermiş" diyor Güney. Annesi de köklerinin Mısır'a uzandığını doğrulayarak, basına ilk kez verdiği beyanatta şunları söylüyor: "Oğlumla gurur duyuyorum. Dört dinin kitabını da oğluma çocukken verdim." Her yanı kitap dolu evde, namazını bölerek kapıyı açan anne Güney, röportaj sırasında da sürekli tespih çekiyor. Güney'in köyünden adlarının açıklanmasını istemeyen kişilerse "Onun ailesi Sabetayist değil Alevi'ydi" iddiasında. Güney'i Kanada'dan tanıyan ve hakkında "Ergenekon ve Karakutusu" adlı bir kitap yazan Faruk Arslan ise, "Güney'in özellikle Ergenekon soruşturması sırasında daha güvende hissetmek için Sabetayist bir kimlik yaratmaya çalıştığı" görüşünde. 2005-2007 arası Güney'in Kanada'da hem danışmanlık yaptığı hem de yazı yazdığı Kürt gazetesi Yeni Hayat'ın sahibi Süleyman Güven de, "Ergenekon ilk çıktığında, bir gün gazeteye ailesinin İsrail ile bağlarını anlatan bir belgeyle geldi. Orijinal görünmediğinden yayımlamadık" diyor. Sabetayizm konusunda kitapları bulunan ve adının gizlenmesini isteyen bir uzmansa, Çorum'da Sabetayist yaşamadığını belirtiyor. Güney'in eğitimi tuhaflıklarla dolu. 13 yaşında babasının ölümünden sonra, ailesi çok zor günler geçirmiş. "Annem patik örer, ben pazarda sepette satardım; yaz tatillerinde konfeksiyon atölyesinde çalışırdım" diyor Güney. 1980'lerde orta ikinci sınıfa devam ederken, Refah Partisi'nin eski Kağıthane Belediye Başkanı Arif Calban ile İstanbul Çeliktepe'de bir düğme atölyesinde tanışmışlar. Tuncay Güney'i delikanlılık çağından tanıdığını belirten Calban, onu "iyi, zeki, fırtına gibi bir çocuk" olarak hatırlıyor. Medyada yer alan bilgilere göre Güney 1986'da Pertevniyal Lisesi'nde öğrenci, hatta lise 1. sınıftan terk. Ancak lisenin müdürü Aziz Yeniyol, (başvurduğumuz İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer'in telefonla sorusuna cevaben) böyle bir öğrencileri olmadığını belirtiyor. Güney ise ısrarla "Pertevniyal'den çok Bedrettin Dalan'ın İstek Vakfı'na ait Tarabya Kemal Atatürk Lisesi'ne gidip geldim" diyor. Okul yönetimi ve İstanbul İME Müdürlüğü bunun nasıl olduğu konusunda resmi bir bilgi veremese de, Güney'in annesi "Tuncay, bu okula gitti geldi. Sonra okulun müdür muavini (Ali Kuru) Tevfik Yener ile tanıştırdı, oğlum Sabah gazetesinde çalıştı" şeklinde konuşuyor. Güney'in hayatını değiştiren kişi Kuru olabilir. O yıllarda oğlu aynı okulda okuyan gazeteci Yener (Sabah ve Milliyet gazetelerinin eski yayın yönetmeni), Kuru'nun kendisini arayarak Güney'i işe almasını rica ettiğini doğruluyor: "Kuru saygın, güvenilir biriydi. Tuncay'dan söz etti, 'Bu çocuk terbiyeli, çalışkan, babası vefat etmiş, annesine bakıyor, çalışmaya ihtiyacı var' dedi. Galiba Tuncay'ın annesi de o okulda çalışıyormuş. Meslek sahibi olsun, en azından sayfa yapmayı öğrensin, yetişsin diye gazeteye yerleştirmiştim; ofis boyluk yapıyordu." Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK'nın yeni adı Sosyal Güvenlik Kurumu) kayıtları da bunu doğruluyor. Ancak Güney bir noktaya itiraz ediyor. "Madem ofis boydum, nasıl gazetedeki en iyi maaşı alıyordum" diye soran Güney, Sabah gazetesinde sigortalı olarak işe başladığını, üç yıl sonra Milliyet'e geçerek iki yıl da orada çalıştığını belirtiyor. Yener, Güney'in maaşıyla ilgili herhangi bir şey hatırlayamazken o dönemde Sabah'ta yazı işleri müdürü olan, halen Vatan gazetesi köşe yazarı Selahattin Duman "Kendisini o yıllardan net hatırlamıyorum ama Tevfik işe almış olabilir, sever böyle acayip tipleri" diyor, "bu denli yüksek maaş almasıysa imkânsız." Güney'in SSK kayıtları tartışmayı noktalayacak kadar açık: İlk kez sigortalı olduğu 1988'de liseden terk, 16 yaşında, tecrübesiz ve eğitimsiz bir genç olarak, ayda yaklaşık 65 bin 500 lira almış. Bu rakam dönemin asgari ücretinin yaklaşık iki katı. İki yıl sonra maaşı 190 bin liraya ulaşmış (asgari ücretin iki katı). 1991'de, yani 19 yaşındayken Sabah gazetesinden aldığı maaş ise 1 milyon 100 bin liranın üzerinde ve bu rakam o dönem asgari ücretin beş katına denk geliyor. Gazetecilikle birlikte Güney'in hayatı daha da sisli hale geliyor. 1992'de, Güney'in iddiasına göre Harp Okulu'ndan bir öğrenci, emekli Albay Necabettin Ergenekon (hata yok, soyadı) ile tanıştırıyor onu; ancak Albay Ergenekon 1982'de emekli olduğunu belirterek, "Güney'i tanımadığını" söylüyor. Oysa Güney, bu ismin kendisini şu anda Ergenekon örgütü liderlerinden olmakla suçlanan, emekli jandarma tuğgenerali Veli Küçük'le tanıştırdığını da iddialarına ekliyor. "Ben bir tanışma manyağıyım" diyen Güney, 20'sinde bir gençten beklenmeyecek ilişkiler kurmaya da böyle başlıyor. Güney, Milliyet'ten ayrıldıktan sonra iş ararken haftasonlarını Gültepe'de Fethullah Gülen cemaatine ait olduğunu ileri sürdüğü Boğaziçi Kırklar Erkek Öğrenci Yurdu'nun müdürüyle geçirmeye başlıyor (annesi de doğruluyor). Şimdiki yurt müdürü Ömer Şamil Yalçın ise Güney'i yalanlıyor: "Yurttaki bazı öğrencilerle arkadaşlık etmiş, gelmiş gitmiş olabilir. Kayıtlarımızda Güney'le ilgili hiçbir şey yoktur. Yurdumuzda kalmamıştır. Bizimle ilgisi yoktur." Zaman gazetesinin Cağaloğlu ilan bürosu müdürü aracılığıyla cemaate yakın Samanyolu TV'nin (STV) yapım şirketi Işık Prodüksiyon'da işe girdiğini söyleyen Güney, 1994'te, altı ay boyunca "Doruktakiler" adlı bir program hazırladı. Programına siyasetçi, akademisyen, asker pek çok ünlüyü konuk etti. Aynı yıl STV'de olan Haluk Örgün, Güney'i şöyle hatırlıyor: "Benim frekansıma uymazdı. Kendini çok önemli, herkesle ilişkisi varmış gibi sunuyordu. Şurası kesin, işlerini bir şekilde hallediyordu. Mesela biz habere gidecek kamera bulamazken, o buluyordu." Adını vermek istemeyen ve o dönemde Güney ile beraber çalışan bir başka gazeteciyse, "Kendini çok iyi satan biriydi ama hiç donanımı, birikimi yoktu" diyor. O dönem aynı kanalda çalışan, kimliğinin gizlenmesini isteyen iki kaynak, Gülen'in konuşmalarının kayıtlı olduğu kasetleri çalmakla suçlanan ekipte yer aldığı için, Güney'in STV'den kovulduğunu belirtiyorlar: "Daha sonra da bu kasetler çeşitli televizyon kanallarına satıldı." Bu iddiayı Güney kesinlikle reddediyor. Kasetlerde yer alan, Gülen'in "Cumhuriyet ve laiklik karşıtı" olmakla suçlanmasına yol açan konuşmaları, 28 Şubat 1997'deki askeri muhtıra öncesinde ATV ve Kanal D'de yayınlanarak büyük yankı uyandırmış, bu nedenle hakkında dava açılan Gülen ABD'ye gitmek zorunda kalmıştı. Güney'in, Gülen'e yakın kimselerle ilişkisine dair bir bilgi, sahtecilik ve dolandırıcılıktan gözaltına alındığı 2001'de, dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından alınan ifadesinde şu sözlerle geçiyor: "O sırada Gülen cemaati içinde edindiğim bilgileri, periyodik olarak Mehmet Eymür'ün (dönemin MİT Kontrterör Daire Başkanı) adamları benden alırdı." Eymür, Güney'i tanımadığını söylerken Güney de sorgunun işkence altında yapıldığını savunarak ifadeyi yalanlıyor. "Nurettin Veren (Gülen'e yakın çevrelerde üst düzey görevlerde bulunduğu savunulan, şu an İşçi Partisi üyesi bir isim) devletin, Gülen cemaati içindeki adamıydı, bana ihtiyaç yoktu." Güney, son dönemde verdiği beyanatlarda Gülen'i sadece bir kez Altunizade'deki FEM dershanesinin en üst katında verdiği kahvaltıda gördüğünü belirtiyor. Ancak serbest gazeteci Ayşe Önal (Güney ile, Samanyolu TV'deki "Doruktakiler" programına konuk olduğunda tanıştığını söylüyor) cemaatin düzenlediği bir iftar yemeğinde Güney'in kendisini çağırarak Gülen'in bulunduğu ve sadece özel konukların alındığı bir odaya götürdüğünü anlatıyor. Gülen'e yakın, adının açıklanmasını istemeyen birden fazla kaynaksa "Güney'in kesinlikle cemaatten olmadığını" ve bu tür görüşmelerin "birkaçı geçemeyeceğini" söylüyorlar. Bu arada Güney, STV'de çalıştığı dönemde İşçi Partisi (İP - Başkanı Doğu Perinçek Ergenekon davası tutukluları arasında) ile de ilişki kuruyor. İP'nin yayın organı Ulusal Kanal Genel Müdürü Ferit İlsever "1990'lı yıllarda Aydınlık dergisine (İP yayın organlarından) gidip geldiğini biliyorum" diyerek bunu doğruluyor. Ancak "Tanımadığım bir insan; ilk baştan beri güven vermiyordu" dediği Güney'in "MİT, Fethullahçılar, hatta CIA (ABD haber alma örgütü) tarafından kullanılmış bir zavallı" olduğunu savunuyor. Güney'in gazetecilik kariyerinde başka kuşkulu durumlar da var. 1995'te Akşam gazetesinde çalışmaya başladığını belirten gazetenin o dönemki yayın yönetmeni Behiç Kılıç, "Tuncay ajan muhbir olarak kullandığımız bir elemandı, muhabir ya da gazeteci olarak değil. Aşağılamak için söylemiyorum ama teşbihte hata olmaz: 'Bir ava giderseniz, yanınızda sadık, avcı, rehber köpeğiniz vardır. Avı alır, getirir. 'Taşıyıcı' olarak kullanırsınız. Biz de Güney'den taşıyıcı olarak yararlandık. Eğitimsizdi, haberi yazamaz ama anlatırdı" diyor. "Bugün çalışmak istese yine işe alırım. Kimlik zaafına rağmen" diye de ekliyor. PKK terörünün yoğun olduğu o dönemde, Güney Irak'ın kuzeyinden haberler taşımış. "Güney'i karşılıklı kullanmışız, biz de gazete olarak kullanılmışız" diyen Kılıç'ın verdiği bir bilgi çok ilginç: "Güney, arşivden aldığı bir takım fotoğraflarla dönemin Başbakan'ı Mesut Yılmaz'ı Susurluk skandalının baş kahramanlarından Abdullah Çatlı'yla yan yana gösteren bir fotomontaj olayına karışıp, ardından da Yılmaz'a muhalif bir milletvekiline sattı." Buradaki pek çok çalışma arkadaşı, Güney'in "asla haber yazacak bir birikimi olmadığını" vurguluyor. Güney'in o dönemde yazı işleri müdürlüğünü yapan Arslan Bulut ise "Hem Veli Küçük hem de Mehmet Eymür ile bağlantılıydı" diyor, "Güney'in jandarma ve MİT ile ilişkileri vardı. İstihbarat arşivciliğine yönelmişti. Kim yetiştirmişse ona bu işi çok iyi öğretmişler." Bulut, Güney'in ilginç bulduğu çalışma yöntemini de anlatıyor: "Getirdiği haberlerin bir kısmı yönlendirmeydi, Türkiye'nin lehine mi aleyhine mi olduğu pek kestirilemezdi. Büyük kısmını bizzat kendi üretiyordu. Gazeteden sık ayrılmazdı. Tamamen tahmine dayalı ilişkileri, masa başında, şema çıkararak, şekiller çizerek kuruyordu. İstediğimiz bir belgeyi, raporu alması beş dakikasını alırdı." Ancak Bulut, sol eğilimli bir terör örgütü (örgütün adının açıklanmasını istemiyor) tarafından tehdit edildiği bir dönemde, işe gelip giderken Güney'in kendisini yalnız bırakmayıp eşlik ettiğini de anlatıyor. Güney'in 'Ergenekon örgütüyle' ilişkisine dair iddialar kritik. 1997'de askere giden Güney'in Kars Ardahan 9. Tabur Usta Birliği'ndeki askerliği kimi kaynaklara göre altı, kimine göre dört ayda sona eriyor. Kendi anlatımıyla "Canım sıkıldı burada paşa (Veli Küçük'ü kastediyor), herkes devreye girsin, ben gidiyorum" diyerek Ankara GATA'dan aldığı bir psikiyatri raporu sayesinde sona ermiş görevi. Güney'in eşcinsel raporu aldığı iddia edilse de, Güney bunu reddediyor. Ama "Pek çok eşcinselin askerlikten men raporu almasına yardımcı oldum" diyor. Güney'in askerlik yaptığı dönemdeki tugay komutanı (adının yazıda geçmesini istemiyor) ise "Tugay dediğiniz sekiz, dokuz bin kişi. Kendisini hiç hatırlamıyorum, hiç de tanışmadım" diyor. (Şimdi emekli olan sözkonusu komutanın oğlu Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanıyor.) Bu arada Güney'in yolu, ana akım medyadan ayrıldı. Turgut Büyükdağ'ın sahibi olduğu Yeni Strateji Dergisi'nde çalışmaya başladı. Derginin genel yayın yönetmeni, şu anda Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Ümit Oğuztan. Aynı dönemde, Güney'in sahte kimlik ve diploma hazırlamak gibi işlere bulaştığına dair iddialar da mevcut. Güney, bunları da reddediyor. Ancak Arslan bu dönemi şöyle yorumluyor: "Gazetecilikte dikiş tutturamayınca, iyice Küçük'e yaklaştı. Geçim derdinden hukukdışı işlere bulaştı. Aslında fukara biri, ne o kadar karmaşık ne de o kadar güçlü." Nitekim Mart 2001'de Güney, kayınbiraderi Adem Taşdemir ile birlikte dolandırıcılık suçundan gözaltına alındı. Sebebi, Timur Büyükölmez adlı bir vatandaşın, bir jeep alım satımıyla ilgili olarak Erdal Güventürk ve Orhan Sonuç adlarındaki iki polis tarafından dolandırıldığı iddiasıyla Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurması. Konu araştırıldığında, kendilerini polis olarak tanıtan bu kişilerin Güney ve eniştesi Taşdemir olduğu ortaya çıktı. Önce İstanbul Gayrettepe'deki Asayiş Şube Müdürlüğü'nde sorgulanan Güney, birkaç gün sonra Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne teslim edildi. Güney'in ev ve ofisinde yapılan aramalarda, bugün Ergenekon davasında kanıt olarak sunulan altı çuval belge, iki ruhsatsız tabanca, 36 fişek ve 115 sahte diploma ile pek çok farklı doküman delil olarak alınıyor. Güney'in polise verdiği ifade sırasında (İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 2002/64 numaralı dosyadan) kendisine sorulan bir iddia da arsa dolandırıcılığıyla ilgiliydi: Buna göre Güney, 1997'de askerliğini yaparken tanıştığı ve 2001'de Hasdal Kışlası'nda Maliye Bütçe Subayı olarak görev yapan teğmen Murat Oğuz (Ergenekon davasından tutuklu) ile birlikte bir arazi dolandırıcılığına karışmıştı. Kilyos Kısırkaya köyü muhtarıyla anlaşarak köy arazilerini ve İl Özel İdare'ye ait köy plajını üçüncü kişilerin ele geçirmesine aracılık etmişlerdi.) Muhtar Erol Kocaer olayı kabul ediyor. "Bizimle görüşmeye gelenler, resmi askeri üniformalar içindeydi ve kendilerini JİTEM'in görevlileri olarak tanıttılar. Karşılarında esas duruşa geçmiştik" diyen Kocaer, "Kuşkusuz plajın işletmesini o dönemki sahiplerinden alarak JİTEM'den gelenlere verdik. Çünkü önceki işletmecilerin PKK'ya yardım ettiğini söylemişlerdi. Güney de kendini albay olarak tanıttı" diyor. Ancak dosyadaki belgelere bakılırsa Güney, bu süreçte poliste kabul ettiği dolandırıcılık olaylarına dair mahkemedeki savunmalarında farklı şeyler söyledi. Kendisine yöneltilen pek çok suçlamaya karşı, 87 yıl ceza istemiyle yargılandığı mahkemede pek çok ünlü ismi ve yetkiliyi de telaffuz ederek uluslararası yolsuzluklardan bahsetmeye başladı. Güney'in savunmasının bir yerinde, o dönemdeki avukatı Yusuf Aydın'ın şu sözleri zapta geçti: "Güney mesleği itibarıyla yaptığı araştırmalar sebebiyle devlet hesabına çalışmıştır, edindiği bilgileri emniyete ve ilgili kurumlara aktarmıştır, emniyet ve diğer devlet kurumları arasında çıkan sürtüşme sebebiyle Tuncay Güney harcanmak istenmiştir." Buradaki "devlet hesabına çalışma" ifadesinin kaynağını sorduğumuz Aydın, "O beyanı, kendisinin sözleri üzerine söyledim. Beyanım özel, devletin onu görevlendirdiğine yönelik somut bir bilgiye dayalı değildir" diyor. Davayı, daha sonra vefat etmiş ulusalcı bir işadamının (Kemal Özden) ricasıyla üzerine aldığını belirten Aydın, Güney'i savunmaktan vazgeçmiş. Sebebini şöyle açıklıyor: "Bana verdiği verilerden bir sonuca varamadım. Tuncay'ın anlattıkları farazi, dedikodu mahiyetinde. Avukatı olarak bana doğru söylemiyorsa kimseye söylemiyordur. Hakkındaki bilgi kirliliğine Tuncay bizzat sebep oluyor, popüler olmayı ve gündemde olmayı seviyor. İddialarının yüzde 90'nı kendi yarattığı dünyaya has." Güney, 2001'deki dolandırıcılık operasyonu için "Bu gözaltı, Ergenekon'un faaliyetlerini anlatan elindeki dosyalara ulaşmak için polis müdürü Saçan'ın komplosuydu" diyor. İçinde suikastlar, uyuşturucu kaçakçılığı, darbe planları, üst düzey yetkilileri kanunsuz dinleme ve fişlemelere dair detaylı iddia ve bilgiler bulunan bu dosyalar, Ergenekon'un yasadışı faaliyetlerine dair en geniş arşiv niteliğinde. Bugün örgütün liderlerinden olmakla suçlanan Küçük'ün ev ve iş yerindeki aramalarda bile bu kadar belgeye rastlanamadı. Ancak o dönemde Ergenekon ile ilgili bir soruşturma açılmadı. Bunun nedeni hâlâ tartışılıyor. Hakkındaki tüm iddialara rağmen, Güney 2001'deki bu davada ablasının ödediği kefaletle serbest bırakıldı. Süren dava nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı olmasına rağmen ABD'ye gitti. Eski avukatı Aydın'ın verdiği bilgiye göre, davadaki şikayetçiler zararları tazmin edildiği için şikayetlerini geri çekti. Bu zararlar ise, yine avukatın verdiği bilgiye göre, Güney'in ablası ve Taksim'deki Güney'e ait binanın satışıyla karşılandı. Ancak dava tamamıyla kapanmadı, zira Güney'in son bir kez ifade vermesi gerektiği için en son geçen haftaki duruşmada yeniden ertelendi. Dava savcısı Ziya Hurşit Karayurt, Ergenekon davasının iddianamesinin gönderilmesini talep etti. Bağ bulunması halinde Güney'in davası da Ergenekon davası ile birleştirilecek. Bu dava kapsamında ele geçen ve yaklaşık yedi yıl sonra Ergenekon soruşturması kapsamına alınacak belgelerse, sözkonusu mahkemenin arşivinde değil, Saçan'a yakın birinin deposunda bulundu. Güney'i yakından tanıyan, güvenlik konularında uzman bir kaynak, farklı bir yorumda bulunuyor: "Bütün bunları Saçan da düzenlemiş olabilir. Bence Güney bu çapta bir insan değil. O dosyaların Güney'de çıktığından bile şüpheliyim. Saçan, o sorguya ciddi eklemelerde bulunmuş olabilir." Güney hakkında 2001'de açılan davaya bakan ve adının gizli kalmasını talep eden bir hakim "Madem Ergenekon soruşturmasının temelinde Güney'in anlattıkları çok önemli yer tutuyor, niçin bizim mahkememizde açılan bu dosya incelenmemiş, istenmemiştir" diye soruyor. Güney'in yurtdışına çıkış yasağı varken ABD'ye nasıl gittiği sorusuna gelince. 2000 yılında bu ülkeye yapılan bir basın gezisine katıldığında aldığı 10 yıllık Amerikan vizesi vardı. Güney durumu şöyle açıklıyor: "Türkiye'de kalmam Saçan ve Ergenekon'un çıkarına olmadığından, Adnan Akfırat (İP Merkez Karar Kurulu üyesi) ve bir emniyet yetkilisi çıkışımı kolaylaştırdı." Yargılanırken nasıl olup da yurt dışına çıkabilir, sorusunu yönelttiğimiz Eymür ise "Tanımıyorum. Bilemem. Bir teşkilatın yardımıyla olabilir" diyor. Kamuoyunu meşgul eden bu tür sorular, akıllara Güney'in de bazı konuşmalarında ima ettiği gizli servis bağlantılarını getiriyor. Güney'in ABD'de yaşadıklarına dair çok az şey biliniyor. Yakın çevresine göre Güney, New York civarındaki ilk günlerde büyük zorluklar çekti. Günde 16 saat bir benzin istasyonunda çalışıyordu. Ancak o dönemde, kimi aracılar sayesinde Howard Williams adında bir evangelist'e ulaştı. Güney'i Türkiye'deyken tanıyan ve kimliğinin gizli tutulmasını talep eden bir kişi, onun Türkiye'deyken son yıllarda Kitabı Mukaddes Yayınevi'yle yakın ilişkide olduğunu belirterek muhtemel aracıları da işaret ediyor. Türkiye'de bir kilisede görevli ve adının saklanmasını isteyen bir Protestan papaz da bu ilişkiyi doğruluyor: "Güney Milliyet gazetesinde çalışırken bizim kiliseye gelip Hıristiyan olmak, ABD'ye gitmek ve İngilizce öğrenmek istediğini söylemişti. 6 ay gelip gitti, İngilizce derslerine katıldı." Bu papaz Williams'ı tanıdığını belirtse de Güney'in orada Williams ile ilişki kurmasına aracılık etmediğini, bu konuda bilgisi olmadığını söylüyor. Güney'e ABD'de bulunduğu süre içinde ve sonrasında da çok yardımcı olan, adeta ağabeyi, fikir babası gibi gördüğü kişiyse Mardin Dargeçit doğumlu Yakup Can. Kendi ifadesiyle, "1978'de hayatını insanlığı nurlandırmaya adayan bir din adamı." Hıristiyan kelimesini tercih etmeyen Can, inancını "Mesih'in bir imanlısı" yani evanjelist olarak tanıtıyor. New York'taki evinden telefonla sorularımızı yanıtlayan ve basına ilk kez konuşan Can, Güney ile tanışmasını açıklıkla anlatıyor: "Bir gün, Williams birader beni aradı ve 'Yanımızda çok donanımlı, soruları olan bir genç var. Size yönlendirebilir miyim' diye sordu. Hemen kabul ettim." Can, Güney'i ilk kez gördüğünde çok kötü durumda olduğunu anlatıyor. Can ve Güney, uzun bir süre Güney'in çalıştığı benzin istasyonundaki tek izin günü olan perşembeleri, saat 12:00'den akşam 20:00'ye kadar Eski Ahit üzerine çalışmışlar. Can, Güney'in 2004'te din değiştirmeye karar vererek vaftiz olduğunu belirtiyor. Güney'in adının geçtiği New York Institute adlı kuruluşun da, Güney tarafından gazetecilik ve araştırma faaliyetlerine devam etmek için kurulduğunu anlatıyor. Internet sitesinde adı 'müdür" olarak geçen Can, bunu Güney'in ricası üzerine kabul ettiğini ancak hayatta insanlara yardım etmek dışında hiçbir işi olmadığını, politikayla asla ilgisi bulunmadığını ekliyor. Can, beraber geçirdikleri günler, dersler boyunca Tuncay'ın samimiyetine ve iyiliğine tamamen inanmış, "Tuncay için canımı veririm" diyor. Bugüne dek kendisine her anlamda yardımda da bulunmuş. Oturma izni ve vatandaşlık gibi konulardaki sorunlardan dolayı ABD'de kalması imkânsız hale gelen Güney'i Kanada sınırına kadar kendi aracıyla götüren de o, ihtiyacı olduğunda kendisine para gönderen de. Tuncay'ın hayatının tehlikede olduğunu insanlardan duyduğunu belirten Can, "Çok endişeliyim" diyor. Vaftiz olan Güney'in sonradan Yahudiliğe geçmesi ve bugün Toronto'da Jacob House (İbranice B'nai Yakov) adlı Yahudi toplum merkezinde rabbi (haham yardımcısı) olarak çalışması hakkındaki görüşlerini sorduğumuzda, "Buna asla inanamam. O Kanada'ya geçtiğinde bazı Yahudi arkadaşlar edindi, onlara İsa Mesih'i anlatıyordur. Tuncay bana bir gün şunu söylemişti: "Yakup birader, artık annem bana dese ki, "Oğlum dön bu yoldan, yoksa sana sütümü helal etmem, anne artık sütüne ihtiyacım yok" derim. Bunu söylemiş insanın inancından asla şüphe etmem." Güney'in gerçekten Yahudi olduğuna, rabbi olarak çalıştığı kurumun ciddiyetine inanan yok. Ne o, ne de Jacob House adlı kuruluş, Toronto'daki Yahudi Cemaatleri Federasyonu'na (UJAFED) veya Toronto Rabbiler Komitesi'ne kayıtlı. Zaten bu kuruluşun aslen bir sinagog olmadığını Güney de kabul ediyor. ABD'de ve Kanada'da pek çok örneğine rastlanan, insanlara dil eğitimi verilen, spor, kültürel faaliyetler vs. yapılan bir tür sosyal merkez burası. Ancak Güney verdiği röportajlarda hem sözleriyle hem görüntüsüyle Yahudi olduğuna vurgu yapıyor. Gazeteci Arslan'a ve yine Güney'in eski bir ev arkadaşına göre "Güney'in çalıştığı sinagog görünümündeki bu oluşumu, onu Kanada'da çalışıyor gösterebilmek için Yahudi avukatı kurdu." (Avukatı konuşmayı kabul etmiyor.) Güney'i tanıyan pek çok kişi, Yahudi kimliğinin Güney'in Ergenekon soruşturmasıyla korkarak sırtını güçlü bir yere dayamak istemesinden kaynaklandığı yorumunu yapıyor. Toronto Rabbiler Komitesi'nin yöneticilerinden Michal Shekel, kendi kuruluşlarına ve uluslararası planda kabul gören kuruluşlara kabul edilen bir rabbi olmak için, üniversite eğitimi sonrası 4-6 yıllık özel bir eğitim daha gerektiğini vurguluyor. Ancak Güney'i 2004'te Kanada'da tanıyan bir grup Türk, kendisinin daha ziyade koyu Hıristiyanlar ile birarada olduğunu hatırladıklarını belirtiyorlar. Hatta Güney'in o dönem yakınında olan bir arkadaşı Güney'in arkadaşlarının kendisine İncil verdiğini de hatırlıyor. 2005'te Güney, Kanada'daki tüm Türk derneklerinin çatı kuruluşu Kanada Türk Dernekleri Federasyonu (KTDF)'nun yürütme kurulu seçimlerine katılıyor. Hatta başlarda istekli çalışması ve yoğun çabasıyla sempati topluyor. "Türk toplumuna hizmet etme ve lobi konusunda çok çok istekliydi" diyor o seçim döneminde beraber çalıştığı bir kişi. Ancak zamanla sivri dili nedeniyle Türk cemaatinden tepki topluyor ve seçimlerden çekiliyor. Özellikle son yıllarda "Abdullah Gül beni aradı, MOSSAD başkanı Kanada'ya gelip benimle ilgili açıklamalar yaptı" gibi abartılı ve kendini çok önemli göstermeye meyilli açıklamalarıyla, ona karşı tepkiler daha artıyor. Kanada vatandaşı olduğu da Güney'le ilgili bir diğer yanlış bilgi. Kanada'da mültecilik davası halen sürüyor. İki defa talebi reddedilen Güney'in davasının normalden uzun sürdüğünü belirten Arslan, Güney'in tartışmalı cinsel kimliğini bile bu konuyla ilişkilendiriyor. "Güney eşcinsel değil, avukatı iltica davasında etkili olması için ona bu şekilde davranmayı tavsiye etti." Ancak Güney'in cinsel kimliğine dair aksi iddialar da mevcut. Güney'in kendisi bu konuda net konuşmamayı tercih ediyor. Kanada resmi mercileri Güney'in vatandaşlık statüsü hakkında bilgi vermeyi gizlilik ilkesi nedeniyle reddediyor. Ancak Kanada'da Güney'in çevresinden görüştüğümüz tüm kaynaklar, Güney'in sorunlu iltica davası nedeniyle endişeli olduğunu ifade ediyor. Lüks içinde yaşadığı yönündeki bilgiler de gerçekleri yansıtmıyor. Güney'in devletten sosyal yardım aldığını, mütevazı evlerde oturduğunu, onun durumundakiler için düzenlenmiş yardım kuruluşlarından kıyafet, yiyecek vs. yardımlar aldığı belirtiliyor. Ne özel şoförü, ne korumaları ne de süper lüks villası var Güney'in. Toronto'da Yahudi mahallesinde yaşıyor. Güney'in yıllardır Kanada'da nasıl yaşayabildiğini açıklamada tanıklar yetersiz. İddia edildiği gibi ajan olabilir mi? ABD ve Kanada'daki gizli servis kaynakları, Güney hakkında Newsweek'e "Ciddiye alınmayacak ve güvenilir bulunmayan bir kişi" değerlendirmesinde bulundu. Yeni Hayat gazetesinin sahibi Güven, 2007'de Güney hakkındaki iddialar duyulmaya başlayınca kendisiyle ilişkiyi kestiklerini söyleyerek "Güney'in kullanılabileceğini ama ajan olacak yetenek ve özelliklere sahip olmadığını, ortalarda çok göründüğünü" belirtiyor. Arslan da böyle düşünenlerden. Yine de "MOSSAD (İsrail istihbarat örgütü) İstanbul'daki yıllarından başlayarak onu kullanmış olabilir. Zaten böyle görünmeyi sever. Bir keresinde bana MOSSAD'dan kendisine para ödendiğini gösteren bir banka dekontu göstermişti" diyor. Güney'i tanıyan başka bir kaynak ise bu dekontun sahte olduğundan emin. MOSSAD ve Güney'in yan yana anıldığı başka olaylar da var. 2007'de Muhammed El Atar adlı bir Mısırlı genç, Mısır'da, İsrail lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla tutuklandı. Ardından Kanada'da yaşayan üç isim bu kişiyle bağlantılı olarak aynı casusluk olayıyla gündeme geldi. Bu isimler Daniel Levi, Kemal Kosba, Tuncay Bubay. Biri Mısır Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir isim, diğeri bu ülkedeki etkin bir Batılı elçiliğin güvenlik sorumlusu iki yetkili tarafından doğrulanan bilgilere göre, bu üç ismin de Güney'e ait olması "yüzde 99,9 olasılık." Yani Güney, Mısır tarafından aranıyor. Güney'in bir dönem Toronto'da aynı evi paylaştığı adını vermek istemeyen bir kişi de, Attar ile farklı bir isim altında Güney'in arkadaşı olarak tanıştığını gayet iyi hatırlıyor. Bu konuyu sormak için başvurduğumuzda, İsrail'in İstanbul Başkonsolosluğu "konuyla ilgileri olmadığı, hepsinin deli saçması olduğu ve yardımcı olma imkânları bulunmadığını" belirtti. Güney'in en sevdiği kitap "Alamut'un Efendisi Hasan Sabbah", annesi hayatta en sevdiği ve belki de üzerinde etkili tek insan. Kadınların onu kullanabileceği tembihiyle büyütülmüş. Okuma merakı da yakınlarınca doğrulanıyor. Kanada'ya gelen herkesten kendisine kitap getirmesini istiyor. Aynı zamanda eğlenceye düşkün, insanlarla beraber olmayı, misafir ağırlamayı seven, neşeli biri. İnsanlarla çok kolay ilişki kuruyor, her yere girip çıkabiliyor, hemşerilik bağlarını da çok akıllıca kullanıyor. Uzun yıllar genelkurmay, asker, polis muhabirliği yapmış, alanında uzman bir gazeteci "Ben bu tarz işlerde kullanılmak için bile olsa, Veli Küçük gibi adamların bu tarzda birini yanlarına yaklaştıracaklarını sanmıyorum" diyor. Çok yakın bir arkadaşı ise, "Kaybedecek hiçbir şeyi yok. O yüzden de her şeyi yapabilir" kanaatinde. Çorum'un Gölet köyünden Toronto'ya uzanan yolculuğunun başlığını "Gecekondudan Şatoya" diye veriyor Güney ve şöyle devam ediyor: "Fakir bir aile çocuğuydum. Babamla aynı kaderi paylaşmayacağım, dedim." Ya bir maşa ya da kendini sağlama alacak herkesi kullanabilen bir deha. Aslında kim olduğu belki yine kendi sözlerinde gizli: "Efendimin kölesiyim, yani idealist değilim. Efendim Tanrı. Kaçmak bazen en güzeli, sorulardan kaçmak ve Tanrı'ya bağlanmak." Güney, öyküsündeki tüm çelişkilere, "güvenilmez"liğine, iddialarının ispattan yoksun olmasına karşın Türkiye tarihinin en önemli siyasi davalarından birinin başrol oyuncusu. Yetenekleri fark edildikçe besbelli ünü daha da artacak ve hakkında kitap yazacaklara, onunla röportaj yapacaklara epey kazandıracak. Ergenekon davası mı? Artık Güney kadar renkli sayılmaz. (Kahire'den Joseph Maytonve New York Newsweek'in katkılarıyla) larının "güvenilmez" olarak sınıflandırdığı biri.
Emekli generallerin, akademisyenlerin, gazetecilerin, işadamlarının "askeri darbeye ortam hazırlamak için kaos yaratmaya çalışmak" suçlamasıyla halen yargılandıkları 'Ergenekon' davası, Ağustos'ta iddianamenin açıklanmasıyla Cumhuriyet tarihinin en önemli hukuk olaylarından birine dönüştü. İlk duruşması geçen ay yapılan davanın iddianamesindeki ifadeyle 'Ergenekon örgütü'nün organizasyon şeması ve altı çuval dolusu olduğu dava savcısı Zekeriya Öz tarafından dile getirilen pek çok kritik dokümanın kaynağıysa, Güney. 2001'de gazeteciyken otomobil kaçakçılığından İstanbul Emniyeti Organize Suçlar Şubesi'nce gözaltına alındığında, ilk defa onun evi ve ofisinde ele geçirilmişlerdi. Soruşturma kapsamında birçok gözaltı ve tutuklama, sözkonusu şemaya göre ve Güney'in açıklamalarının ardından gerçekleştirildi. Şema, savcının hazırladığı iddianamede delillerin yer aldığı 236'ıncı klasörde ayrıntılı şekilde yer alıyor. İlginç olansa, 2 bin 500 sayfadan fazla tutan iddianamede toplam 492 yerde adı geçen, savcıların "şüpheli firari" olarak değerlendirdiği Güney'in, davada ne sanık ne de tanık olması. Yaklaşık bir yıldır medyanın en popüler figürleri arasında olan Güney'in açıklamalarına medyada ve hakkında yayımlanan kitaplarda çok yer verildi. Ancak bu yayınlar ya büyük ölçüde Güney'in anlattıklarından ibaretti ya da doğrudan ona karşıydı. Sonuç olarak Güney hâlâ gizemini koruyor. Üç ay boyunca, beş ülkede (Türkiye, Mısır, ABD, Kanada, İsrail) Güney'in izini sürerken, kendisi dahil 100'e yakın insanla konuştuk. Son sekiz yılda İslam'dan Hıristiyanlığa, sonra Yahudiliğe geçen biri vardı karşımızda. Ajan olduğu izlenimi vermeye çalışan, ama gizli servis kaynaklarının hakkında "güvenilir değildir" dediği biri o; ifadeleri ispattan mahrum ve çelişkili iddialardan mürekkep. En azından doğum tarihi net. Güney 1972'de Çorum'un Kargı ilçesi, Gölet köyünde dünyaya geldi. Üç kardeşten en küçüğüydü. Bir yaşına varmadan aile İstanbul'a, Gültepe'nin Harmantepe mahallesine yerleşti. Fakir bir çocukluktu. Annesi (Ayşe) ev hanımı, babası (Ali) o dönem Beşiktaş'taki Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu'nda teknisyendi. 12'sinde aynı köyden Mithat Ulusoy adında bir tanıdıkları Ayazağa'daki yatılı bir Kuran kursuna götürdü Güney'i. Ayazağa Ortaokulu'na da devam ediyordu. Güney'e göre 1984'te o Kuran kursuna gönderilmesi rastlantı değil: "Ailem Sabetayist! Böyle aileler de çocuklarını bu kursa gönderirdi. Sobalı evimizde geceleri annem Tevrat'ı açar, bize okurdu." (Sabetayizm, 17. yüzyılda İzmir ve çevresinde ortaya çıkan, kurucusu Sabetay Sevi'yi mesih kabul eden, Yahudi mistisizmine dayalı gizli inanç.) Güney, o yıllarda gittiği Kuran kursunun Süleymancılara bağlı olduğunu ve cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan ile damadı Kemal Kaçar'ın Sabetayist olduğunu iddia ediyor. Ayazağa Talebe Yurdu'nun eski müdürü Halil Atam da, Güney'in talebelik dönemini gayet iyi hatırlıyor: "Tuncay, dini, namazı öğrendi. Çalışkan ve uyumluydu." O yıllarda cemaatin önde gelen isimlerinden, Güney'in "Beni bilirler" dediği Hüseyin Kaplan ve Hüseyin Kumaş ise iddiaları kesin reddederek, "Güney'i hatırlamadıklarını" belirtiyorlar. Halen Gültepe'de komşu çocuklarına Kuran öğreten, mahallelinin "namazında niyazında biri" dediği annesi (73) yıllarca, kökenlerinin Mısır'a uzandığını, Mısırlı dedesinin de paşa olduğunu anlatmış. "Çorum'da ayrımcılık vardır. Müslümanlar ile bizimkiler arasında kavgalar çıkarmış, namaz kılmayıp oruç tutmadığımız için bizlere 'gavur' der, kız vermezlermiş" diyor Güney. Annesi de köklerinin Mısır'a uzandığını doğrulayarak, basına ilk kez verdiği beyanatta şunları söylüyor: "Oğlumla gurur duyuyorum. Dört dinin kitabını da oğluma çocukken verdim." Her yanı kitap dolu evde, namazını bölerek kapıyı açan anne Güney, röportaj sırasında da sürekli tespih çekiyor. Güney'in köyünden adlarının açıklanmasını istemeyen kişilerse "Onun ailesi Sabetayist değil Alevi'ydi" iddiasında. Güney'i Kanada'dan tanıyan ve hakkında "Ergenekon ve Karakutusu" adlı bir kitap yazan Faruk Arslan ise, "Güney'in özellikle Ergenekon soruşturması sırasında daha güvende hissetmek için Sabetayist bir kimlik yaratmaya çalıştığı" görüşünde. 2005-2007 arası Güney'in Kanada'da hem danışmanlık yaptığı hem de yazı yazdığı Kürt gazetesi Yeni Hayat'ın sahibi Süleyman Güven de, "Ergenekon ilk çıktığında, bir gün gazeteye ailesinin İsrail ile bağlarını anlatan bir belgeyle geldi. Orijinal görünmediğinden yayımlamadık" diyor. Sabetayizm konusunda kitapları bulunan ve adının gizlenmesini isteyen bir uzmansa, Çorum'da Sabetayist yaşamadığını belirtiyor. Güney'in eğitimi tuhaflıklarla dolu. 13 yaşında babasının ölümünden sonra, ailesi çok zor günler geçirmiş. "Annem patik örer, ben pazarda sepette satardım; yaz tatillerinde konfeksiyon atölyesinde çalışırdım" diyor Güney. 1980'lerde orta ikinci sınıfa devam ederken, Refah Partisi'nin eski Kağıthane Belediye Başkanı Arif Calban ile İstanbul Çeliktepe'de bir düğme atölyesinde tanışmışlar. Tuncay Güney'i delikanlılık çağından tanıdığını belirten Calban, onu "iyi, zeki, fırtına gibi bir çocuk" olarak hatırlıyor. Medyada yer alan bilgilere göre Güney 1986'da Pertevniyal Lisesi'nde öğrenci, hatta lise 1. sınıftan terk. Ancak lisenin müdürü Aziz Yeniyol, (başvurduğumuz İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü Ata Özer'in telefonla sorusuna cevaben) böyle bir öğrencileri olmadığını belirtiyor. Güney ise ısrarla "Pertevniyal'den çok Bedrettin Dalan'ın İstek Vakfı'na ait Tarabya Kemal Atatürk Lisesi'ne gidip geldim" diyor. Okul yönetimi ve İstanbul İME Müdürlüğü bunun nasıl olduğu konusunda resmi bir bilgi veremese de, Güney'in annesi "Tuncay, bu okula gitti geldi. Sonra okulun müdür muavini (Ali Kuru) Tevfik Yener ile tanıştırdı, oğlum Sabah gazetesinde çalıştı" şeklinde konuşuyor. Güney'in hayatını değiştiren kişi Kuru olabilir. O yıllarda oğlu aynı okulda okuyan gazeteci Yener (Sabah ve Milliyet gazetelerinin eski yayın yönetmeni), Kuru'nun kendisini arayarak Güney'i işe almasını rica ettiğini doğruluyor: "Kuru saygın, güvenilir biriydi. Tuncay'dan söz etti, 'Bu çocuk terbiyeli, çalışkan, babası vefat etmiş, annesine bakıyor, çalışmaya ihtiyacı var' dedi. Galiba Tuncay'ın annesi de o okulda çalışıyormuş. Meslek sahibi olsun, en azından sayfa yapmayı öğrensin, yetişsin diye gazeteye yerleştirmiştim; ofis boyluk yapıyordu." Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK'nın yeni adı Sosyal Güvenlik Kurumu) kayıtları da bunu doğruluyor. Ancak Güney bir noktaya itiraz ediyor. "Madem ofis boydum, nasıl gazetedeki en iyi maaşı alıyordum" diye soran Güney, Sabah gazetesinde sigortalı olarak işe başladığını, üç yıl sonra Milliyet'e geçerek iki yıl da orada çalıştığını belirtiyor. Yener, Güney'in maaşıyla ilgili herhangi bir şey hatırlayamazken o dönemde Sabah'ta yazı işleri müdürü olan, halen Vatan gazetesi köşe yazarı Selahattin Duman "Kendisini o yıllardan net hatırlamıyorum ama Tevfik işe almış olabilir, sever böyle acayip tipleri" diyor, "bu denli yüksek maaş almasıysa imkânsız." Güney'in SSK kayıtları tartışmayı noktalayacak kadar açık: İlk kez sigortalı olduğu 1988'de liseden terk, 16 yaşında, tecrübesiz ve eğitimsiz bir genç olarak, ayda yaklaşık 65 bin 500 lira almış. Bu rakam dönemin asgari ücretinin yaklaşık iki katı. İki yıl sonra maaşı 190 bin liraya ulaşmış (asgari ücretin iki katı). 1991'de, yani 19 yaşındayken Sabah gazetesinden aldığı maaş ise 1 milyon 100 bin liranın üzerinde ve bu rakam o dönem asgari ücretin beş katına denk geliyor. Gazetecilikle birlikte Güney'in hayatı daha da sisli hale geliyor. 1992'de, Güney'in iddiasına göre Harp Okulu'ndan bir öğrenci, emekli Albay Necabettin Ergenekon (hata yok, soyadı) ile tanıştırıyor onu; ancak Albay Ergenekon 1982'de emekli olduğunu belirterek, "Güney'i tanımadığını" söylüyor. Oysa Güney, bu ismin kendisini şu anda Ergenekon örgütü liderlerinden olmakla suçlanan, emekli jandarma tuğgenerali Veli Küçük'le tanıştırdığını da iddialarına ekliyor. "Ben bir tanışma manyağıyım" diyen Güney, 20'sinde bir gençten beklenmeyecek ilişkiler kurmaya da böyle başlıyor. Güney, Milliyet'ten ayrıldıktan sonra iş ararken haftasonlarını Gültepe'de Fethullah Gülen cemaatine ait olduğunu ileri sürdüğü Boğaziçi Kırklar Erkek Öğrenci Yurdu'nun müdürüyle geçirmeye başlıyor (annesi de doğruluyor). Şimdiki yurt müdürü Ömer Şamil Yalçın ise Güney'i yalanlıyor: "Yurttaki bazı öğrencilerle arkadaşlık etmiş, gelmiş gitmiş olabilir. Kayıtlarımızda Güney'le ilgili hiçbir şey yoktur. Yurdumuzda kalmamıştır. Bizimle ilgisi yoktur." Zaman gazetesinin Cağaloğlu ilan bürosu müdürü aracılığıyla cemaate yakın Samanyolu TV'nin (STV) yapım şirketi Işık Prodüksiyon'da işe girdiğini söyleyen Güney, 1994'te, altı ay boyunca "Doruktakiler" adlı bir program hazırladı. Programına siyasetçi, akademisyen, asker pek çok ünlüyü konuk etti. Aynı yıl STV'de olan Haluk Örgün, Güney'i şöyle hatırlıyor: "Benim frekansıma uymazdı. Kendini çok önemli, herkesle ilişkisi varmış gibi sunuyordu. Şurası kesin, işlerini bir şekilde hallediyordu. Mesela biz habere gidecek kamera bulamazken, o buluyordu." Adını vermek istemeyen ve o dönemde Güney ile beraber çalışan bir başka gazeteciyse, "Kendini çok iyi satan biriydi ama hiç donanımı, birikimi yoktu" diyor. O dönem aynı kanalda çalışan, kimliğinin gizlenmesini isteyen iki kaynak, Gülen'in konuşmalarının kayıtlı olduğu kasetleri çalmakla suçlanan ekipte yer aldığı için, Güney'in STV'den kovulduğunu belirtiyorlar: "Daha sonra da bu kasetler çeşitli televizyon kanallarına satıldı." Bu iddiayı Güney kesinlikle reddediyor. Kasetlerde yer alan, Gülen'in "Cumhuriyet ve laiklik karşıtı" olmakla suçlanmasına yol açan konuşmaları, 28 Şubat 1997'deki askeri muhtıra öncesinde ATV ve Kanal D'de yayınlanarak büyük yankı uyandırmış, bu nedenle hakkında dava açılan Gülen ABD'ye gitmek zorunda kalmıştı. Güney'in, Gülen'e yakın kimselerle ilişkisine dair bir bilgi, sahtecilik ve dolandırıcılıktan gözaltına alındığı 2001'de, dönemin İstanbul Organize Suçlar Şubesi Müdürü Adil Serdar Saçan tarafından alınan ifadesinde şu sözlerle geçiyor: "O sırada Gülen cemaati içinde edindiğim bilgileri, periyodik olarak Mehmet Eymür'ün (dönemin MİT Kontrterör Daire Başkanı) adamları benden alırdı." Eymür, Güney'i tanımadığını söylerken Güney de sorgunun işkence altında yapıldığını savunarak ifadeyi yalanlıyor. "Nurettin Veren (Gülen'e yakın çevrelerde üst düzey görevlerde bulunduğu savunulan, şu an İşçi Partisi üyesi bir isim) devletin, Gülen cemaati içindeki adamıydı, bana ihtiyaç yoktu." Güney, son dönemde verdiği beyanatlarda Gülen'i sadece bir kez Altunizade'deki FEM dershanesinin en üst katında verdiği kahvaltıda gördüğünü belirtiyor. Ancak serbest gazeteci Ayşe Önal (Güney ile, Samanyolu TV'deki "Doruktakiler" programına konuk olduğunda tanıştığını söylüyor) cemaatin düzenlediği bir iftar yemeğinde Güney'in kendisini çağırarak Gülen'in bulunduğu ve sadece özel konukların alındığı bir odaya götürdüğünü anlatıyor. Gülen'e yakın, adının açıklanmasını istemeyen birden fazla kaynaksa "Güney'in kesinlikle cemaatten olmadığını" ve bu tür görüşmelerin "birkaçı geçemeyeceğini" söylüyorlar. Bu arada Güney, STV'de çalıştığı dönemde İşçi Partisi (İP - Başkanı Doğu Perinçek Ergenekon davası tutukluları arasında) ile de ilişki kuruyor. İP'nin yayın organı Ulusal Kanal Genel Müdürü Ferit İlsever "1990'lı yıllarda Aydınlık dergisine (İP yayın organlarından) gidip geldiğini biliyorum" diyerek bunu doğruluyor. Ancak "Tanımadığım bir insan; ilk baştan beri güven vermiyordu" dediği Güney'in "MİT, Fethullahçılar, hatta CIA (ABD haber alma örgütü) tarafından kullanılmış bir zavallı" olduğunu savunuyor. Güney'in gazetecilik kariyerinde başka kuşkulu durumlar da var. 1995'te Akşam gazetesinde çalışmaya başladığını belirten gazetenin o dönemki yayın yönetmeni Behiç Kılıç, "Tuncay ajan muhbir olarak kullandığımız bir elemandı, muhabir ya da gazeteci olarak değil. Aşağılamak için söylemiyorum ama teşbihte hata olmaz: 'Bir ava giderseniz, yanınızda sadık, avcı, rehber köpeğiniz vardır. Avı alır, getirir. 'Taşıyıcı' olarak kullanırsınız. Biz de Güney'den taşıyıcı olarak yararlandık. Eğitimsizdi, haberi yazamaz ama anlatırdı" diyor. "Bugün çalışmak istese yine işe alırım. Kimlik zaafına rağmen" diye de ekliyor. PKK terörünün yoğun olduğu o dönemde, Güney Irak'ın kuzeyinden haberler taşımış. "Güney'i karşılıklı kullanmışız, biz de gazete olarak kullanılmışız" diyen Kılıç'ın verdiği bir bilgi çok ilginç: "Güney, arşivden aldığı bir takım fotoğraflarla dönemin Başbakan'ı Mesut Yılmaz'ı Susurluk skandalının baş kahramanlarından Abdullah Çatlı'yla yan yana gösteren bir fotomontaj olayına karışıp, ardından da Yılmaz'a muhalif bir milletvekiline sattı." Buradaki pek çok çalışma arkadaşı, Güney'in "asla haber yazacak bir birikimi olmadığını" vurguluyor. Güney'in o dönemde yazı işleri müdürlüğünü yapan Arslan Bulut ise "Hem Veli Küçük hem de Mehmet Eymür ile bağlantılıydı" diyor, "Güney'in jandarma ve MİT ile ilişkileri vardı. İstihbarat arşivciliğine yönelmişti. Kim yetiştirmişse ona bu işi çok iyi öğretmişler." Bulut, Güney'in ilginç bulduğu çalışma yöntemini de anlatıyor: "Getirdiği haberlerin bir kısmı yönlendirmeydi, Türkiye'nin lehine mi aleyhine mi olduğu pek kestirilemezdi. Büyük kısmını bizzat kendi üretiyordu. Gazeteden sık ayrılmazdı. Tamamen tahmine dayalı ilişkileri, masa başında, şema çıkararak, şekiller çizerek kuruyordu. İstediğimiz bir belgeyi, raporu alması beş dakikasını alırdı." Ancak Bulut, sol eğilimli bir terör örgütü (örgütün adının açıklanmasını istemiyor) tarafından tehdit edildiği bir dönemde, işe gelip giderken Güney'in kendisini yalnız bırakmayıp eşlik ettiğini de anlatıyor. Güney'in 'Ergenekon örgütüyle' ilişkisine dair iddialar kritik. 1997'de askere giden Güney'in Kars Ardahan 9. Tabur Usta Birliği'ndeki askerliği kimi kaynaklara göre altı, kimine göre dört ayda sona eriyor. Kendi anlatımıyla "Canım sıkıldı burada paşa (Veli Küçük'ü kastediyor), herkes devreye girsin, ben gidiyorum" diyerek Ankara GATA'dan aldığı bir psikiyatri raporu sayesinde sona ermiş görevi. Güney'in eşcinsel raporu aldığı iddia edilse de, Güney bunu reddediyor. Ama "Pek çok eşcinselin askerlikten men raporu almasına yardımcı oldum" diyor. Güney'in askerlik yaptığı dönemdeki tugay komutanı (adının yazıda geçmesini istemiyor) ise "Tugay dediğiniz sekiz, dokuz bin kişi. Kendisini hiç hatırlamıyorum, hiç de tanışmadım" diyor. (Şimdi emekli olan sözkonusu komutanın oğlu Ergenekon davasında tutuklu olarak yargılanıyor.) Bu arada Güney'in yolu, ana akım medyadan ayrıldı. Turgut Büyükdağ'ın sahibi olduğu Yeni Strateji Dergisi'nde çalışmaya başladı. Derginin genel yayın yönetmeni, şu anda Ergenekon'un tutuklu sanıklarından Ümit Oğuztan. Aynı dönemde, Güney'in sahte kimlik ve diploma hazırlamak gibi işlere bulaştığına dair iddialar da mevcut. Güney, bunları da reddediyor. Ancak Arslan bu dönemi şöyle yorumluyor: "Gazetecilikte dikiş tutturamayınca, iyice Küçük'e yaklaştı. Geçim derdinden hukukdışı işlere bulaştı. Aslında fukara biri, ne o kadar karmaşık ne de o kadar güçlü." Nitekim Mart 2001'de Güney, kayınbiraderi Adem Taşdemir ile birlikte dolandırıcılık suçundan gözaltına alındı. Sebebi, Timur Büyükölmez adlı bir vatandaşın, bir jeep alım satımıyla ilgili olarak Erdal Güventürk ve Orhan Sonuç adlarındaki iki polis tarafından dolandırıldığı iddiasıyla Fatih Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurması. Konu araştırıldığında, kendilerini polis olarak tanıtan bu kişilerin Güney ve eniştesi Taşdemir olduğu ortaya çıktı. Önce İstanbul Gayrettepe'deki Asayiş Şube Müdürlüğü'nde sorgulanan Güney, birkaç gün sonra Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne teslim edildi. Güney'in ev ve ofisinde yapılan aramalarda, bugün Ergenekon davasında kanıt olarak sunulan altı çuval belge, iki ruhsatsız tabanca, 36 fişek ve 115 sahte diploma ile pek çok farklı doküman delil olarak alınıyor. Güney'in polise verdiği ifade sırasında (İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi, 2002/64 numaralı dosyadan) kendisine sorulan bir iddia da arsa dolandırıcılığıyla ilgiliydi: Buna göre Güney, 1997'de askerliğini yaparken tanıştığı ve 2001'de Hasdal Kışlası'nda Maliye Bütçe Subayı olarak görev yapan teğmen Murat Oğuz (Ergenekon davasından tutuklu) ile birlikte bir arazi dolandırıcılığına karışmıştı. Kilyos Kısırkaya köyü muhtarıyla anlaşarak köy arazilerini ve İl Özel İdare'ye ait köy plajını üçüncü kişilerin ele geçirmesine aracılık etmişlerdi.) Muhtar Erol Kocaer olayı kabul ediyor. "Bizimle görüşmeye gelenler, resmi askeri üniformalar içindeydi ve kendilerini JİTEM'in görevlileri olarak tanıttılar. Karşılarında esas duruşa geçmiştik" diyen Kocaer, "Kuşkusuz plajın işletmesini o dönemki sahiplerinden alarak JİTEM'den gelenlere verdik. Çünkü önceki işletmecilerin PKK'ya yardım ettiğini söylemişlerdi. Güney de kendini albay olarak tanıttı" diyor. Ancak dosyadaki belgelere bakılırsa Güney, bu süreçte poliste kabul ettiği dolandırıcılık olaylarına dair mahkemedeki savunmalarında farklı şeyler söyledi. Kendisine yöneltilen pek çok suçlamaya karşı, 87 yıl ceza istemiyle yargılandığı mahkemede pek çok ünlü ismi ve yetkiliyi de telaffuz ederek uluslararası yolsuzluklardan bahsetmeye başladı. Güney'in savunmasının bir yerinde, o dönemdeki avukatı Yusuf Aydın'ın şu sözleri zapta geçti: "Güney mesleği itibarıyla yaptığı araştırmalar sebebiyle devlet hesabına çalışmıştır, edindiği bilgileri emniyete ve ilgili kurumlara aktarmıştır, emniyet ve diğer devlet kurumları arasında çıkan sürtüşme sebebiyle Tuncay Güney harcanmak istenmiştir." Buradaki "devlet hesabına çalışma" ifadesinin kaynağını sorduğumuz Aydın, "O beyanı, kendisinin sözleri üzerine söyledim. Beyanım özel, devletin onu görevlendirdiğine yönelik somut bir bilgiye dayalı değildir" diyor. Davayı, daha sonra vefat etmiş ulusalcı bir işadamının (Kemal Özden) ricasıyla üzerine aldığını belirten Aydın, Güney'i savunmaktan vazgeçmiş. Sebebini şöyle açıklıyor: "Bana verdiği verilerden bir sonuca varamadım. Tuncay'ın anlattıkları farazi, dedikodu mahiyetinde. Avukatı olarak bana doğru söylemiyorsa kimseye söylemiyordur. Hakkındaki bilgi kirliliğine Tuncay bizzat sebep oluyor, popüler olmayı ve gündemde olmayı seviyor. İddialarının yüzde 90'nı kendi yarattığı dünyaya has." Güney, 2001'deki dolandırıcılık operasyonu için "Bu gözaltı, Ergenekon'un faaliyetlerini anlatan elindeki dosyalara ulaşmak için polis müdürü Saçan'ın komplosuydu" diyor. İçinde suikastlar, uyuşturucu kaçakçılığı, darbe planları, üst düzey yetkilileri kanunsuz dinleme ve fişlemelere dair detaylı iddia ve bilgiler bulunan bu dosyalar, Ergenekon'un yasadışı faaliyetlerine dair en geniş arşiv niteliğinde. Bugün örgütün liderlerinden olmakla suçlanan Küçük'ün ev ve iş yerindeki aramalarda bile bu kadar belgeye rastlanamadı. Ancak o dönemde Ergenekon ile ilgili bir soruşturma açılmadı. Bunun nedeni hâlâ tartışılıyor. Hakkındaki tüm iddialara rağmen, Güney 2001'deki bu davada ablasının ödediği kefaletle serbest bırakıldı. Süren dava nedeniyle yurtdışına çıkış yasağı olmasına rağmen ABD'ye gitti. Eski avukatı Aydın'ın verdiği bilgiye göre, davadaki şikayetçiler zararları tazmin edildiği için şikayetlerini geri çekti. Bu zararlar ise, yine avukatın verdiği bilgiye göre, Güney'in ablası ve Taksim'deki Güney'e ait binanın satışıyla karşılandı. Ancak dava tamamıyla kapanmadı, zira Güney'in son bir kez ifade vermesi gerektiği için en son geçen haftaki duruşmada yeniden ertelendi. Dava savcısı Ziya Hurşit Karayurt, Ergenekon davasının iddianamesinin gönderilmesini talep etti. Bağ bulunması halinde Güney'in davası da Ergenekon davası ile birleştirilecek. Bu dava kapsamında ele geçen ve yaklaşık yedi yıl sonra Ergenekon soruşturması kapsamına alınacak belgelerse, sözkonusu mahkemenin arşivinde değil, Saçan'a yakın birinin deposunda bulundu. Güney'i yakından tanıyan, güvenlik konularında uzman bir kaynak, farklı bir yorumda bulunuyor: "Bütün bunları Saçan da düzenlemiş olabilir. Bence Güney bu çapta bir insan değil. O dosyaların Güney'de çıktığından bile şüpheliyim. Saçan, o sorguya ciddi eklemelerde bulunmuş olabilir." Güney hakkında 2001'de açılan davaya bakan ve adının gizli kalmasını talep eden bir hakim "Madem Ergenekon soruşturmasının temelinde Güney'in anlattıkları çok önemli yer tutuyor, niçin bizim mahkememizde açılan bu dosya incelenmemiş, istenmemiştir" diye soruyor. Güney'in yurtdışına çıkış yasağı varken ABD'ye nasıl gittiği sorusuna gelince. 2000 yılında bu ülkeye yapılan bir basın gezisine katıldığında aldığı 10 yıllık Amerikan vizesi vardı. Güney durumu şöyle açıklıyor: "Türkiye'de kalmam Saçan ve Ergenekon'un çıkarına olmadığından, Adnan Akfırat (İP Merkez Karar Kurulu üyesi) ve bir emniyet yetkilisi çıkışımı kolaylaştırdı." Yargılanırken nasıl olup da yurt dışına çıkabilir, sorusunu yönelttiğimiz Eymür ise "Tanımıyorum. Bilemem. Bir teşkilatın yardımıyla olabilir" diyor. Kamuoyunu meşgul eden bu tür sorular, akıllara Güney'in de bazı konuşmalarında ima ettiği gizli servis bağlantılarını getiriyor. Güney'in ABD'de yaşadıklarına dair çok az şey biliniyor. Yakın çevresine göre Güney, New York civarındaki ilk günlerde büyük zorluklar çekti. Günde 16 saat bir benzin istasyonunda çalışıyordu. Ancak o dönemde, kimi aracılar sayesinde Howard Williams adında bir evangelist'e ulaştı. Güney'i Türkiye'deyken tanıyan ve kimliğinin gizli tutulmasını talep eden bir kişi, onun Türkiye'deyken son yıllarda Kitabı Mukaddes Yayınevi'yle yakın ilişkide olduğunu belirterek muhtemel aracıları da işaret ediyor. Türkiye'de bir kilisede görevli ve adının saklanmasını isteyen bir Protestan papaz da bu ilişkiyi doğruluyor: "Güney Milliyet gazetesinde çalışırken bizim kiliseye gelip Hıristiyan olmak, ABD'ye gitmek ve İngilizce öğrenmek istediğini söylemişti. 6 ay gelip gitti, İngilizce derslerine katıldı." Bu papaz Williams'ı tanıdığını belirtse de Güney'in orada Williams ile ilişki kurmasına aracılık etmediğini, bu konuda bilgisi olmadığını söylüyor. Güney'e ABD'de bulunduğu süre içinde ve sonrasında da çok yardımcı olan, adeta ağabeyi, fikir babası gibi gördüğü kişiyse Mardin Dargeçit doğumlu Yakup Can. Kendi ifadesiyle, "1978'de hayatını insanlığı nurlandırmaya adayan bir din adamı." Hıristiyan kelimesini tercih etmeyen Can, inancını "Mesih'in bir imanlısı" yani evanjelist olarak tanıtıyor. New York'taki evinden telefonla sorularımızı yanıtlayan ve basına ilk kez konuşan Can, Güney ile tanışmasını açıklıkla anlatıyor: "Bir gün, Williams birader beni aradı ve 'Yanımızda çok donanımlı, soruları olan bir genç var. Size yönlendirebilir miyim' diye sordu. Hemen kabul ettim." Can, Güney'i ilk kez gördüğünde çok kötü durumda olduğunu anlatıyor. Can ve Güney, uzun bir süre Güney'in çalıştığı benzin istasyonundaki tek izin günü olan perşembeleri, saat 12:00'den akşam 20:00'ye kadar Eski Ahit üzerine çalışmışlar. Can, Güney'in 2004'te din değiştirmeye karar vererek vaftiz olduğunu belirtiyor. Güney'in adının geçtiği New York Institute adlı kuruluşun da, Güney tarafından gazetecilik ve araştırma faaliyetlerine devam etmek için kurulduğunu anlatıyor. Internet sitesinde adı 'müdür" olarak geçen Can, bunu Güney'in ricası üzerine kabul ettiğini ancak hayatta insanlara yardım etmek dışında hiçbir işi olmadığını, politikayla asla ilgisi bulunmadığını ekliyor. Can, beraber geçirdikleri günler, dersler boyunca Tuncay'ın samimiyetine ve iyiliğine tamamen inanmış, "Tuncay için canımı veririm" diyor. Bugüne dek kendisine her anlamda yardımda da bulunmuş. Oturma izni ve vatandaşlık gibi konulardaki sorunlardan dolayı ABD'de kalması imkânsız hale gelen Güney'i Kanada sınırına kadar kendi aracıyla götüren de o, ihtiyacı olduğunda kendisine para gönderen de. Tuncay'ın hayatının tehlikede olduğunu insanlardan duyduğunu belirten Can, "Çok endişeliyim" diyor. Vaftiz olan Güney'in sonradan Yahudiliğe geçmesi ve bugün Toronto'da Jacob House (İbranice B'nai Yakov) adlı Yahudi toplum merkezinde rabbi (haham yardımcısı) olarak çalışması hakkındaki görüşlerini sorduğumuzda, "Buna asla inanamam. O Kanada'ya geçtiğinde bazı Yahudi arkadaşlar edindi, onlara İsa Mesih'i anlatıyordur. Tuncay bana bir gün şunu söylemişti: "Yakup birader, artık annem bana dese ki, "Oğlum dön bu yoldan, yoksa sana sütümü helal etmem, anne artık sütüne ihtiyacım yok" derim. Bunu söylemiş insanın inancından asla şüphe etmem." Güney'in gerçekten Yahudi olduğuna, rabbi olarak çalıştığı kurumun ciddiyetine inanan yok. Ne o, ne de Jacob House adlı kuruluş, Toronto'daki Yahudi Cemaatleri Federasyonu'na (UJAFED) veya Toronto Rabbiler Komitesi'ne kayıtlı. Zaten bu kuruluşun aslen bir sinagog olmadığını Güney de kabul ediyor. ABD'de ve Kanada'da pek çok örneğine rastlanan, insanlara dil eğitimi verilen, spor, kültürel faaliyetler vs. yapılan bir tür sosyal merkez burası. Ancak Güney verdiği röportajlarda hem sözleriyle hem görüntüsüyle Yahudi olduğuna vurgu yapıyor. Gazeteci Arslan'a ve yine Güney'in eski bir ev arkadaşına göre "Güney'in çalıştığı sinagog görünümündeki bu oluşumu, onu Kanada'da çalışıyor gösterebilmek için Yahudi avukatı kurdu." (Avukatı konuşmayı kabul etmiyor.) Güney'i tanıyan pek çok kişi, Yahudi kimliğinin Güney'in Ergenekon soruşturmasıyla korkarak sırtını güçlü bir yere dayamak istemesinden kaynaklandığı yorumunu yapıyor. Toronto Rabbiler Komitesi'nin yöneticilerinden Michal Shekel, kendi kuruluşlarına ve uluslararası planda kabul gören kuruluşlara kabul edilen bir rabbi olmak için, üniversite eğitimi sonrası 4-6 yıllık özel bir eğitim daha gerektiğini vurguluyor. Ancak Güney'i 2004'te Kanada'da tanıyan bir grup Türk, kendisinin daha ziyade koyu Hıristiyanlar ile birarada olduğunu hatırladıklarını belirtiyorlar. Hatta Güney'in o dönem yakınında olan bir arkadaşı Güney'in arkadaşlarının kendisine İncil verdiğini de hatırlıyor. 2005'te Güney, Kanada'daki tüm Türk derneklerinin çatı kuruluşu Kanada Türk Dernekleri Federasyonu (KTDF)'nun yürütme kurulu seçimlerine katılıyor. Hatta başlarda istekli çalışması ve yoğun çabasıyla sempati topluyor. "Türk toplumuna hizmet etme ve lobi konusunda çok çok istekliydi" diyor o seçim döneminde beraber çalıştığı bir kişi. Ancak zamanla sivri dili nedeniyle Türk cemaatinden tepki topluyor ve seçimlerden çekiliyor. Özellikle son yıllarda "Abdullah Gül beni aradı, MOSSAD başkanı Kanada'ya gelip benimle ilgili açıklamalar yaptı" gibi abartılı ve kendini çok önemli göstermeye meyilli açıklamalarıyla, ona karşı tepkiler daha artıyor. Kanada vatandaşı olduğu da Güney'le ilgili bir diğer yanlış bilgi. Kanada'da mültecilik davası halen sürüyor. İki defa talebi reddedilen Güney'in davasının normalden uzun sürdüğünü belirten Arslan, Güney'in tartışmalı cinsel kimliğini bile bu konuyla ilişkilendiriyor. "Güney eşcinsel değil, avukatı iltica davasında etkili olması için ona bu şekilde davranmayı tavsiye etti." Ancak Güney'in cinsel kimliğine dair aksi iddialar da mevcut. Güney'in kendisi bu konuda net konuşmamayı tercih ediyor. Kanada resmi mercileri Güney'in vatandaşlık statüsü hakkında bilgi vermeyi gizlilik ilkesi nedeniyle reddediyor. Ancak Kanada'da Güney'in çevresinden görüştüğümüz tüm kaynaklar, Güney'in sorunlu iltica davası nedeniyle endişeli olduğunu ifade ediyor. Lüks içinde yaşadığı yönündeki bilgiler de gerçekleri yansıtmıyor. Güney'in devletten sosyal yardım aldığını, mütevazı evlerde oturduğunu, onun durumundakiler için düzenlenmiş yardım kuruluşlarından kıyafet, yiyecek vs. yardımlar aldığı belirtiliyor. Ne özel şoförü, ne korumaları ne de süper lüks villası var Güney'in. Toronto'da Yahudi mahallesinde yaşıyor. Güney'in yıllardır Kanada'da nasıl yaşayabildiğini açıklamada tanıklar yetersiz. İddia edildiği gibi ajan olabilir mi? ABD ve Kanada'daki gizli servis kaynakları, Güney hakkında Newsweek'e "Ciddiye alınmayacak ve güvenilir bulunmayan bir kişi" değerlendirmesinde bulundu. Yeni Hayat gazetesinin sahibi Güven, 2007'de Güney hakkındaki iddialar duyulmaya başlayınca kendisiyle ilişkiyi kestiklerini söyleyerek "Güney'in kullanılabileceğini ama ajan olacak yetenek ve özelliklere sahip olmadığını, ortalarda çok göründüğünü" belirtiyor. Arslan da böyle düşünenlerden. Yine de "MOSSAD (İsrail istihbarat örgütü) İstanbul'daki yıllarından başlayarak onu kullanmış olabilir. Zaten böyle görünmeyi sever. Bir keresinde bana MOSSAD'dan kendisine para ödendiğini gösteren bir banka dekontu göstermişti" diyor. Güney'i tanıyan başka bir kaynak ise bu dekontun sahte olduğundan emin. MOSSAD ve Güney'in yan yana anıldığı başka olaylar da var. 2007'de Muhammed El Atar adlı bir Mısırlı genç, Mısır'da, İsrail lehine casusluk yaptığı suçlamasıyla tutuklandı. Ardından Kanada'da yaşayan üç isim bu kişiyle bağlantılı olarak aynı casusluk olayıyla gündeme geldi. Bu isimler Daniel Levi, Kemal Kosba, Tuncay Bubay. Biri Mısır Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir isim, diğeri bu ülkedeki etkin bir Batılı elçiliğin güvenlik sorumlusu iki yetkili tarafından doğrulanan bilgilere göre, bu üç ismin de Güney'e ait olması "yüzde 99,9 olasılık." Yani Güney, Mısır tarafından aranıyor. Güney'in bir dönem Toronto'da aynı evi paylaştığı adını vermek istemeyen bir kişi de, Attar ile farklı bir isim altında Güney'in arkadaşı olarak tanıştığını gayet iyi hatırlıyor. Bu konuyu sormak için başvurduğumuzda, İsrail'in İstanbul Başkonsolosluğu "konuyla ilgileri olmadığı, hepsinin deli saçması olduğu ve yardımcı olma imkânları bulunmadığını" belirtti. Güney'in en sevdiği kitap "Alamut'un Efendisi Hasan Sabbah", annesi hayatta en sevdiği ve belki de üzerinde etkili tek insan. Kadınların onu kullanabileceği tembihiyle büyütülmüş. Okuma merakı da yakınlarınca doğrulanıyor. Kanada'ya gelen herkesten kendisine kitap getirmesini istiyor. Aynı zamanda eğlenceye düşkün, insanlarla beraber olmayı, misafir ağırlamayı seven, neşeli biri. İnsanlarla çok kolay ilişki kuruyor, her yere girip çıkabiliyor, hemşerilik bağlarını da çok akıllıca kullanıyor. Uzun yıllar genelkurmay, asker, polis muhabirliği yapmış, alanında uzman bir gazeteci "Ben bu tarz işlerde kullanılmak için bile olsa, Veli Küçük gibi adamların bu tarzda birini yanlarına yaklaştıracaklarını sanmıyorum" diyor. Çok yakın bir arkadaşı ise, "Kaybedecek hiçbir şeyi yok. O yüzden de her şeyi yapabilir" kanaatinde. Çorum'un Gölet köyünden Toronto'ya uzanan yolculuğunun başlığını "Gecekondudan Şatoya" diye veriyor Güney ve şöyle devam ediyor: "Fakir bir aile çocuğuydum. Babamla aynı kaderi paylaşmayacağım, dedim." Ya bir maşa ya da kendini sağlama alacak herkesi kullanabilen bir deha. Aslında kim olduğu belki yine kendi sözlerinde gizli: "Efendimin kölesiyim, yani idealist değilim. Efendim Tanrı. Kaçmak bazen en güzeli, sorulardan kaçmak ve Tanrı'ya bağlanmak." Güney, öyküsündeki tüm çelişkilere, "güvenilmez"liğine, iddialarının ispattan yoksun olmasına karşın Türkiye tarihinin en önemli siyasi davalarından birinin başrol oyuncusu. Yetenekleri fark edildikçe besbelli ünü daha da artacak ve hakkında kitap yazacaklara, onunla röportaj yapacaklara epey kazandıracak. Ergenekon davası mı? Artık Güney kadar renkli sayılmaz. (Kahire'den Joseph Maytonve New York Newsweek'in katkılarıyla) larının "güvenilmez" olarak sınıflandırdığı biri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder